Sıkıntısız 206 üniversite bir yana Ayşe Buğra bir yana

Erdoğan’a göre Boğaziçi geri gidiyordu, ayağa kaldırmak için Melih Bulu’yu göndermişti oraya. Melih Bulu, Ayşe Buğra’ya teşekkür ederken muhtemelen üniversitenin geri gittiğini henüz duymamıştı, dün Erdoğan’dan öğrendi.

Ali Duran Topuz atopuz@gazeteduvar.com.tr

Cumhurbaşkanı dün dedi ki “206 üniversitede sıkıntı yok, 207 Boğaziçi, ne oluyor?”

Sıkıntı yok ne demek? Fotoğrafını Numan Kurtulmuş vermişti 3 Şubat’ta. İktidar partisi genel başkan vekili Kurtulmuş, parti kongresi için gittiği Antep’te kentin üniversitesini ziyaret etti. Rektörün odasından bir fotoğraf yayınlandı, ziyaretin fotoğraftan başka amacı yoktu muhtemelen. Kurtulmuş, rektörün koltuğuna oturmuştu. Sıkıntı yoktu yani. Rektör de yanında düğmesini iliklemiş ayakta duruyordu. Sıkıntı yoktu yani. O halde “sıkıntı yok” demek, siyasetçinin önünde düğme ilikleyip, ona borçlu olunan koltuğu lüzumu anında yine ona terk etmek demek. Elbette o odaya sadece iktidar partisi genel başkan yardımcısı girmeyecek, diğer milletvekilleri, milletvekili olmayan parti yetkilileri ve elbette orası üniversite olduğuna göre okumaya gelmiş partililerin çocukları da girecek. Rektör ayakta ilikli düğmeliyken dekan, bölüm başkanı, kürsü sahibi, asistan filan bacak bacak üstüne atıp oturacak değil tabii ki. Üniversite parti kaynaşması demek yani sıkıntı yok demek.

 ATAMANIN SIRRI: SIKINTI VAR

Yine Erdoğan daha önce yaptığı atamalara tepki gelmediğini ama buna geldiğini söyledi. Gerçekten de 2016’daki “olağanüstü hal” koşullarında çıkarılan kararnamelerden biri ile üniversitede rektör atamasında “seçim” yöntemi ortadan kaldırıldı. (İktidar partisi daha önce bunu kaldırmak için kanun önermiş, tepkiler üzerine vazgeçmişti.) Gerekçe de basitti: “Kırgınlıklara, kişisel çekişmelere ve haksız uygulamalara… yol açıyor.” Yani, demokrasi varsa sıkıntı var, kırgınlık var, çekişme var, yoksa sıkıntı yok. Değişikliğe tepki imkanı pek yoktu, OHAL vardı. Sonraki atamalarda atamanın yapıldığı üniversitelerden ses çıkmayınca kimse de ses etmedi. Sıkıntı yoktu yani. Fakat sıkıntısız iş de o kadar iyi değil, bazen sıkıntı gerekir, hele sıkıntılı yerler varken, Boğaziçi gibi.

Erdoğan’ın sözle, Kurtulmuş’un görselle kurdukları cümleler, Boğaziçi’nin iktidar gözündeki yerini ve neden oraya birdenbire orayla ilgisi sadece “yüksek lisans ve doktora yapmak” düzeyinde olan bir ismin atandığını anlatıyor aslında. Kalan 206 üniversitede sıkıntı yok ama işte 207 “sıkıntısız”lar arasına girmiyor henüz; 207’deki “sıkıntı” o kadar büyük ki aralarında 20, 30 yıldır çalıştıkları üniversiteye rektör olacak biri bile yok mesela iktidar gözünde, mecburen rektörlükten başka akademik becerisi bilinmeyen bir siyaset heveslisi atanacaktı.

USUL, ESAS VE TEŞEKKÜR EDİLEN AYŞE BUĞRA

Atanan rektör, usulen tepki gördü başlarda ve çok geçmeden nitelik olarak da rektör olmaması gerektiğini kanıtladı, her fırsatta. Kampüste polis dert değildi onun için. Kendisi devletti, devlete dokunan yanabilirdi. Öğrenciler dövülmüş, kapıları kırılmış, gözaltına alınmış derdi değildi. Arada üniversite hocaları ile öğrencilerin gönlünü alma numaraları yaparken bir isim zikretmişti, o hatasını da dün Erdoğan düzeltti: Ayşe Buğra.

Erdoğan’a göre Boğaziçi geri gidiyordu, ayağa kaldırmak için Melih Bulu’yu göndermişti oraya. Melih Bulu, Ayşe Buğra’ya teşekkür ederken muhtemelen üniversitenin geri gittiğini henüz duymamıştı, dün Erdoğan’dan öğrendi.

ZULMEN TUTUKLU KAVALA VE SOROS LEKESİ

Bir şey daha öğrendi: Ayşe Buğra’ya teşekkür edilemezdi. Çünkü o, “Osman Kavala denilen, Soros’un temsilcisi olan kişinin karısı”ydı ve “provokatörlerin içinde” yer alıyordu. Melih Bulu’ya yapacağı rektörlüğün kılavuz kitapçığı niteliğindeki konuşma, itiraz ve protestoların “provokasyon” olarak tanımlanması ile yetinemezdi elbette, Kabe resmi işi tutmamış gibiydi, itirazlar azalmıyordu, o halde özel bir taş atmak gerekiyordu, çok özel, birkaç kuşu birden vuracak bir taş.

