Her dönemin giyim-kuşam modası gibi jargon modası da var.
Zamanın ruhuna uygun. İlerde, 2000'lerin ikinci yarısında en çok
sarf edilen iki kelime neydi diye sorsalar, tereddüt etmeden
"sıkıntı yok!" demez misiniz?
Sıkıntıya gelememek bu dönemin belirleyici özelliklerinden biri.
Bıçak hemen kemiğe dayanıyor, insanın içi daralıveriyor. Öyle
olunca da tadı kaçıyor, şeditleşiyor. Etrafına sıkıntı veriyor.
Babamın ve yaşıtlarının "Siz gençler çok çabuk pes ediyorsunuz, ben
nelere katlandım, neleri sineye çektim" minvalindeki hikayelerini
dinlemekten bunalmış bir kuşağın mensubu olarak, sıkıntıya
gelemeyen benden sonraki kuşağa haksızlık etmek istemem. Ama bu
kuşak da hiç sıkıntıya gelemiyor canım!
Hayır, sıkıntıya gelemeyen sırf genç kuşak olsa neyse! Zamanın
ruhunu taşıyan kimse gelemiyor sıkıntıya. Sıkıntı öyle bir
karabasan ki, muhatabını onun olmadığına biteviye ikna etmek
gerekiyor. O sebeple de habire "sıkıntı yok" deniyor. "Siparişi bu
akşama kadar teslim edebilir misiniz?" sorusuna da, "Ekonominin
gidişatı nasıl?" sorusuna da "sıkıntı yok" diye cevap veren bir
ırkın ahfadıyız.
***
Ben gençken "Obaa, çok şef!" denirdi her vesileyle. Sınırlı
akran çevremde hangi sınıftan olursa olsun, kahvehane ağzıyla
verilen bu coşkulu tepkiyi bilmeyen yoktu. Bir şeyi olağanüstü,
mutluluk verici bulunca sarf edilirdi. Şimdiki "süper!" nidası gibi
bir şeydi. Aile büyüklerinin yanında ağzımdan kaçınca, bir genç
kızın ağzına yakışmadığını düşünerek bana adeta tiksinerek
baktıklarını görür, sinir olurdum. Ama bu "sıkıntı yok" onun gibi
değil. Yani sadece gençlik nüktedanlığı, mukallitliği, enerjisi,
aşırılığı falan değil. Eril ve muhafazakar bir dilin ürünü. Üstelik
de yerli ve milli. Bir tür ağır abilik yani. O yüzden bu seferki
bir genç kadının ağzına hakikaten yakışmıyor. Çünkü cinsiyetçi
tınısı da var. Her şeyi bilirim, hallederimcilik. "O iş
bende"cilik, ki "o iş bende" de dönemin ruhuna uygun, dayanaksız
özgüven ima eden bir söz. Mansplaining diye isabetli bir uyarlama
vardı bir zamanlar. Explaining'in, yani izah etme, açıklık getirme
krallığının erkekler tarafından zapt edilmiş kolonisi idi. 5
Harfliler'de pek isabetli, pek keyifli tanıştırmışlardı bizi bu
mansplainingle, "açüklama" diyerek.
Şimdi onun tahtına "sıkıntı yok" deyip arkasına yaslanan suskun
ve ulvi bir erkeklik oturdu. Çoğunlukta beklenti yarattığı belli
olan bu yüklenici tavır beni ağır bir endişeye gark ediyor
açıkçası. Çünkü inandırıcılığı yok. "Sen sıkma canını,
beceremeyeceğin işleri bana bırak" kibri. İşsizlik oranı almış
başını giderken, "İstihdam noktasında sıkıntı yok" diyen devlet
büyüklerinin bozuk gramerli özgüvenlerinin replikası. Üslup
yapacağım derken komik duruma düşmek de bu özgüven abidesini ayakta
tutan kaide.
