“Hani Taliban gelecekti? Bak, Merkez Bankasına kadın başkan geldi.” Seçim sonuçlarını değerlendiren anlı şanlı isimlerden, isim vermeden yapıldığı için isim vermeyeceğim eleştirilerden –haliyle üstüme aldığım- birisi bu ve en absürt olanı. Evet, Cumhur İttifakı'nın kazanması halinde dini diktatörlük yolunun açılacağını söylemiştim. Hâlâ aynı kanaatteyim ve aslında yazık ki yanıldığımı değil yanılmadığımı gösteren işaretler de gelmekteyken akılcı bir değerlendirme saymam mümkün değil. Şunu da belirtmekte fayda var: Kişiliğinden, kimliğinden, görevinde sergileyeceği başarıdan / başarısızlıktan bağımsız olarak, ülke tarihinde ilk kez bir kadının Merkez Bankası Başkanı olması önemli. Kesinlikle kadın-erkek eşitliği yönünde bir adım atıldığı anlamına gelmediği halde önemli. Çünkü toplumun yarısını oluşturan kadınların üst düzey karar mekanizmalarında yer alması her şeyden önce adaletin gereği ama bir kadının karar verici olması kadın haklarının sigortası değil. Hele de cinsiyet eşitliğine yönelik politika izleneceğine dair gösterge sayılması mümkün değil. Hafize Gaye Erkan’a başarılar dilemekle birlikte tek bir kadının, tek bir kurumun başkanlığını üstlenmesinin, bu ülkede kadın haklarının korunmuş sayılacağı iması içeren böylesi eleştirilere saygı duymam mümkün değil. Pek çok “değil” kullandığımın farkındayım ama değillemek, yeni bir fikri, sistem, düzen önerisini ortaya koymadan önce yapılması gereken ilk iş değil midir?
Bugünlerde seçim başarısızlığı nedeniyle muhalefet partilerine, ittifaklarına ve ittifakları destekleyenlere yönelik, pişmanlık duygusunu da içeren, öfke dozu yüksek had bildirmelerin haddi hesabı yok. ‘Muhalefete muhalefet etmemek için’ yutkundukları her şeyi herkes topluma boca etmeye başladı. Seçim sonuçlarını değerlendirme görünümündeki bütün bu eleştiriler arasında haklılık payı olanlar da elbette var. Ancak seçim bitmedi ki. 9 ay sonra yerel seçimler geliyorken dağılmış haldeki muhalefet partilerine karşı acımasız eleştiriler dağınık görüntüyü çözülmeye sürükler. Biliyoruz partilerin hali ortada. Esasen bu ülkede siyaset, kitlenin gerisinde kalıyor genellikle. Siyaset kitleyi sürüklemiyor, kitle siyaseti ittiriyor. Kitlesel muhalefetin kendisini toplayıp ardından muhalefet partilerini toparlanmaya zorlaması gerekiyor bugünlerde. Ama tam tersini görüyoruz. Partiler dağıldı. Medya hepten kaybetti kendisini. Aklı erenlerin aklına da salt hataları işaretlemek değil, doğrudan kişileri, kurumları hatta ittifaklar içinde yer alan toplumsal kesimleri toptan suçlamak gelirse, varılacak tek yer çıkmaz sokak olacak. Ve o da toplumu ama en çok kadınları çıkışsızlık haline sürükleyecek.
