Silivri’den çıkamayan yasaklı sözcüklere ve kısa çöpün uzun çöpten hakkını almasına dair
Ben susarsam suskunluğumdan cesaret alırlar, ben konuşursam cesaretleri kırılır.
Nuriye Gülmen*
Cuma günü telefonumu kestiler. Çorlu Tren Katliamının 4. Yılıydı. Telefon açtığımda kardeşim katliam anmasına katılmak üzere yoldaydı. Ona Çorlu’da katledilenlerin anısına Nesini Söyleyim türküsünü söylemek istedim. İlk iki dizeyi söylememle telefonun kesilmesi bir oldu:
“Nesini söyleyim canım efendim
Gayri düzen tutmaz telimiz bizim”
Sizin de büyük ihtimalle telefonunuz dinleniyordur. Özel görüşmelerinizin dinlenmesinin nasıl can sıkıcı olduğunu bilirsiniz. Fakat dışardayken tutunabileceğiniz bir belirsizlik vardır. Hiçbir zaman tam olarak emin olamazsınız; bu işi nasıl yaptıklarını bilmiyorsunuzdur; sonuçta oturup her görüşmenizi baştan sona dinleyen, size tahsis edilmiş bir dinleyici de yoktur. Bir iddianamede karşınıza çıkana kadar “dinlenme” sorunu ihtimaller içinde bir ihtimaldir. Canınızı sıkar ve sizi temkinli olmaya iter.
Burada kartlar açık. İşi telefonu dinlemek olan bir memur var. Kendisine, bu dinleme faaliyetinden dolayı düzenli olarak maaş ödeniyor. Yalnız öyle sandığınız gibi küçümsenecek bir iş değil. Bu memur, hapishanenin bilmediğiniz bir yerinden onay vermeden siz çevir sesini duyamazsınız. Görüşmede teknik bir sorun olursa çözüm mercii aynı kişidir. Süreniz dolduğunda telefonu o keser. Konuşurken suç işleme ihtimalinizi bertaraf eden de odur. O devletin, dinlemeyi bilen kulağıdır.
Ve bilmeniz gereken bir şey daha: Burada yaptığınız bütün görüşmeler en az üç kişiliktir.
GÖRÜŞMEYİ SİZ YAPIYORSUNUZ AMA ALMAÇ BAŞKASININ ELİNDE
O gün, her zaman olduğu gibi malum kişi tarafından dinlenecek görüşmemi yapmak üzere hücreden alındım, ankesörlü telefona götürüldüm, aramamı yaptım. Kardeşimle hoş beş ettikten sonra türküyü söylemeye başladım ve çat! Görüşme üçüncü kişi tarafından sonlandırıldı. Hakkınızın gasp edilmesini, bu tür hak gasplarıyla tecridin artan etkisini bir kenara koyun, hepsinden önce insan onuruna aykırı bir şey bu. Görüşmeyi siz yapıyorsunuz ama almaç başkasının elinde. Söyledikleriniz hoşuna gitmezse telefonu kapatıveriyor.
Telefon kesilince- tabiri caizse- nevrim döndü. “Neye göre kesiyor benim telefonumu, ne hakla kesiyor, halk türküsü de mi söyleyemeyeceğiz!” diye feveran etmeye başlayınca, vardiya sorumlusu olduğunu söyleyen gardiyan geldi. O arada, telefonla malum üçüncü kişiye ulaşıldı. Telefonumu hangi ulvi gerekçeyle kestiği soruldu. Meğerse, sözleri sakıncalı bulmuş! Bunu duyunca daha çok sinirlendim. Söylediğim ilk iki dizenin sözlerini tekrar edip durdum sürekli:” Neresi sakıncalı bu sözlerin? Kim karar veriyor neyin sakıncalı olduğuna? Neymiş sakıncası, o zaman buraya gelip açıklasın!”
Tartışma uzadı. Sonunda kendimi vardiya sorumlusuna türküyü söylerken buldum. O zaman çok öfkeliydim. Şimdi düşününce, bu sahneyi biraz komik buluyorum. Ben türküyü söylüyorum, gardiyan beni dinlememek için sürekli konuşuyor. Kesin olan bir şey var: İkimiz de birbirimizi dinlemiyoruz! Ama kazanan benim!
Türküyü söylememek kaydıyla telefonu görüşüme devam edebileceğim söylendi. Yeniden aradım kardeşime olan biteni, malum üçüncü kişinin de anlayabileceği gibi anlattım. Türküye kaldığım yerden devam ettim. İlk dörtlüğü bitirdim. 2.kıtayı atladım. Şahane 3.kıtayı söyledim:
“Serdari halımız böyle n’olacak
Kısa çöp uzundan hakkın alacak
Bu düzen yıkılıp viran olacak
Akıbet alınır öcümüz bizim.”
Ne oldu dersiniz? Telefon yine kesildi. Fakat ben türküyü bitirmiş, sürenin de sonuna gelmiştim.
