Seçime sayılı günler kala, giderek daha fazla dikkat çeken bir
tuhaflık var. Cumhurbaşkanı Erdoğan bir yandan böyle küçük, minnak
vaatler alanına çekildikçe çekiliyor. Vaatler hoş. Vaatler bir
hoş... Ona diyecek şey yok Allah için. Her eve bir buzdolabı olsun,
millet bağçalarında analı kızlı yuvarlanmaklar olsun, babalı oğullu
kıraathanelerde bedavaya üzümlü kek yemek, davşan kanı çay içmekler
olsun, hepsi pek ala, pek güzel. Üstelik Ahmet the Tarafsız
Bilge’nin söylediğine göre, kıraat demek
“okumak” demek, kıraathane demek “okuma evi” demekmiş. Vay canına!
Seçim finaline doğru hızlanan olaylar akışına yetişmeye çalışacağız
derken, neleri gözden kaçırıyormuşuz da haberimiz yokmuş. Allahım
yalebbim...
Sözün özü, Sayın Cumhurbaşkanı kıraathane derken işte o eski
kütür kütür okuma seferberliği zamanlarını hatırlatıyor, eski bir
geleneği diriltmeye çalışıyormuş. Böyle diyor Ahmet Hakan. Bence ne
diyeceğini iyicene şaşırdı, Allah Ahmet Hakan gibi seni... Bu arada
sanırım okuma listesi ve kitapların da kıraathanelere bir merkezden
filan dağıtılması planlanıyordur. Zira ahali kendi halinde okumaya
bırakılırsa maazallah neler neler okumaya, “karanlııık, cahiiiil,
mandacıııııı, deveciiii” felan olmaya kalkar. Bu memleketin başına
ne geldiyse o okuyanlardan gelmemiş miydi?
Yani düşünüyorum da bu vaatler bizlere Laura Ingalls ve biraz
sıkıcı ailesini seyre daldığımız Küçük Ev dizisi ya da Alpler'den
bayır aşağı yuvarlanarak izlediğimiz Heidi zamanlarında yapılsaydı
etkileyici olabilirdi. Laura’nın annesi turtalar, kekler yaptıkça
mutlu güzel günlere ilişkin ufkumuz şekillenirdi. Heidi’nin de
yuvarlak beyaz ekmeklerle dolu bir hediye sepeti fantezisi vardı.
Dedesine götürecekti. Zaman o zaman olsaydı bu vaatlere sepet gibi
tav olmamız an meselesi olabilirdi. Üstelik sanırım o günlerde,
bazı remote (taşra demiyim dedim) bölgelerde buzdolabı henüz her
faninin evine girmemişti felan feşmekan. Fakat bugün bu vaatlere
neresinden bakarsak bakalım bir “keklenme” hadisesi sezmenin
ötesine gidemiyoruz. Yalnız kim kimi kekliyor belli değil... Ne
demek istediğimi açıklayacağım ama biliyorsunuz lafı uzaydan
dolandırmak işi bende. Hele ki uzaya araç gönderdiğimiz ve başka
devletlerin araçlarımıza üye olmak için başvurduğu şu
günlerde...
Bu işte bir hayınlık seziyorum. Sayın Cumhurbaşkanının onca
danışmanı haydi şu sıra bir işe yaramıyor, onca insan, “Efenim bu
vaatler biraz sıkıntılı, prompter 1970’li yıllara takılmış
olabilir” filan da demiyor mu? Haydi Cumhurbaşkanının pek dostu da
yok, onca iş arasında dostluk ney? Fakat hiç kardeşi de mi yok? Bu
seçim propagandası giderek biraz mantık rayından kayıyor,
fantastikleşiyor, diyebilecek bir kardeş?
Zira neresinden bakarsanız bakın, enteresan bir durum var. Bir
yandan bir savaş ya da başka bir yıkım sonrası yeniden ayaklanmaya,
gücünü toplamaya, kendine gelmeye doğru mütevazı adımlar atan küçük
bir Avrupa ülkesi gibi bir davranış ve özlemler silsilesi
sergileniyor. Halk kıraat evlerinde bolca okumaya, güneşe çıkmaya
ve kırlarda yuvarlanmaya oryantiring ediliyor, bir yandan da
yeniden Mahmur ve Sincar’dan girip, Membiç’ten çıkılacağı ilan
ediliyor. Bu arada habire anketler yaptırılıyor ama sonuçlarını
kimse açıklamıyor. Fakat birden selviboylugillerin Abdülkadir’i
çıkıp, bu anketlere bir Kandil’den önce, bir de Kandil’den sonra
bakmak gerekir anlamında bir şeyler söylüyor! Pekala, “Kandil’den
sonra anket” derken, orada tam olarak ne olması veya oradan ne
gelmesi bekleniyor ki oyları değiştireceğinden söz ediliyor?