İki seçim arası hesaplaşmaya girişerek partilerde değişim rüzgarı estirmenin, ittifakları tümden dağılmış kabul ederek yapılan yorumlarla kurumsal muhalefeti hepten un ufak parçalamanın, önümüzdeki seçime faydası yok. Biliyorum ‘şimdi hesaplaşmazsak halk sandıkta hesaplaşır’ görüşü yaygın. O nedenle kurultaylar, kongreler için acele ediliyor. Bu arada ülkedeki seçim sisteminin ve seçim takviminin azizliği göz ardı ediliyor. Genel seçimler ve cumhurbaşkanlığı seçimleri ile yerel seçimlerin arasında sadece bir yıl olması demek, bu ülkede seçim sürecinin iki yıla çıkması demek. Seçimden, siyasetten bu ilk aşama tamamlandıktan sonra bıkacak lüksümüz yok demek. Sistemi, kurumları, kuralları oturmuş bir ülkede yaşıyormuşuz gibi seçmen ve aklı erenler ‘küstüm, oynamıyorum’ çocuksuluğunu bıraksın. Yerel seçimleri önemsemek, demokrasinin tabandan, yerelden güçlenmesini ve böylece merkezi yönetimi baskılama şansını kullanmak demek olacaktır. Ve siyasi partilerin kurumsal yapılarında köklü değişimler yapılması, yeni kadroların bu yerel seçime hazırlanmasına yetmeyecek kadar kısa bir süre bu. Şimdi partiler bir seçimden çıkıp kurultay, kongre, değişim yapmış olmuyor. Bir seçime çok az zaman kala parti içi dalgalanmalara, yeni dargınlık ve kırgınlıklara girişerek, yerel seçimleri de kaybetmeye yol açmış oluyor. Normalde olacak iş değil ama normal nedir onu da bilemez olduk.
Aklı erenlerin İYİ Partiye çakma cezbesine tutulduğu bugünlerde herkese, genel seçimlere giderken il-ilçe kongrelerini tamamlamak evecenliğini hatırlatmakta fayda görüyorum. Evet, İYİ Parti genel seçimlere neredeyse bir aylık süre kalmışken tamamladı il ve ilçe kongrelerini. Teşkilatlarını yeniledi. Sonuç: Yenilenen teşkilatın genel seçime hazırlanması için önünde kalan süre, bir genel seçim hazırlıklarını, kampanya çalışmalarını filan hesap edersek yok hükmündeydi. İYİ partinin oy kaybında, yenilenen teşkilatın, yaklaşık iki yıl boyunca genel merkezin geliştirdiği ittifak ilişkilerine hepten yabancı olmasının payını hesap etmek gerekir. Her partide her kongre/kurultay sürecinde parti içi dargınlık, kırgınlık, kopuş, çözülme yaşandığını ve tüm bunların aşılmasının, yeni dengelerin kurulmasının zaman aldığını biliriz. Ve İYİ Parti teşkilatlarının yeni dengeleri kuracak ve hatta genel merkez politikalarını anlayıp, ittifak ilişkilerini benimseyip sindirecek zamanı yoktu. Seçim işleri şüphesiz ekip çalışması gerektiriyor ve her yenilenme, yeni ekibin oluşması demekse, ekibin kaynaşması ve uyumlu çalışması zaman ve emek istiyor. İYİ Partinin oy kaybında teşkilatları yenilmek için alınan kongre kararında evecen davranışının en önemli etken olduğunu düşünüyorum. Bir yandan vekil listeleri hazırlanırken diğer yandan teşkilatlar kongre yapıyor. Birileri geliyor, birileri gidiyor. Dargınlıklar, kırgınlıklar, kızgınlıklar kopuşlar yaşanıyor. Ve bu haldeki teşkilatlardan seçim sürecini yürütmesi isteniyor. Sonuç ortada. Akşener’in masadan kalkması, oturması filan şu söz ettiğim kongre zamanlama hatasının çok çok gerisinde kalacak etkenler.
