Şimdi ben size iyi bayramlar diyeceğim…
Siz başkalarına diyeceksiniz.
Başkaları, daha başkalarına.
Her birimizin söylediği, ayağı matemlere zincirli bayramın gücüne gidecek aslında.
Aslında biliyor ki, bir ötekinden bu kadar nefret edenlerin, bir diğerini bir, hatta bin kaşık suda boğabilecek olanların, evlatlarını kolayca kurban edenlerin, fitne-fesat-tamah-günah histerilerinde gözü dönenlerin “bayram”ı da ikiyüzlü.
“İslam alemi”, ortak bayramını zaten birbirini katlederek, milyonlarca çocuğunu yollara ve yollarda dökerek idrak ediyor.
Yetmiyor…
En tepelerden de sürekli hiddet saçılan “bizim alem”de, hasta yakını doktoru ve tıbbi sekreteri öldürüyor, protesto eden doktorlara polis saldırtılıyor, doktorları yerlerde sürükleyen ve biber gazına boğan polis de aslında amirlerin kendisine uyguladığı manevi şiddetten yakınıyor…
Davalı davacıyı ve avukatını katlediyor…
Eski koca karısını, ev sahibi kiracıyı, kendinden menkul âşık sözde sevdiği genç kadını, intihar eden baba önce evlatlarını; bunalmış asker, polis, esnaf, öğretmen, genç ise bizzat kendini yok ediyor.
İnsan, inancına göre de, inançlarda da bulunabilen insanî telkinlere göre de şöyle düşünebilir:
“Bayram” hakikaten dayanışma, bir ötekini bilme, bulma, hissetme, anlama vesilesi olabilir, değil mi?
Çocuklara misal, bunları anlatabilir.
Fakat her köşesinden nefret, arsızlık, uğursuzluk, kalleşlik, bencillik fışkıran bir “zamane bayramı” sırasında hangi yüzle ne anlatacaksınız?
“Herkesin bir şeysi” olması gerekenler, tüm ikballerini, artık daha ne ikbal olacaksa…
Tüm istikballerini, daha ne kadar istikbal şartsa kendilerine…
Toplumu asgarisinden yarı yarıya yarmak, bir diğerinden nefret ettirmek üzerine kurmuşlar.
Bu bize çok münasip hakikaten.
Çünkü düşmansız yapamayız; düşmansız bayram da olmaz zaten.
Bakmayın dört bir yanımızın düşmanla çevrili olduğuna.
Evet, ama yetmez!
Bize esas iç düşman gerek.
Bütün içimizin düşmanla çevrili olması gerek.
Kimileri apartman, mahalle, tarla komşusunu düşman olarak gözüne kestirir.
Kimimiz veya hepimiz öteki mezhepten, öteki dinden, öteki dilden, öteki “köken”den, karşı cinsten, daha öteki kimlik seçimlerinden olanı.
Kendimizi tanımlamamız, kendimizi rahatlatmamamız, kendimizi insan olmasa da adam yerine koymamız için, düşmandan nefret şarttır ve bizi bu yüceltir.
İyilik, insanlık ile yücelmekten daha keskin, daha kolay, daha kalıcıdır kötülük, fesat, kin marifetiyle yücelmek.
Bunu bir koyuna, bir sığıra anlatamazsın kolay kolay.
O, “kurbanlık” kaderine yürürken veya ayak direrken biraz, bu kadar derin düşünür mü, bilemeyiz.
Sonuçta, kutsallık adına kendisine sallananın da bir bıçak olduğunu görür zaten.
Fakat en azından melerken, mölerken, boynunu uzatır yahut bağlı gözünü kaçırırken, için için sorması çok mümkündür:
İnancınız o ki, evlatlarınızı kurban etmeyiniz diye ben buyruldum…
Siz delilere her gün bayram, her gün evlat kurban edersiniz…
Vallahi billahi ben esas o kandan yoruldum!
Belki de öyle demez.
Belki de zaten o türküdeki gibidir bayram:
Geceler yârim oldu
Ağlamak kârım oldu
Her dertten yıkılmazdım
Sebebim zalim oldu
Bayram gelmiş neyime
Kan damlar yüreğime
Yaralarım sızlıyor
Doktor gelmiş neyime
Ellerin yari gelmiş
Gülmek benim neyime
Bir de sık sık sık “Aman aman garibem” nakaratları vardır ki, birden “Anam anam garibem” olur, “anaların ağladığı”nı da o arada unutmayalım diye.
Özgür olmak isteyen her sesi susturmak, her nefesi sindirmek isteyen bir düzenin elinde kalan, öyle kardeşlik, sevgi filan değil, sadece nefret, hiddet, şiddet, cop, gaz, mapus…
Ahlak adına durmadan ahkâm kesenlerin, onca yoksulluk varken, maddi ahlaksızlıkların dibini bulması gibi!
Şimdi ben size “iyi bayramlar” diyeceğim…
Ve tekrar yazının başına döneceğiz.
İşte öyle…
Öyle işte!
Not: Eski bir gelenek uyarınca, izninizle bayramda yazılara ara veriyorum. Cumartesi ve salı yazı olmayacak. Zaten pazar ve pazartesi yazı günüm değil.