Selvi dünkü yazısında da bu kez Kandil
operasyonunun farkının üç noktada özetleneceğini söylemiş:
“Kandil’e giden yolları kontrol altına almak var; Kandil’e gitmek
var; Kandil’de kalmak var” demiş. Peki seçime on gün kalasıya kadar
niye akıl edilemedi bu “var var var” olan farklar? Selvi bu kez
börek açan teyzelerle dalga dalga yayılan bir heyecanın ve milli
şuurun maalesef bu operasyona eşlik etmediğini de satır aralarına
yedirmeden duramıyor.
Bu karmaşayı anlamak için, durumumuzu bir gözden geçirelim
şimdi. 24 Haziran 2018 seçimleriyle birlikte, 30 Mart 2014’teki
yerel seçimlerle başlayan ve toplam 4 yıl 3 aya yayılan süreçte,
beş seçim ve bir referandum yapılmış olacak. Diğer bir deyişle, bir
halk dört yılda altı kez sandık başına götürülmüş olacak. Bence bir
seçim ortamından diğerine taşınan, kıyasıya yarıştırılan ve
kutuplaştırılan bir halktan şuur da, şiir de pek beklenemez.
Söyleyeyim ben size. Sonuçta gün gelir her şeyin seçim ve siyaset
üzerinden tasarlandığı ve istismar edildiği bir dünyada,
Cumhurbaşkanı kıraathanelerde simitti, kekti, Tatar böreğiydi,
mutlu güzel günlerden söz ederken, başka bir gazeteci çıkıp
annelerin cepheye gidecek oğullar için niye hâlâ tepsi böreği
hazırlamadıklarından söz etmeye başlarsa, kafalar bir hayli
karışabilir. “Öyleyse neden böyle” diyebilirler. Kimse savaşa giden
“Mehmetçik’e çay yapan sakallı amcaları, börek açan teyzeleri,
dolma saran anneleri” ve onlardan yükselen “milli şuur” ortamını
yeniden bulamayabilir. Sonuçta her evlat annesinin kuzusu...
Kısacası tümüyle rayından çıkmış bir vaatler ortamında, Allah
herkese, ama bilhassa seçime giden her parti genel başkanına, doğru
danışmanlar, şuurdan ve heyecandan söz edip operasyonel
politikaları teşvik ediyor görünüyorken, bir yandan da “Heyecan
yoksa acaba neden yok” diyerek fesatlık etmeyecek gasteci dostlar,
yandaşlar ve kardeşler nasip etsin. Ne diyelim...
Bunları yazıyordum ki birdenbire Sayın Cumhurbaşkanının
üniversite diplomasını bilemem ama sanki bir kardeşi olmadığını
düşünürken buldum kendimi. Oysa ki var. Toplamda dört kardeşlermiş
sanırım. Bildiğim kadarıyla bugün hayatta olan iki kardeşi var.
Fakat bir arayıp taradım bilhassa kız kardeşinin bir tek
fotoğrafını bile bulamadım. Oysa darbe girişimini de onun kocası
haber vermişti. Cumhurbaşkanımızı bir üniversite arkadaşı ile hiç
görmediğimiz gibi, kardeşleriyle de hemen hiç görmemiş olmamız, çok
ilginç bir durum olmayabilir tabii.
Yine de bence, seçime giden genel başkanlar ya yakışıklı ve
güzel olacak, ya yanlarında kardeşleri filan bulunacak veya
bunların hiçbiri yoksa, bir diplomaları olacak... Bunlardan
bazıları olmayıp, olanlarla da görüntü verilmiyor ve
yararlanılamıyorsa işler biraz zor.
İşte böyle, olanları, simple simple into the middle, şeklinde bi
açıklayayım dedim.
Sözün özü, Allah herkese gerçek bir “kardeş” versin. Bak bağzı
ibişlerin de kamyon kasasıyla kardeşi var ama “gerçek kardeş”
değiller. Yoksa “Kendini bu kadar berbat etme, üç kuşağımıza
yetecek kadar berbat ettin her şeyi, az çekil, yapma şekil”
derlerdi...
Seçime giden sayın genel başkanların hepsine şu toz duman
arasında, “Gerçek birer kardeş ve dost” diliyorum. Şuurlu şuurlu
davranıp konuşuyorlar mı bir takip ediverecek kardeşler... Siz
kıymetli seçmenleri de kardeşlerinize emanet ediyorum. Haydin bye.
Ben kaçtım.