Madem ki aynı zamanda hazır konuşuyorken Osman Kavala davası vardı! Madem ki asla dışarı çıkmaması gereken biri olarak yeni rejimin özel hedeflerindendi. Boğaziçi ile Kavala arasında bir köprü kurmak, hem (milyonda bir bile olsa) olası bir tahliye kararını engellemek, hem de öğrenci ve hoca eylemlerine yönelik öfkeyi harlayacak yeni bir başlık bulmak demekti.

Cumhurbaşkanı’nın cümlesi bu mühendisliğin ürünüydü; ilk darbe Kavala’ya idi: Zaten (Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun iç acıtan doğruluktaki tanımıyla) zulmen tutuklulardan biri olan Osman Kavala, daha önce “Macar Yahudisi” tarifiyle anti-semitist resmi öfke nesnesi ilan edilmiş Soros’la ilişkiye sokulmuştu. İltisak tazelemek gerekliydi. Kavala böylece bir kez daha kitleler önünde haksız fiile maruz kalırken, Ayşe Buğra da “Kavala’nın karısı” olarak taşın ikinci hedefiydi. Ağırlaştırılmış taş: Soros’un temsilcisi Kavala’nın karısı, provokatör demesek bile yeterdi.

YURTTAŞIN HUKUK PAYI, SAYGI PAYI

Cümlenin mühendisliği, sadece Kavala dosyası ve Boğaziçi itirazlarını yönlendirmeyi hedeflemiyor, bir de adabı muaşeret imhasını içeriyor: Yurttaş-devlet ilişkisinde “hukuk”un ve “hukuksuzluk”un ait görüldüğünüz siyasal kampa göre dağıtıldığı, sadece yurttaş olmaktan kaynaklanan hiçbir hukuki güvencenin bulunmadığı bir rejim inşa edilirken, “saygı” ve “saygısızlık” da aynı ilkeye göre pay edilecekti elbet. Ayşe Buğra’nın birikimi, akademik kariyeri, hasletleri ve hiçbiri olmasa bile sadece yurttaş olmaktan kaynaklanan saygınlığı, “eş durumundan” kamuoyu önünde özenle seçilmiş yakışıksız ifadeler eşliğinde sıfırlanabilirdi, ne de olsa “suçun şahsiliği” artık ne hukukun ne de başka ilişkilerin önemsediği bir şeydi. Ne de olsa bu kasten incitmeyi amaçlayan ifadelere 206 üniversiteden bir ses çıkacak değildi, 207’ncide çıkan sesler de zaten konuşmanın hedefiydi.

Ayşe Buğra akademik zümre içinde olduğu için övünecek sayısız üniversite var ama anlaşılan hiçbiri Türkiye’de değil.

NOTLAR

1

Daha önce rektör seçimini kaldıran kişi, 12 Eylül cuntasının lideri, YÖK’ün kurucusu Kenan Evren’di. Gel zaman git zaman 1992’de seçim geri geldi. Numan Kurtulmuş’un Antep’ten çektirdiği fotoğrafta, koltuğun arkasındaki duvarda Mustafa Kemal Atatürk ve Recep Tayyip Erdoğan’ın fotoğrafları vardı, ama insanın gözü bir yerde Kenan Evren’in fotoğrafını da arıyordu; belki rektörün düğmesindeydi, bilemedim.

2

Erdoğan’nın nutkunun kendisi, Boğaziçi sürecine ilişkin iktidar stratejisinin bütün özelliklerinin matrisi niteliğinde. En olmayacak kararı bul ve al, itiraz edenleri din-devlet-millet retoriğiyle şeytanlaştır, polis-adliye makasını öfkeyle doldurup sahneye sür, tepki artarsa dozu yükselt, azalırsa zaten sıkıntı yok. İşte “devletin gücünü sınamayın” lafı da eylemcilerin şu kadarının şu örgütten bu kadarının bu örgütten olduğu sahte haberleri hep bunun gereği. Gözaltı yapmanın saçma kaçacağı suçlardan tutuklama çıkması da “devletin gücü” denilen şeye dahil, öyle bir güç ki hukuk yanında ancak file göre karınca kalır.

3
Bu yazıyı yayın için gazeteye yolladıktan sonra, Boğaziçi’ne iletişim ve hukuk fakülteleri açılmasına ilişkin cumhurbaşkanlığı kararnamesi yayınlandı. Anlaşılan, rektörlüğe atanan ismin kadro sıkıntısı bu fakültelerin oluşturulmasıyla yok edilecek. Kontenjanlar kaç kişi olur acaba? Malum, Kenan Evren üniversite yozlaştırmanın bir yolu olarak şişirilmiş kontenjan dersini çok önce vermişti. Tıp fakültesi de yakındır, adapte edilecek bir hastane saptamaya bakar her şey.

 
 
 
Tüm yazılarını göster