Gramer kurallarının, dil bilgisinin kafasını gözünü yararak
"havalı" saptamalar, yorumlar yapmak çok yaygın. Hele okur-yazar
biri olduğunuzu düşünen erkek esnafla diyaloga girerseniz,
açüklamalarından, üstün bir belagat yeteneğine dayandığını
düşündükleri beyanatlarından kaçmanız mümkün değil. Geçen gün
mahallemizdeki duraktan bindiğim taksinin şoförünü yıllardır
tanıdığım için, hep almak istediği arsayı alıp alamadığını sordum.
"Fiyat konumunda yaklaşıma geldiler. Hayırlısı!" demez mi? Ne demek
istediğini anladım tabii de, konumunda, noktasında gibi kelimeleri
yerli yersiz kullanmak, yaklaşıma geldiler gibi fiiller üretmek söz
söyleme sanatında yetenek sahibi olduklarını mı düşündürüyor
insanlara acaba? Üniversitede çalıştığım dönemde gittiğim bir erkek
kuaför de akademide "atama işlerinin nasıl döndüğünü" sorduktan
sonra, kısa cevabımı beğenmeyip, "Ben anlatayım sana, nasıl oluyor
o işler" diye başladığı ve yaklaşık bir saat süren monologuyla,
tecrübe ettiğim bürokratik süreci bana çeşitli komplo teorileriyle
bezeyerek bambaşka bir biçimde açüklamıştı.
Komplo teorileri demişken, açüklamanın mütemmim cüzünün de
komplo teorileri olduğunu eklemek gerek. Bir konuda düzenli ve
sağlıklı bilgi akışı olmadığı zamanlarda böyle hastalıklı komplo
teorileri üretmek ve bunlara inanmak işten değil. E bizim
memlekette de bu tür bir akış hiç olmadığına göre, komplo teorileri
cehenneminde yaşadığımızı söylemek mümkün. Komplo teorisi üretmek
hiç zor değil. Çünkü kolektif ve ezeli-ebedi düşmanları fail
yaparak benzer birçok teori üretebilirsin. Zekice olmasına, mantık
hatası bulunmamasına, bilgi eksikliği taşımasına kulak asmamak
lazım. Heyecan verici ve tedirginlik yaratıcı olması, ha bir de
beka sendromunu beslemeye hizmet etmesi yeter. Toplu taşıma
araçlarından tanışmayan insanların birbirlerine, özellikle de
erkeklerin yanlarında kim oturuyorsa ona siyasi gündeme dair dikte
ettikleri komplo teorilerinin yarattığı kirlilikle indiğim çok
olmuştur. Hastane koridorlarında, banka şubelerinde, vergi
dairelerinde, kısacası bekleme süresinin uzadığı yerlerde ayak üstü
geliştirilen ahbaplıklarda neler konuşulduğuna ve duyguların,
düşüncelerin hangi jargonla ifade edildiğine dikkat ederseniz ne
demek istediğim daha anlaşılır hale gelir.
Mesela, sıkıntı yok'un tahtına aday bir başka kelime "aynen".
Kelime haznesi dar kesimin kısa yoldan diyaloga girme kurnazlığının
bir ürünü olsa gerek. Belki biraz tartışmaktan kaçınmayı ve
başından savmayı da sağlıyor. "İlla ki" de yakın zamanın baş
belasıydı ama miadı doldu çok şükür. Hem ağzı dolduruyor, hem de
kelime tasarrufu sağlıyordu. İlk ikisi kadar ağızlara dolanmasa da,
"yükselmek" fiilinin de hatırı kalmasın. Bir konuda heyecan duyarak
tepki göstermeyi, iç kabarmasını, yürek çarpıntısını, ilgi
artışını, öfke patlamasını tarif edebilmek için kullanılan hayat
kurtarıcı bir tabir.
Çetin Altan'ın "Kitap Az Yaşamayı Önler" başlıklı bir yazısı
vardı. Öyle bilmiş bilmiş, kitap okumayan güzel konuşup yazamaz,
demeyeceğim. Bu kadar best seller meraklısı bir toplumda bu absürd
olurdu. Ama az yaşayan az sözle idare eder, varlığını ve kerameti
kendinden menkul iktidarını performansa dönüştürenler ise sözle
racon keser, dememe izin verin lütfen.