Soner Yalçın’ın, gıda ve ilaç firmalarına karşı açtığı
bayrağı protesto edenlerin mesajlarını, sosyal medyadan takip
etmek olanaklı. Eleştirilerin bir kısmı bilim adına yapılsa da
bilimsel tutumdan öylesine uzaklar ki. Beni şaşırtan, Soner
Yalçın’ın 25 Ekim tarihli yazısında, mesnetsiz bir içerikle, haksız
olanların yanında yer alarak, Sinan Canan lincine ortak olmuş
olması.
Her üniversite mezununun aydın kabul edildiği ülkemizde,
okuduğunu, dinlediğini anlama seviyesi oldukça düşük. Bunun
nedenlerinden birisi, okuma oranlarımızın çok düşük olması. Bilim
insanlarımızın çoğu, kendi alanlarındaki okumalarla sınırlı
kalıyorlar. Sosyal medyada kurulan cümleler, yürütülen akıllar bunu
ispatlıyor. Kendi alanlarında dahi okumayan “akrabagil akademisyen”
soytarılığının oyuncularına değinmeyeceğim bile.
Sinan Canan, başarılı, üretken ve meraklı bir akademisyen.
İlgi ve uzmanlık alanlarında konuşurken, hem erkek hem de
kadınların kapasiteleri üzerinde yorum yaptığı; kadınların açık
ara daha yetenekli olduğu alanları anlattığı konuşmaları göz
ardı edildi. Çalışmalarını, seminerlerini incelenmeden, cinsiyet
ayrımcılığı ile etiketlemek, haksızlıktır. Kendisi, o konuşmada,
neden-sonuç ilişkisini doğru kurdu; yanlış olan, bunu açıklamak
için verdiği örnekti. Uzam algısının yönetiminde erkeklerin daha
başarılı olduğunun saptandığı bilimsel çalışmalar var; bunları
saklayalım mı? Benzer biçimde, bunun aksini gösteren çalışmalardan
da söz edilebilir. Konu etmek, dile getirmek, tartışmak,
eleştirmek bu memleketin "aydın" kesimine bile yabancı. Bunları,
uygarca tartışmaktan böylesine uzak olmak ne acı.
Lince neden olan videodaki konuşma, özenle cımbızlanmıştı:
Sebebi belli. Bunu ilk paylaşan (bildiğim kadarıyla) Can Gürses.
“İlk 500 üniversite” tartışmasına bu kafalar nedeniyle
giremediğimize vurgu yapan bir twet paylaştı. Neden ve sonuç
ilişkisi kurulamamış bu saçma paylaşım, diğer bazı
akademisyenler, kendinden menkul “aydın” ünvanlı bilim insanlarımız
tarafından şehvetle paylaşıldı, yorumlandı. Soner Yalçın’ın
“Sorun bacak araları” başlıklı yazısına bile konu oldu. Can Gürses
ve Soner Yalçın, kendisine kolaylıkla ulaşılabilen Sinan
Canan’a ne demek istediğini sormadan nasıl idam sehpası
kurabildiler?
“Adam, bilim pipiyle yapılır sanıyor herhalde” cümlesini sosyal
medyada yılın esprisi olarak ilan etmenizden ben utandım sayın
Soner Yalçın. Yok, “pipi” sözcüğünden dolayı değil,
güldüklerimizin, soyutlama yeteneğimizin bir göstergesi olduğunu
hatırladığım için utandım. O “Gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar,
yeryüzünde sizin kadar yalnızım” diye şarkı söyleyen başrol
oyuncularımızın, elleri ile, sırasıyla; havayı, yeri, sonra
kendilerini işaret etmelerini hatırlattı bana, içim burkuldu. Tüm
içeriğin, duyusal algıdan beslendiği “sıradan bilincin”
işleri... Recep İvedik filmlerinin rekor kırmasına belki de
şaşırmamak gerek.
Sinan Canan’ın iştahla linç edilmesinin nedenleri sosyal
medyada irdelendi. Kıskançlık dendi, AKP’ye yakın durdu o nedenle
sevilmiyor dendi; ODTÜ’deki pankart olayı ile ilgili çıkışının
rövanşı alınıyor dendi. Ben kendisini tanımam, AKP’ye hiç oy
vermedim, pankart olayında benimsediği üslup ise Sayın Canan’ı
eleştirdiğim bir konu. Diyeceğim o ki ben bu konuda bir tarafı
tutmuyorum. Vicdan sahibi herkesi davet ediyorum, bu tutuma.
