Sıla Erkan: 'Eşyalı Kiralık' oyunu bir büyüme hikayesi

Sıla Erkan yazıp yönettiği 'Eşyalı Kiralık'la ilgili "Şunu anlatmaya çalışıyorum; büyümek biraz da taklit edilen bir şey. Kolluksuz şekilde denize atladığımızda büyürüz ya hani, öyle biraz" dedi.

Abone ol

DUVAR - Bu haftaki tiyatro oyunumuz 'Eşyalı Kiralık'... Apartman Sahne’ye ait olan, Sıla Erkan’ın yazıp yönettiği 'Eşyalı Kiralık', Dir0eklerarası Tiyatro Ödülleri 2023 "Umut Veren Genç Kadın Oyuncu", Ekin Yazın Dostları Tiyatro Ödülleri 2021-2022-2023 "Yılın Genç Yeteneği", Yeni Tiyatro Dergisi Emek ve Başarı Ödülleri 2023 "En İyi Çıkış Yapan Kadın Oyuncu" ödüllerine layık görülen bir oyun. Oyuncuları Sıla Erkan, Beria Peren Uçar, Sarper Özcan, Soner Cuger, Çağlar Çeliköz.

'Eşyalı Kiralık' seyircilerini Apartman Sahne’de ağırlamaya devam ederken biz de oyunun yazarı, yönetmeni ve oyuncusu Sıla Erkan’a sorularımızı yönelttik.

“OYUN BAŞTAN SONA 90’LAR ESTETİĞİNE SAHİP”

'Eşyalı Kiralık' nasıl ortaya çıktı?

'Eşyalı Kiralık'ı doğuran bir oyun vardı aslında. 'Çekil İtme Beni' adındaki bu oyunu yazan-yöneten de bendim. Daha absürt, daha karşı gerçekçi bir oyundu bu. Oyundaki karakterlerin belli bir ismi yoktu: A1, A2, A3, A4, A5 diye isimlendirilmişti. Sonra ben A1’i alıp gerçek bir ortama koydum. Bu karakterin derdi ne olur, hayatta neyle mücadele eder diye düşünmeye başladım. 'Eşyalı Kiralık'taki karakterler işte böyle ortaya çıktı. Daha sonra, bu karakterlerin bir eve girip çıkmaları, birbirleriyle bağlantılı şekilde yaşamak zorunda kalmaları üzerine düşünmeye başladım. Böylece, birbirinden bağımsız beş hikayeye sahip olan karakterlerin serüveni iç içe geçti ve 'Eşyalı Kiralık' şimdiki haline kavuştu.

Sahneye koyma süreci nasıldı peki?

Yazma süreci biraz sıkıntılıydı çünkü ben o süreçte hastanede, annemin yanındaydım. Ancak bir bitiş tarihimiz olduğu için oyunu mecburen hastane odasında yazmaya başladım. Sonra hastane odası, hastane bahçesi, fırsat buldukça gittiğim Kadıköy kafeleri, ev falan derken nihayet yazmayı bitirdim ama çok zorlu bir süreç oldu.

Metin ortaya çıkınca hem sahneleme sürecine girdik hem de bir dramaturgla beraber neler yapabiliriz diye düşünmeye başladık. Oyun baştan sona 90’lar estetiğine sahip olduğun için, 90’ların sit-com estetiğinden de yararlanalım istedik. Bir de bizim oyunumuz 19 epizottan oluşuyor aslında. Ve bunları bağlayan ara sahneler var; danslar, ışıklar vs. Bu yüzden en çok dikkat ettiğimiz şey oyunun temposu ve ritmiydi.

Oyun bir 90’lar oyunu. Bunu seyirciye vermek için her türlü şeyi yapmaya çalıştık. Zaten seyircilerimiz de bize, “Bir zaman kapsülüne girip çıktık” diyorlar. İşte bunu verebilmek için dekordan kostümlere, danslardan dış seslere kadar her şeyden yararlandık.

Oyuncuların bir kısmı daha önce çalıştığım arkadaşlarım, bir kısmı buradaki derslere, atölyelere katılan kişilerdi. Yani hepimiz birbirimizi tanıyorduk. Bu da birbirimizi daha iyi anlamamıza, süreci daha iyi götürmemize sebep oldu.

Oyunun ana dekoru bir kanepe ama başlangıçta böyle bir şey yoktu. Dramaturgumuz Nagehan Gürkan önerdi onu. Sitcom’larda da çokça gördüğümüz bu eşya, karakterlerin toplanacakları bir yer oldu böylece. Oyunun ritmini düzenleyen etmenlerden biri de kanepe zaten.

"BÜYÜMEK BİRAZ DA TAKLİT EDEREK OLAN BİR ŞEY"

Oyun bir büyüme hikayesi anlatıyor bize. Pek çok ebeveynin adı geçip duruyor ama onları ne görüyor ne duyuyoruz.

Evet, bu bir büyüme hikayesi. Azra adlı küçük kızı büyüten onun anne ve babası değil aslında. Diğer oyuncular, yani gençler olarak biz büyütüyoruz onu. Elbette Azra’yı büyüten onun ebeveynleri ama şunu anlatmaya çalışıyorum; büyümek biraz da taklit ederek olan bir şey. Kolluksuz şekilde denize atladığımızda büyürüz ya hani, öyle biraz.