Telefonları dinlemekle görevli olan bu kişinin sınırsız yetkisini görüyor musunuz? Karar verme, eyleme geçme hızını? Siz konuşurken o anında güvenlik ihlalini seziyor ve müdahale ediyor. Böyle hassas bir güvenlik algısı, böyle ince bir duyarlılık olduğu sürece Silivri Kapalı’dan dışarıya tek “sakıncalı” sözcük çıkamaz tabii. Ne Serdari’ler kurtulabilir bu güvenli kulaklardan ne Pir Sultanlar…
Oysa AYM’nin görüş ve telefonların dinlenmesine ilişkin son kararı çok açık. Tutuklu/ hükümlülerin aileleri ve arkadaşları, görüşçüleriyle yaptığı görüşmelerin (telefon ya da görüş) dinlenmesi özel hayatın gizliliğinin ihlalidir, diyor AYM. Din-le-ne-mez!
Gelin görün ki burada bir hapishane görevlisine ya da infaz hakimine AYM kararlarından ya da anayasal güvencelerden bahsettiğinizde, can sıkıcı bir ayrıntıyı uzattığınız hissine kapılıyorsunuz. Ardından şu cevap geliyor: “Karara itiraz edebilirsin. Suç duyurusunda bulunabilirsin.”
Bunları duyunca kötü dublajlı Hollywood filmlerdeki karakterler gibi konuşasım geliyor: "Hey dostum! Oradan bakınca hakkını aramayı bilmeyen biri gibi mi görünüyorum ha! Neden buradayım sanıyorsun? Eğer işini düzgünce yaparsan kimsenin senin dahiyane önerilerine ihtiyacı kalmaz!”
Merak etmeyin, dublajsız ve tane tane konuşuyorum. Onlara görev ve sorumluluklarını hatırlattıktan sonra suç duyurumu da itirazımı da yapıyorum. 2 yıldır hapishanedeyim. Henüz kabul edilmiş bir itirazım; suç duyurum üzerine hakkında işlem başlatılan bir görevli olmadı. AYM ve AİHM’den sonuç alınabilir mi? Ömrünüz yeterse ve şansınız yaver giderse neden olmasın!
O TÜRKÜYÜ HEP BİRLİKTE SÖYLEYELİM DİYE
Peki telefonumun kesilmesi çok mu önemli?
Ağır tecrit koşullarında, dışarıyla iletişim kurabildiğim çok sınırlı birkaç araçtan bir olması yanıyla, evet.
Sadece, bir hak olduğu için de çok önemli.
Çünkü haklar, sizi, onu kazanmak için bedel ödemiş olanlarla ve sizden sonra kullanılacak olanlarla akraba kılar. Öncekilere ve sonrakilere borçlusunuzdur.
Bir hakkın -ne olduğundan bağımsız olarak- bu kadar keyfi bir şekilde gasp edilmiş olması yanıyla da çok önemli.
Çünkü aynı keyfilikle başka haklara da saldırıyorlar. Sohbet hakkımız, kitap-yayın hakkımız, hasta tutsakların yaşam hakkı, kelepçesiz muayene olma hakkımız… Hepsi aynı keyfilikle gasp ediliyor.
Telefon hakkımın gasp edilmesine boyun eğemem. Bunun karşısında sessiz kalamam. Ben susarsam suskunluğumdan cesaret alırlar, ben konuşursam cesaretleri kırılır. Haksız oldukları çıplak gerçeği ortaya serilir.
Bu yüzden hak gasplarına karşı direnmek zorundayım.
Telefonumu kesen görevli hakkında suç duyurusu yapacağım. Ve sonuç almak için hukuki yolları sonuna kadar kullanacağım. Fakat dışarıda olduğum gibi burada da esas olanın hukuk yolu olmadığını biliyorum. Bu yüzden tutuklandığım ilk günden beri hapishanelerde haklarımızı korumak için verilen mücadelenin parçasıyım. Her gün slogan atıyorum, kapı dövüyorum, hücreden çıktığımda dönüşte oturma eylemi yapıyorum. Akla mantığa, insan onuruna aykırı hiçbir uygulamayı kabul etmiyorum. İtiraz ediyorum, tartışıyorum, protesto ediyorum, fiili olarak direniyorum.
Çünkü bugüne kadar koruyabildiklerimizin direnişler sayesinde olduğunu biliyorum.
Sibel Balaç ve Gökhan Yıldırım, burada benim de parçası olduğum direnişin talepleri için 220 ve 214 gündür ölüm orucundalar.**
Devletin dinlemeyi bilen kulağının tahammül edemediği o türküyü hep birlikte söyleyelim diye. Bir kez daha beraber:
“Serdari halımız böyle n’olacak
Kısa çöp uzundan hakkın alacak
Bu düzen yıkılıp viran olacak
Akıbet alınır öcümüz bizim.”
**Ölüm orucu eyleminin talepleri:
-Acil değil adil yargılanma istiyoruz
-Hasta tutsaklar serbest bırakılsın
-Sohbet hakkı eksiksiz uygulansın
-Kitap ve yayın hakkının önündeki engeller kaldırılsın
-Keyfi disiplin cezalarına son verilsin.
*Silivri Kapalı Cezaevi