Başarılı ve verimli bu akademisyenimizi; kendi konusunda, oldukça
derinleştiği bir ilgi alanında “atıp tutarak” yargılamayalım.
Gebelik döneminde fetusun cinsiyetinin belirlenmesinde rol
oynayan farklı hormonların etkileri yaşamımız boyunca devam
ediyor. Ediyor olsa da, neredeyse; kadın ve erkeği farklı bedenler
olarak ele almanın, toplum tarafından dışlanacağı, kaşların
çatılacağı zamanlara geldik. Eşitlik, özdeşlikte olmaz; eşit
olmanın temel belirlenimi, özdeşlik değil tersine ayrımdır oysa.
Doğa alanı determinasyon alanıdır.
Bilimsel tutumun, düşüncenin nesnelliğe karşı ulaşabileceği
son aşama olduğuna “inanan” bir bilim çevresi var. Dogmatik
düşünce yapıları, değerleri maddi olana bağlanmış tek boyutlu
bir kişilik ile yaşadıklarını algılamalarının, önüne geçiyor.
Zengin evin şımartılmış tek çocuğu gibiler. Üslupları her dem
alaycı ve kibirli. Ayrıca, şaşırtıcı bir biçimde ortak bir
öfkeleri var tartışma biçemlerini süsleyen. Bilimin, olaydan
olguya yükselirken; ona eşlik eden aklın, soyut tümeller bölgesine
girip sağlam dayanağını buradan aldıktan sonra “evrensel” olanın
yasalarını kavradığını takip edemiyorlar. Lezzetini duyumsadıkları
akıl düzeyinin, soyut tümelin yasalılığının; uçaktan inmiş bir
yolcunun karada uçtuğuna inanması gibi, artık kendilerinden
ayrılmaz olduğuna inanıyorlar. İşin kötüsü, bilim yaparken
çoğunlukla Batı'yı taklit ettiğimiz için, uçağın pilotunun da
aslında başkası olduğu. Duyusal algı, tasarım, uslamlama, zihin
içeriği, zeka, akıl gibi ayrımlarla ilgilenmiyorlar. Oysa,
ayrımları bilmek özdeşliği anlamamızın biricik anahtarıdır. Bu
nedenle, parçalıyor, analiz ediyor lâkin bir türlü
birleştiremiyoruz. İnsan olduğumuza inanıyor ama soyut bir
kavram olan insanlığın, keyfi tutumlarımız nedeniyle bir türlü
içerik bulamadığını anlamıyoruz. Soliptik benlikler haline geldik;
kendi bireysel kaygılarımızda tükenip giderken, zihnimiz ve
rüyalarımız bize kan kustururken, kendimizi anlayamazken, insanlık
kavramı gerçek ilgimiz olabilir mi? Birbirimize ne hakla böylesine
hoyrat olabiliyoruz?
Sayın Veyis Ateş, madem sorunlu sözler sizin programınızda sarf
edildi, size bir önerim var: Sinan Canan, Soner Yalçın ve Can
Gürses’i konuk ediniz. Bir kadın sinirbilimcimiz de olsun mutlaka.
Ortamın yumuşacık olduğu, maskelerin indirildiği bir anda,
konuklarınıza sorun bakalım evde hangi işleri yapıyorlar?
“Eşlerine nasıl da yardımcı oluyorlar”a dönmesin ama, lütfen
dikkat! Herkese sorun bakalım. Âyinesi iştir kişinin lafa
bakılmaz derler. Bilimsel bir çalışmanın ortaya koyduğu
nesnel sonuçlardan dahi rahatsız olacak denli kadın haklarına
duyarlı hocalarımız, evde neylerler acep?
Ah şu dört duvar! Ah şu lafla yürümeyen peynir gemileri!
Not: Beni, erkeklerin tarafını tutmakla eleştirmeden önce,
lütfen “Kadın sahiplenir, erkek teslim
olur” başlıklı yazımı okuyunuz.