Ancak işin şöyle bir kısmı da var: Azra’yı gıyaben büyüten diğer gençler de aslında büyüyememişler ki. Azra’ya her ne kadar üstten üstten konuşsalar da, onlar ne kadar büyümüşler yani? Bu ikiliği vurgulamaya çalıştım.

Karakterler arasında sınıfsal bir fark da mevcut.

Bizim oyunumuz ters dubleks bir evin alt katında geçiyor. Tam olarak hatırlamıyorum ama ben küçükken böyle ters dubleks bir ev görmüştüm. Burada çamaşır odası vardı, ebeveyn banyosu vardı, piyano vardı… Bunlar benim için çok yeni şeylerdi. Sadece benim için değil, 90’lı yıllarda gençliğini yaşamış, kasetten müzik dinlemiş pek çok genç için de böyleydi. Oyun biraz da buradan çıktı ama "onlar zengin - bunlar fakir" şeklinde bir dert de yok tam olarak. Karakterler arasındaki sınıfsal fark, biraz özenilen, biraz da bu özentiden hareketle tepki yaratan bir ikilem oluşturdu. Normal bir televizyon dizisi olsaydı bu, karakterleri çok daha trajik sonlar bekleyecekti ama ben sahnede onlara çok fazla kıyamadım tabii.

İKİ YENİ OYUN: 'BARAN' VE 'TEBDİL-İ MEKAN'

Yazarlık, yönetmenlik ve oyunculuğun yanında Apartman Sahne’nin de kurucususunuz. Bize biraz bu sahnenin öyküsünü anlatır mısınız?

Benim bir dans ve radyo geçmişim var. Tiyatroya bunun üzerine başladım. O zamanlar 'Mizahiyet Teorisi' adlı bir ekibimiz vardı. Şimdi Apartman Sahne’nin bulunduğu yerde prova alıyorduk. Tabii o zamanlarda böyle ışıklar, havalandırma, sahne düzeni, aynalı kulis falan yoktu. Mütevazı bir çalışma alanıydı.

Sonra ben kendi ekibimi kurmayı kafaya koydum. Tam bu sıralarda, burayı kullanan ekibin taşınacaklarını öğrendim. Birkaç arkadaş kafa kafaya verdik, "yapabilir miyiz acaba" diye. Nitekim elde avuçta ne varsa, krediler çekerek girdik. Bu sene de altıncı senemizi kutlayacağız.

Hazırladığınız yeni oyunlar var mı peki?

5 Ekim’de prömiyerini yapacağımız benim yazıp yönettiğim 'Baran' adlı tek kişilik bir oyunumuz var. Fırat Aksal oynuyor. Fırat hem oyuncu hem de stand-up’cı. Oynadığı karakter Baran gibi o da Diyarbakır Dicleli. Ayrıca Fırat sadece o yöreye değil, anlatı geleneğine de hakim olduğundan güzel bir oyun çıktı ortaya.

Kabaca bahsetmem gerekirse; Baran üstüne bir suç atıldığı için haksız yere içeride yatmış ancak yine de mutlu olmaya çalışan biri. Mutluluğun şimdiki zamanda, yani anda olduğunu bilen ve bunu yaşayan biri. Seyircilerimizin beğeneceğini ümit ediyoruz.

Sonra, 'Tebdil-i Mekan' adlı bir oyunumuz olacak. Farklı nedenlerden ötürü evsiz kalmış ve bir parkta bir araya gelmiş beş kişinin hikayesi bu da. Mekan olarak özellikle parkı seçtik çünkü park ne tam sokak ne tam sokak değil. Bir de Alpay Erdem’in çizgi evrenini çok severim ben. Alpay Erdem de bu oyunda bize yardımcı olacak. Bu yüzden çok heyecanlıyız.

Bir de şunu da söylemek istiyorum. 'Baran' hariç diğer üç oyun aslında bir üçleme. 'Tebdil-i Mekan' çıktıktan sonra üçlemeyi gerçekten de üç gün art arda oynamayı düşünüyoruz. 'Çekil İtme Beni', 'Tebdil-i Mekan' ve 'Eşyalı Kiralık'.

Oyunların haricinde Apartman Sahne’de tiyatro ve stand-up atölyeleri de yapıyoruz.

Son olarak, özel tiyatroların durumuna dair neler söylemek istersiniz ve nasıl bir öneride bulunmak istersiniz?

Vallaha hepimizin durumu ortada. Özel tiyatrolar ilk kurulduğunda bizim ustalarımız ne zorluklar yaşadılarsa biz hala o zorluklarla mücadele ediyoruz. Örneğin ben 'Eşyalı Kiralık'ı arkada iki büyük duvar, ortada bir büyük kanepe var diye hiçbir yere götüremiyorum. Nakliye bile büyük para. Ancak seyircimiz Apartman Sahne’de bizi yalnız bırakmıyor, 'Eşyalı Kiralık'ı bugüne kadar hep kapalı gişe oynadık mesela.

Yapılması gereken şeyleri hepimiz defalarca kez söyledik, ben buna ekstra olarak şunu söyleyebilirim. İş biraz da seyircide. Yani beş tane Şehir Tiyatrosu’ndan bir şey izliyorsan, bir tane de özel tiyatrodan izle. Beş kere filme gidiyorsan, bir kere de tiyatroya git. Keza beş kere konsere gidiyorsan bir kere de tiyatroya git. İstanbul’da her akşam oynanan bir sürü oyun var.