Yabancı sermayenin -deyim yerindeyse- kapıları zorlayarak TL’ye yatırım yapmaya gelişi sürüyor. Hatta TCMB’nin swap hariç net rezervleri artıya geçmek üzere. Bunun çok karmaşık ve hukuk devletinin ve demokrasinin gelişmesi ya da ‘tek adam rejiminin’ sonlanması gibi nedenleri yok. Yabancı sermayenin coşkulu Türkiye partisinin gerisinde, Türkiye’nin dünyanın en yüksek reel getiri sunan ülkelerinden biri haline gelmesi var.
Ülkenin bir ödemeler dengesi krizi yaşaması riskini bertaraf etmek, Mehmet Şimşek’in Hazine ve Maliye Bakanı olarak ekonomi yönetiminin koordinasyonuna getirilmesinin temel amacıydı. Amaç hasıl oldu, Şimşek görevini yaptı. Peki sonrası? Ekonomi yönetiminin bundan sonrası için bir planı var mı? Ya da Şimşek’in ‘çıkış stratejisi’ ne? Bu yazıda ana başlıklar halinde bu soruların yanıtlarına değineceğim.
GEÇİŞ DÖNEMİ BİTİYOR
Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek'in, Maliye Hesap Uzmanları Vakfı tarafından düzenlenen etkinlikte yaptığı açıklamalar, bu sorulara verilen kısa yanıtlardan oluşuyordu. Şimşek ilk olarak geçtiğimiz bir yılı enflasyonla mücadele için bir geçiş yılı olarak gördüklerini belirtiyor ve bu geçiş döneminin bu yıl itibariyle sona erdiğini ilan ediyor. Bundan sonra, ‘TCMB rezervleri ile ilgili kaygılar gündem maddesi olmaktan çıkacak’ diye ekliyor.
Geçtiğimiz bir yılda enflasyonun zirve yaptığını ve enflasyonla mücadelenin maliyetinin, enflasyonun nedeni olmayan kesimlere, yani ücretlilere ve emeklilere yıkıldığını biliyoruz. Bunun siyasi maliyeti yerel seçimlerde AKP’nin yaşadığı hezimetle görüldü. Ancak önümüzdeki seçimsiz dört yıl, iktidar açısından bu siyasi maliyetin tersine çevrilebileceği bir süreç yaratabilir. Hele ki, muhalefetin bu kadar ‘yumuşatıldığı’ mevcut konjonktür sürerse.
YAPISAL REFORMLARA DÖNÜŞ
Şimşek’in açıklamalarının devamında, yüksek faiz politikası sonrası için bazı ipuçlarını öğreniyoruz. Sermaye girişlerinin süreceğini, ancak daha uzun vadeli yatırımların gelmeye başlayacağını öngörüyor Şimşek. Belli ki ülkenin ‘sıcak para cenneti’ haline gelmesi eleştirilerinden haberdar, şimdi dahi ‘gelen paranın hepsi de carry trade değil’ diyerek bu konuda savunma yapıyor.
Çıkış stratejisine dair ikinci unsur, cari açıkla ilgili. Mevcut yüksek faiz politikasının daraltıcı etkilerinin yakında daha fazla görünür hale geleceğini, yani ekonomide bir ‘yeniden dengelenme’ yaşanacağını savunuyor. Bunda ‘istikrarsızlığın ana bileşenlerinden bir tanesinin, dış kaynak ihtiyacı üzerinden gelen kur ve enflasyon baskısı’ olduğu tespiti var. Uygulanan politikalar cari açığı aşağı çekiyor. Ancak bu konjonktürel, yani geçici bir durum.
Sonrası için Şimşek’in kullandığı söylem, 2000’lerden beri iyi bildiğimiz bir çerçeve: (i) iyi yönetişim (siyasi istikrar, kurumsal kapasite ve kalite, regülasyon kalitesi, hesap verilebilirlik, hukuk devleti), (ii) yatırım ortamının iyileştirilmesi ve (iii) dış entegrasyon (ticaretteki parçalanma eğilimlerine karşı AB ve yakın coğrafyalarda güçlü entegrasyon). Bu önlemlerle net ihracatın büyümeye katkısının pozitife dönmesini bekliyor iktidar. Ancak bunun kalıcı olması için Türkiye’deki üretim yapısının değişmesi gerekiyor.
SANAYİ POLİTİKASININ DÖNÜŞÜ
Burada Şimşek’in açıklamalarını değerlendirmeye kısa bir ara verip, küresel düzeyde yeni gelişen bir politika çerçevesine işaret etmek gerekiyor. Bu yeni pozisyona göre, piyasaların yönlendiriciliğinde gelişen küreselleşme, eşitsizlikleri artırdı, krizleri sıklaştırdı ve Çin’in bir model olarak yükselişi ile birlikte Washington Uzlaşısı olarak adlandırılan neoliberal politika çerçevesi sorgulanmaya başlandı. Özellikle sanayi politikasının geri dönüşü, ABD ve Avrupa’da oluşan yeni ortodoksinin temel bileşenlerinden biri.
Yeni sanayi politikalarında yeni olan kısım şu: Yeşil dönüşüm amacına ulaşılması için gerekli yatırımların yapılması amacıyla kamunun planlayıcı, düzenleyici, finansman sağlayıcı ve risk azaltıcı (de-risking state) bir aktör olarak ekonomideki rolünün daha da artması. Bu yeni ortodoksi, merkez sağ ve sol pozisyonları içeriyor. Bir çeşit yeni hegemonik proje halinde. Bu yeni akımın son çıktılarından biri olan Berlin Zirvesi’ndeki deklarasyon şu tespitten yola çıkıyor: ‘Piyasalar kendi başlarına ne iklim değişikliğini durdurabilir ne de daha az eşitsiz bir servet dağılımına yol açabilir.’ Vardıkları öneri ise yeni sanayi politikalarının çoklu kriz ortamına verilebilecek en iyi yanıt olduğu.
Şimşek, bu yeni küresel ortodoksiyle aynı dili konuşuyor. Yaptığı açıklamalarda enflasyon düşünce ne olacak sorusuna ‘yeni bir sanayi politikasını ve ikiz dönüşümü uygulayacağız’ yanıtını veriyor. Yeni sanayi politikası ile beşeri sermayenin güçlendirilmesi ve yeni becerilerin kazandırılması sonunda ‘katma değer zincirinde yukarıya çıkma’; ikiz dönüşüm ile de enerjideki dönüşüm ve yeşil dönüşüm amaçlarına ulaşmayı sıralanıyor.
Önümüzdeki dönemde bu konuları çok daha detaylı bir şekilde tartışacağız. Ancak şimdiden söyleyebileceğim şu: Bu yeni ortodoksinin Türkiye bağlamındaki siyasi işlevi, ‘iktidarla bütünleşmiş muhalefet’ durumunu daha da pekiştirmek olacak. Zira muhalefetin ekonomik talepleri ve programında bundan öte bir şey yok. Bir başka ifadeyle, Şimşek’in çıkış stratejisi olarak ortaya koydukları, muhalefeti ‘yutacak’ ve yeni bir hegemonik proje inşa edecek şekilde küresel eğilimlerle uyumlu ve güçlü bir iktidar stratejisi.