Şili’de kapsamlı anayasa değişikliği referandumu yüzde 62 gibi yüksek bir oy oranı ile reddedildi. Sağcı güçlerin ilerici olarak anılan bu anayasaya karşı zaferi ülke hakkında pek çok sorunun sorulmasına neden oldu: Üç yıl önce ayaklanan Şili halkının taleplerine ne oldu? Neden bu kadar yüksek bir oranda 'hayır' çıktı? Devlet Başkanı seçilen solcu Gabriel Boric nerede hata yaptı? Revizyonist talepler mi, aşırı sol talepler mi mağlubiyete neden oldu? Hedefte neoliberal sistem değil de sadece görünürde bir eşitlik sağlamak mı vardı?
Sorular çoğaltılabilir… Ancak gerçek şu ki, iki yıl önce anayasa değişikliği talebi doğrultusunda yapılan referanduma neredeyse yüzde 80 evet oyu veren de aynı Şili'ydi. Dolayısıyla bugünkü ret, ilk bakışta tezat gibi görünüyor. Oysa işler o kadar da karmaşık sayılmaz. Bu sorulara yanıt verebilmek için kısa bir özet geçelim.
***
Şili’de üç yıl önce eski devlet başkanı Sebastian Piñera hükümetinin neoliberal politikalarına karşı devasa sokak gösterileri düzenlenmişti. Uzun soluklu bu eylemler nedeniyle Piñera hükümeti geri adım atarak ‘yeni anayasa’ talebini gündeme getirmişti. Kanlı bir darbe ile iktidara gelen Augusto Pinochet ile özdeşleşen Şili Anayasası, aynı zamanda sermayenin mutlak egemenliğine dayanan neoliberal politikaların da öncüsü olarak biliniyor. Bunu unutmuş olsak da Şilililer protestolardaki ‘Neoliberalizm Şili’de doğdu ve Şili’de ölecek’ yazıları ile bunu dünyaya bir kez daha hatırlattı.
Tabii sokaktaki talepler ‘referandum’ ile karıştırılmamalı. Piñera için referandum bir nevi işin içerisinden az sıyrıkla çıkma planıydı. Boric gibi reformistler başından beri sokağın enerjisini ‘referandum’ gibi bir gündemle söndürmeye çalışsa da protestoların talebi oldukça kökten ve ekonomik anlamda kapsamlı bir değişimdi.
Konuya dair Çağrı Sarı’nın Evrensel Gazetesi için Soner Torlak ile yaptığı röportajda dikkat çekici bir nokta vardı:
“Aşırı-sağcı Piñera hükümeti burada bir taşla iki kuş vurmayı hedefledi: Birincisi bir halk ayaklanmasıyla devrilme riskini anayasada oldukça ciddi tadilatlara giderek ve hatta meclisi yeniden seçime götürmeyi -kendisinin seçilmemesini de göze alarak- bertaraf etmek; ikincisi, neoliberal ekonomik sistemin temellerine dokunulmadan mecliste erkek-kadın temsil eşitliği vs. gibi üstyapısal siyasal reformlarla mevcut krizi atlatmak. Aşırı-sağcı Piñera hükümetinin bu iki konuda da başarılı olduğu söylenebilir: Nihayet, metro zammıyla başlayan toplumsal çalkalanmayı durdurabildi ve Şili’de neoliberal sistemin temeline dokunmaksızın -diktatörlük anayasasını lağvetmek vs.- gibi ‘demokratik’ ve makyaj niteliğindeki reformlarla günü kurtarabildi. Fakat son seçimlerde sol-eğilimli ittifakın adayı Boric’e yenilmekten de kurtulamadı.”
***
Referanduma kadar ülkede yaşananlara dair biraz fikrimiz olduğuna göre şimdi içerikten bahsedelim. Toplumun çeşitli kesimlerinden temsilcilerden oluşan Anayasa Konvansiyonu’nun hazırladığı öneri aslında oldukça geniş bir kapsama sahip. Yerlilere özerklik, kürtaj hakkı, çeşitli makamlarda yüzde 50 kadın kotası, sosyal devlet modelinin benimsenmesi, hayvan ve çevre hakları… Gibi konuların yer aldığı anayasa önerisi, türünün en uzun örneklerinden. Pek çok kişi referandumdan bu denli yüksek oranda hayır çıkmasını öncelikle bu geniş kapsama bağlıyor. Elli dört bin kelimelik bir anayasa, bir referandum için ideal sayılmaz.
