Sinan Çiftyürek: Kürt sağ kitleleri AKP’ye geri dönmez

“HDP Kürdistan’da bu kadar sahiplenilmişken batıda kimsesizmiş gibi davranmamalı" diyen KKP Başkanı Sinan Çiftyürek'e göre Kürt sağ kitleleri AKP'ye geri dönmez, HDP tarafından ikna edilmeyi bekliyor.

İrfan Aktan iaktan@gazeteduvar.com.tr

Yoksul kitleler ekonomideki göçüğün altında nefes alamaz hale gelirken devletin kamu harcama kalemlerinin en büyüklerinden biri “Doğu ve Güneydoğu”ya gidiyor. Ama halk için değil; silah için, mühimmat için, savaş personeli için. Halk ise Türkiye’nin batısıyla mukayese edildiğinde ikiye, üçe katlanmış bir sefalet, yoksulluk içinde.

Haziran ayı başında Diyarbakır’da Kürdistan Komünist Partisi öncülüğünde “herkese günde 6 saatlik iş” talebiyle bir kampanya başlatıldı. Gazete Duvar Diyarbakır Temsilcisi Vecdi Erbay’ın haberiyle hem kampanya hem de Kürt komünistlerin sesi duyuldu. Hatta bazı dostlar Kürdistan Komünist Partisi’nin (KKP) varlığını ilk kez bu vesileyle öğrendiğini söyledi.

Haliyle Kürt komünistlerin ülkedeki sınıfsal ve siyasal meselelere dair değerlendirmesi merak konusu oldu. Devletin Kürtlere yönelik ekonomik ve askeri politikalarını, HDP’ye yönelik saldırıları, HDP’ye Kürt solundan gelen eleştirileri, şimdiye kadar Türk sağ partilerine oy vermiş olan muhafazakâr Kürt seçmenin şu anki pozisyonunu ve son dönemde PKK-PDK arasında yaşanan gerilimi konuşmak için Kürdistan Komünist Partisi Genel Başkanı Sinan Çiftyürek’in kapısını çaldık…

Pek çok insan Kürdistan Komünist Partisi’ni bilmiyor. Partiniz ne zaman kuruldu, temel hedefiniz nedir?

Kürdistani örgütlerin yeni yeni şekillendiği 1973-74 yıllarında biz bir grup öğrenci Kürdistan’da bir komünist parti ihtiyacı üzerine tartışıyorduk. THKO o zaman ikiye ayrılmıştı ve biz THKO-MB (Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu-Mücadelede Birlik) ile görüşerek Türkiye Komünist Emek Partisi’nin (TKEP) kurulması ve ilk kongrede de Kürdistan Komünist Partisi özerk örgütü kuruluş kararı alınması üzerine anlaştık. Hikâye uzun ama neticede 1980’de Türkiye Komünist Emek Partisi ortak kongre olarak gerçekleşti. Orada Kürdistan Özerk Örgütü kararı alındı ve Mart 1982 tarihinde Elazığ 1. Kongresi’nde KKP kuruluşunu ilan etti.

İllegal bir parti olarak tabii, değil mi?

E doğal olarak! Sonuçta darbe olmuş ve ülke cuntayla yönetiliyordu. Ayrıca biz zaten illegaliteyi savunuyorduk. KKP kurulduğunda, yine illegal olan başka Kürdistani partiler de vardı. Onların da çoğu sosyalizmi savunuyordu ama KKP başından itibaren kendisini iki eksen üzerine oturttu. Bunlardan biri Kürdistan’da yakıcı sorun olan ulusal kurtuluş mücadelesi, ikincisi de Kürt halkının nihai kurtuluşunu sağlayacak olan sınıfsal kurtuluş, yahut sosyalizm mücadelesi.

Peki Türkiye Komünist Emek Partisi’yle birlikteliğiniz ne zamana kadar devam etti?

1990 yılındaki 3. Kongre’yle TKEP’ten ayrıldık.

İdeolojik ihtilaflardan dolayı mı?

Hayır ideolojik, politik bir çatışma söz konusu değildi. Kürdistan Komünist Partisi’nin bağımsız bir parti olarak ayakları üzerinde durması konusunda karşılıklı olarak anlaştık ve yoldaşça ayrılmaya karar verdik. O dönemde SSCB de yıkıldığı için yeni bir süreçle karşı karşıyaydık. Ayrıca biz KKP yönetici kadroları hapishaneden yeni çıkmıştık. Dolayısıyla teorik ve ideolojik olarak kendimizi yeniden tanımlamamız gerektiğini düşünüyorduk. Bunun üzerine uzun bir teorik yeniden üretim tartışması sonucu “21. YY’da Özgürlük ve Sosyalizm Manifestosu” yayınladık. Orada sosyalizme dair söylediğimiz yeni fikirler vardı.

Kürdistan Komünist Partisi'nin Kürt Dili kampanyasını ilan ettiği basın açıklaması...

DAHA AZ DEVLET DAHA ÇOK SOSYALİZM

Neydi o yeni fikirler?