Ve şimdi sırada CHP, tüm bunları yaşamaya hazırlanıyor. Yetmedi bir de Yeşiller ve Sol Gelecek yani HDP, ana muhalefet partisiyle neredeyse eş zamanlı olarak benzer duruma düşecek. İYİ Parti tecrübesinden hiç ders alınmadı. Partilerin kurmayları, danışmanları gibi toplumun aklı erenleri de buna hiç dikkat çekmedi. Çünkü sağdan gelen partileri olağan şüpheli görmek ve toptan “çalışmadılar” etiketi yapıştırmak en kolayı. AKP’den kopanlar baştan şüpheli… AKP ile arasındaki farkı anlama zahmetine hiç girişilmeyen Saadet Partisi de öyle görüldüğünde yapılan seçim analizlerinin çöpe gittiği de fark edilmiyor en tuhafı bu. Ya arkadaşlar biraz insaf ile düşünülse anlaşılacak Kılıçdaroğlu’na sağdan hayli oy geldiği. CHP’nin yüzde 25’i Kürt seçmenle 35’e çıktı diyelim kabaca bir hesapla. Peki 35’ten yaklaşık 49’a çıkaran oylar nereden geldi? Kazandırmaya yetmedi. Evet, gerçekten çalışma eksiklikleri de kampanya sürecindeki hataları da çoktu. Hatta aldıkları vekil sayısı hak ettiklerinden gerçekten fazlaydı. Bunların hepsi tamam ancak hiç katkı vermediler denirse bu aradaki farkın adresinin de açıklanması gerekir. Tüm bunları bu partileri savunmak için söylemiyorum. Kimsenin de benim savunmama ihtiyacı yok, bunun da farkındayım. Ancak birincisi şu kolektif cezalandırma alışkanlığından sol siyasetin kurtulması gerektiğini söylemek için yazıyorum.
İkincisi ve daha önemlisi şöyle kocaman bir ‘hey, hop, nereye?’ demek istiyorum. Seçim süreci bitmedi tam ortasındayız ve bu partilere bir önceki seçimden belki daha çok ihtiyaç var. İttifaklar sürse de sürmese de ortak hareket etmek en azından yerelde demokrasi ihtimaline sarılmak için dayanışma politikasını sürdürmek gerekiyor. Ancak gerek sivil alandan yapılan analizler gerek açık beyanların yanı sıra kulislerden sızan parti içi yorumlar CHP’yi yüzde 25’e sabitleme kararı alınmış izlenimi veriyor. Büyük şehirleri korumak gerektiği unutulmuş sanki. Cumhurbaşkanlığı seçimi ve Genel Seçimlerin mottosu değişimdi evet ama şimdi bu motto iktidar tarafından kullanılacak. Farkında mısınız? Farkındaysanız bilirsiniz ki şimdi büyük şehirlerde değişimi değil eldekini tutma zamanı. Yerel seçimler için muhalefet partileri tutucu politikalar geliştirmek zorunda. Muhafazakarlık sırası, yerel seçimler bağlamında sol siyasete geçti, farkında mısınız?
Öyle ezber kalıplarla suçlama işinden vazgeçilip ittifakları oluşturan ruh halini acilen yeniden canlandırmak gerekiyor. O ittifakların kuruluşu demokrasi arayışından doğmuştu ve demokrasi arayışıyla bir arada yola devam şu an da en büyük ihtiyacımız. Hiçbir partiyi, hiçbir seçmeni iteleyip, öteleme lüksü yok muhalefetin. Üstelik sadece yerel seçimlerle sınırlı olmadan merkezi yönetimin TBMM’de aldıracağı kararlar, yaptıracağı yasal düzenlemeler için de muhalefetin birbirine, toplum olarak da hepimizin onların bir aradalığına ihtiyacımız var. Bu da yetmiyor üstelik daha fazlasını elde etmeye çalışmalıyız. İktidar muhalefet partilerine ‘ahlaksız teklif’ götürürken bizler ilkeli duruş istemek için iktidar bloku mensuplarını kazanmaya çalışmak zorundayız. Kadın hakları aleyhine, demokrasi, hukuk, insan hakları aleyhine düzenlemeleri önlemek için meclisteki vekillerin her birinin ettikleri yemine bağlı kalmasını istemek durumundayız. Muhalefete yönelen eleştirilerde toptancı yaklaşımla sağ partileri karşıya almak yerine karşımızda duran iktidar bloğundan bazılarını yanımıza almaya uğraşmak gerekiyor. Belki en azından yanımızda olmayanların bazı oylamalar için karşımızda durmasını önleyecek akılcı politika yürütmenin yollarını aramak gerekiyor. Bir önceki yazımda yer alan kritik konularda, örneğin iktidar bloğunun blok halinde hareket etmesini önlemek için hem meclisteki partilere hem de kitlesel muhalefetin özenli çabasına ihtiyaç var.