Dolayısıyla metnin kapsayıcılığının paradoksal bir şekilde yarattığı ayrım söz konusu. Konu hakkında Anayasa Konvansiyonu’ndan yazar Jorge Baradit, El Siglo’ya verdiği röportajda, “Geriye dönüp bakacak olursak bunca çeşitli konuları içeren bu kadar büyük bir kapalı paketi onaylamak, başarı ihtimalinin safça görünmesine neden olur” diyor ve böylece toplumsal çıkarların kesişimini fazlalaştırdığını dile getiriyor. Baradit, tüm ötekileştirilmiş, sesini duyurmak isteyenleri kucaklama fikrinin Şilililerin tamamı için ne ifade edeceğini öngöremediklerini dile getirerek özeleştiride bulunuyor. Bu düşüncesini şu sözlerle açıklıyor: “Örneğin kimilerine göre Anayasa çok iyiydi ancak kürtaj konusu ‘tahammül edilemezdi’ ve diğer 387 maddeyi bu nedenle reddettiler. İbadet özgürlüğü konusunda da şüpheler mevcuttu, sadece bu yüzden her şeyi reddettiler.” Yani mevzu “Okumaya üşendiler, o yüzden ‘ret’ oyu verdiler” diyenlerin anlattığı gibi değil…
Farklı kesimlerden seçim sonuçlarına dair farklı yaklaşımlar var. Örneğin siyasi yelpazenin daha sağından yapılan yorumlarda anayasa önerisinde yer alan ‘Şili’nin Latin Amerika ülkeleriyle bağlarını güçlendirmesi’ kısmı eleştirildi ve bunun ‘bir anayasa meselesi değil bir politika meselesi olduğu’ dile getirildi. Bunun da basit ve siyasi arka planı olan bir yorum olduğunu söylemek gerekiyor. Ne de olsa anayasa taslağında yer alan böylesi maddeler genel bir çerçeve çiziyor ve Latin Amerika ülkeleriyle olan ilişki örneğinde olduğu gibi politikanın nasıl yürütüleceğine dair bir yön belirlemiyor. Kaldı ki bu sahadaki temel hoşnutsuzluğun nedeni olarak sunulamayacak kadar zayıf bir örnek. ‘Latin Amerika ülkeleriyle ilişki’ gibi bulanık bir ifade ile damarına bastığınız insan sayısı, seçim sonucunu etkileyecek kadar çok olmasa gerek.
Sol/sosyal demokrat cepheden seçim sonuçlarına dair bir diğer ‘zayıf’ gerekçelendirmeden bahsetmek gerekirse ‘yalan haberleri’ konuşabiliriz. Şili’deki burjuva medya ‘anayasanın fazla solcu olduğu gerekçesiyle reddedildiğini’ iddia etti. Seçim dönemi boyunca burjuva medya -ki ülkede ciddi bir ağırlıkları olduğunu söyleyebiliriz- ‘Komünistler geliyor’, ‘özel mülkiyet sona eriyor’ ya da ‘yeni anayasayla yerliler evinizi alacak’ gibi haberlere çok sık yer verdi. Siyasetçiler gittikleri yerlerde doğrudan ‘evimizi size vermeyiz’ gibi tepkilerle karşı karşıya kaldı, yeni anayasada ‘özel mülkiyet hakkı’ güvence altına alınıyor olmasına rağmen. Kuşkusuz burjuva medyanın gücü bir seçimi kolaylıkla etkileyebilir. Ancak bu güç, yüzde 12’lik bir farkın yükünü tek başına çekebilecek kadar büyük bir güç müdür? Tartışılır.
Sol içerisinde sokağın taleplerini ön plana koyarak seçimlerin analizini yapanlar da var. Ülkede yayın yapan La Izquierda Diario gazetesinde yer alan seçim değerlendirmesinde, “Diktatörlük mirasını sona erdirmek için on yıllardır verilen kavganın içerisindeyiz ve Pinochet’in Anayasası’ndan kurtulmak isteyen milyonlarla aynı özlemi paylaşıyoruz” ifadesi yer aldı. Değerlendirmede eleştiriler ise şu şekilde aktarıldı, “Ancak Anayasa Konvansiyonu, Ekim taleplerini kazanmak ya da bir azınlığın ayrıcalıklarını, bu sistemin yarattığı yapısal eşitsizlikleri ve sefaleti sona erdirmek için bir araç olmamıştır. Tersine, sağı güçlendirmenin, eski rejime, restore ederek, meşrutiyet kazandırmanın, mücadelecilerin demoralizasyonu ve tasfiyesinin hizmetinde olmuştur.”
