Şiirsel bir Bolivya gerçekliği: Utama

Bolivya bize ne kadar uzaksa, Alejandro Loayza Grisi’nin ilk filmi "Utama" da anlattığı Kızılderili yaşlılarının bize benzeyen suretleriyle, her an sınanacağımız kuraklıkla ve anbean yaşadığımız kuşak çatışmasıyla bize bir o kadar yakın bir film.

Rıza Oylum r_oylum@hotmail.com

Film festivallerinin yarattığı en önemli kazanım, bulunması kolay olmayan, az film üreten ülkelerin filmlerden örnekleri sinemaseverlere sinema salonu konforunda sunabiliyor olmaları. Bu yıl 41. İstanbul Film Festivali’nde 43 ülkeden 134 uzun metraj film gösteriliyor. Filipinler’den Norveç’e, Ukrayna’dan Mısır’a kadar farklı coğrafyaların renklerini, imgelerini, hikâyelerini deneyimleyebiliyoruz. Bu filmlerin çoğunu festival dışında sinema salonunda görebilme imkânı yok.

Bolivya yapımı "Utama" filmi de beyazperdede izlenmeyi hak eden ama festival dışında bu imkânı bulması zor olan filmlerden biriydi. "Utama", fotoğrafçı ve görüntü yönetmeni Alejandro Loayza Grisi’nin ilk filmi.

Yönetmen, "Utama"yla Bolivya’nın kırsal yaşamından gerçekçi ve estetik bir tablo sunuyor. Bolivya dağlarında Kızılderili Quechualı yaşlı bir çift olan Virginio ve Sisa’nın yaşamına bizi ortak ediyor. Yaşlı çift, olanca sadeliğin içinde sabahın erken saatinde kalkıp lamalarını otlatıyor, akşam olunca da küçük kulübelerinde buluşuyorlar. Yönetmen, ilk filminde o denli estetik bir atmosfer resmetmiş ki bu sadelik ve rutin izleyende şiirsel bir tat bırakıyor.

Bizim sinemamızda giderek kaybolan doğal sesler, "Utama"nın en güçlü taraflarından biri. Filmde fon müziği çok az ve oldukça yerinde kullanılmış. Amatör oyuncular, günlük rutinlerini adeta kamerayı unutarak yaşamaya devam etmişler. Film, doğal görüntüleriyle kendi nehrinde akan bir nehir görünümünde varlığını devam ettiriyor. Bu imge, filmi tanımlamak için kullanılabilir ama aslında filmin temel problemi susuzluk, yani güçlü bir nehrin köylülerin yaşam alanlarının yakınından geçmiyor olması.

.

Uzun süren kuraklıktan sonra beklenen yağmur hâlâ gelmediği için hem lamalar hem de köylüler yaşamlarını devam ettirecek sudan mahrum halde ne yapacaklarına karar vermek zorunda kalıyorlar. Köyde kalıp geleneksel olarak beklemeye devam mı etmeliler, yoksa çoğunun yaptığı gibi yollara düşüp şehir hayatının bilinmezliği içinde yeni dinamiklere entegre mi olmalılar?

Susuzluğun yarattığı gerginlik, çiftin günlük rutinlerini sarsacak kadar etki alanını artırıyorken Virginio ve Sisa’nın yanına, torunları Clever gelip onları şehirdeki evlerine davet eder. Böylece filmin arka planındaki kuraklığın getirdiği ekolojik soruna daha mikro boyutta bir kuşak çatışması da eklemlenir. Dedesinin ve ninesinin ana dilini bilmeyen, onlarla İspanyolca konuşan, elinden telefonu düşürmeyen Clever, değişen şehirdeki hayatın temsilcisidir. Dede Virginio, tükenmiş ciğerleriyle umuttan inada dönüşen köydeki yaşamını devam ettirmek istese de ne doğa ne de hastalığı artık ona yaşam için bu kurak coğrafyada nefes aldırmayacaktır. Ama Virginio, akbabalar gibi güçten düştükten sonra kendini boşlukta bırakmayı seçecek kadar kültürüne bağlı bir Kızılderili'dir. Şehrin dönüştürücü etkisine maruz kalmaktansa dünyasını değiştirmek onun için daha güçlü bir alternatiftir. Ancak torunu Clever, dedesi için mücadele etmeyi bırakmayacaktır.

.

"Utama", bana "Yağmuru Bile" filmini hatırlattı. Ken Loach filmlerinin senaristi Paul Laverty’in senaryosunu yazıp Laverty’nin eşi "Ülke ve Özgürlük" filminin unutulmaz oyuncusu Icíar Bollaín’ın yönettiği "Yağmuru Bile" filminde, film içinde film çekilirken Bolivya’daki susuzluğun ne denli önemli bir boyutta olduğunu gözler önüne seriliyordu. Zira Bolivya’da dönemin iktidarı, yağmur suyunu bile bir yabancı şirkete satmıştı. O yüzden köylüler yağmur suyunu bile biriktiremiyorlardı.

"Utama", insanın, yaşamın en temel kaynağı olan suyla sınandığında yaşadığı dönüşümü, kuşak çatışmasını ve iki yaşlı âşığın ölüm kapıyı çalıp da birbirinden ayrılma vakitleri geldiğinde yaşanılan hüznü, olanca estetik ve dingin bir sinematografiyle veren etkileyici bir yapım. İzleyen kolay kolay unutamayacaktır.

Bolivya bize ne kadar uzaksa, Alejandro Loayza Grisi’nin ilk filmi "Utama" da anlattığı Kızılderili yaşlılarının bize benzeyen suretleriyle, her an sınanacağımız kuraklıkla ve anbean yaşadığımız kuşak çatışmasıyla bize bir o kadar yakın bir film. Umarım sadece festival kapsamında yapılan gösterimlerde kalmaz, daha geniş bir izlenme imkanına kavuşur.

Tüm yazılarını göster