Gazete durum tahlilinin yanı sıra geleceğe dair de bir yol haritası çiziyor: “Haklarımızı fethetmek için tekrar mücadele ve örgütlülük yoluna düşmeli, Ekim taleplerini gündem edinmeli ama aynı zamanda emekçi halkın ihtiyaçlarına yanıt olabilen acil durum programını dayatmalıyız.” Yazıda aynı zamanda uzun bir süredir Mapuçe topraklarında süren OHAL koşullarının askerileştirme politikalarıyla birlikte kaldırılması ve tutuklanan Mapuçe siyasi liderlerinin tahliye edilmesi de yer alıyor -evet, yerli haklarından bahseden Boric’in Şili’sinde sokak gösterilerinde tutuklanan eylemciler ve Mapuçe liderleri hâlâ cezaevinde… Makalenin belki de en değerli yeri, kimi aileler için yardım gibi reformların emekçi halk için bir çözüm olmadığı, çünkü o yardım maaşlarının da bizzat emekçiler tarafından üretildiği kısmı. Izquierda Diario, bu yüzden krizin faturasını büyük iş insanlarının ödemesi gerektiğini dile getiriyor.
***
Doğru, söz konusu anayasanın kabulü elbette Şili’deki pek çok ilerici değişimi de beraberinde getirecekti. Ancak olmadı. Tersine, ekonomik adaletsizliğe ve ayrıcalıklı kesimlerin dizginlenmeyen neoliberal politikalarına karşı, ülkeyi hali hazırda zapt etmiş milyonları pasifleştirdi. Şimdilerde Boric, ‘kutuplaşmaya karşı ülkenin birlik ve beraberliği’ gibi masallarla Şili sağıyla parlamento koridorlarında müzakerelere devam edeceğini açıkladı…
Sizce sokağın kökten değişim isteyen taleplerini amasız fakatsız uygulamanın ve bu talepleri örgütlü bir hat ile buluşturmanın yolunu aramak hayalperestlik midir? Yoksa asıl hayalci olan, bahsi geçen taleplere minik adımlarla ulaşmaya çalışmak mıdır? Üstelik karşınızda elindeki hiçbir ayrıcalığı vermeye yanaşmayıp en küçük bir geri adımda bile namluları suratınıza sürmekten gocunmayan bir kesim varken.
O minik adımlar yüzlerce yıldır doğru düzgün bir yere varamamışken, kalkıp sokağın talebini emekçi kitlelerin çıkarıyla şekillendirmeyi önerenleri idealizmle suçlamak gülünçtür. Toplumların ya da bizzat gezegenimizin bu kör reformları bekleyecek kadar sabrı var mı dersiniz? Dolayısıyla mücadele hattını örecek sathın çizgisini hem net, hem de hızlı bir şekilde çekmek gerekiyor… Eşit olmayan savaşta fırtına ile çarpışacaksınız, çünkü ikinci bir seçenek yok.
Protestolar sırasında neoliberalizm için Şili’de bir mezar kazılmıştı. Ancak reformistler gelip bürokratik vaatlerle bu mezara bir kamyon toprak döktü. Hatta bu işi bile eline yüzüne bulaştırdı. Daha kazılacak çok mezar var. Yeter ki demokratik alanda mevzi kazanmakla, hali hazırdaki mevzileri tahliye etmeyi birbirinden ayırabilelim.
Sibel Özbudun’dan bir alıntı ile bitirelim: “Günümüzde ayaklanarak Başkanlık saraylarını basan, Merkez Bankalarını işgal eden emekçi yığınlarının gözü karalığı böylesi bir dönüşüme hazır olduklarını haykırmaktadır, duymasını bilen kulaklara…”[1]
[1] https://gorus21.com/kolombiya-yeni-pembe-dalga-ve-dusundurdukleri/#_ftn1#_ftn1