Hülasası; daha az devlet, daha çok sosyalizm. Ayrıca demokratik merkeziyetçi yaklaşım 20. yüzyılda merkeziyetçilik olarak işlevselleştirilmişti. Bu nedenle demokratik yaklaşımlar nefessiz bırakılmıştı. Keza özgürlük-disiplin dengesi de Fordist emek sistemiyle bağlantılı olarak disiplin lehine ağırlık kazanmıştı. 20. yüzyılın Fordist emek rejiminde disiplin ve üretim çavuşları dışsaldır. 21. yüzyıldaki esnek, post-Fordist emek üretim sürecinde ise disiplin artık bir trend olarak içselleştiriliyor. Çünkü örneğin işçilere “ayda 1 araba üretirsen bin dolar, 4 araba üretirsen 4 bin dolar alırsın” deniyor. Japonya’da o nedenle işçiler esas olarak yoğun çalışma temposu içinde “yoğun çalışma hastalığı” sonucu hayatlarını kaybederler. Dolayısıyla disiplin artık içseldir, fabrikanın patronu “burası benim değil, bizimdir” der. O halde komünist mücadelenin de buna göre şekillenmesi ve teorik yanıt geliştirmesi gerekir. Biz işte 1990’larda bunun üzerine çeşitli muhasebeler yaptık. Keza dünya komünist hareketleri arasında artık ağabey-kardeş ilişkisi olmadığını, en genç partilerden biri olan KKP’nin bile kırk yıllık bir tarihi olduğunu değerlendirdik. Bu nedenle herkesin bulunduğu coğrafyada, bağımsız bir biçimde enternasyonal mücadeleye gücü oranında katkı sunması gerektiği sonucuna vardık. Sonuçta biz de kendimizi dünya komünist partisinin Kürdistan parçası olarak görüyoruz.

Peki Kürdistan’ı nasıl tanımlıyorsunuz?

Kürdistan bize göre halklar, kültürler ve inançlar bahçesidir. Komünist bir partinin bu bahçeye inançları koyması garip gelebilir ama biz inançları zorla yok edemeyeceğimizi düşünüyoruz. Ayrıca yok etmeyi doğru da bulmuyoruz. İnançlar insani, kültürel, tarihsel meselelerdir ve tank zoruyla yok edilemez. İnançlar iktisat ve siyasetten özgürleşmeli.

Türkiye’deki komünist partilerle doğrudan bir ilişkiniz var mı?

Türkiye’de birden fazla komünist parti var ve zaten 1990’da o bünyeden dostça ayrıldık. Dolayısıyla, kimi partilerle ilişkilerimiz olsa da tekrar ortak bir örgütlenme içinde olmamız söz konusu değil.

TÜRKİYE SOSYALİSTLERİYLE AYRILIKLARIMIZ DOSTÇADIR

Türkiye soluyla Kürdistan solu arasında gerilimli dostluğun tarihi 1960’lara kadar gidiyor. Karşılıklı eleştiriler hep yapılıyor. Siz bu eleştirilerin neresinde duruyorsunuz?

Türkiye soluyla Kürdistan solu ilişkisinin dışsal unsurları var. Türkiye sömürgeciliğinin kendine özgü yaklaşımı Türkiye sosyalist hareketinin Kürdistan’a yaklaşımına da yansıyor. Türkiye, diğer sömürgeci ülkelerin; mesela İspanya’nın, İngiltere’nin, Fransa’nın izlediği sömürgeci politikaları izlemiyor. Bütün klasik sömürgelerde bir statü vardır ve sömürgeciler onları aşağı bir halk olarak görür. Türkiye Cumhuriyeti halkının müslüman olması, ekonomik yetersizlikleri ve ayrılma potansiyelleri nedeniyle Kürtlere bir statü uygulamamıştır. O nedenle Kürtler Türk olarak kabul edilmiştir. Kürtlere ayrı bir ekonomik statü de uygulanmadı. Öyle olsaydı Kürt burjuvazisi gidip Ankara’da, İstanbul’da holdingleşmezdi.

Devletin bu yaklaşımının solla ilgisi ne?

Bu yaklaşım Türkiye sosyalist hareketinin Kürdistan sorununa bakışına da yansıdı. Ortada statü anlamında bir ayrım olmadığı için sol, sosyalist, komünist hareketler açısından ha Ankara’da örgütlenmiş ha Diyarbakır’da, fark etmiyor. Oysa bir sömürgeci ülkenin komünist partisi örneğin gidip Afrika’da örgütlenmez. Bunu oradaki dinamiklere bırakır ve dayanışır. Türkiye sosyalist hareketleri içinde bazı gruplar bu farkı dikkate almamıştır. İkincisi, Türkiye Komünist Partisi kurulduğundan Mustafa Suphi kısmen ve Ethem Nejat hariç genel olarak kadrolar İttihat Terakki’den geliyor. Bu nedenle de İttihatçılığın ve Kemalizmin etkisi altında kalmıştır. TKP’nin 2. Kongresi’nde Kürt Kazım dışında Kürtlere rastlamıyoruz da. Türkiye İşçi Partisi bu açıdan bir dönün noktasıdır ama belli bir aşamadan sonra Kürdistanlı sosyalistler TİP’ten de ayrılarak bağımsız örgütlenmeye gitmek durumunda kalmıştır. Ama Türkiye sosyalistleri arasındaki ayrılıklarımız dostçadır.

'TÜRKİYE’NİN AMACI HEM GÜNEY’İ HEM ROJAVA’YI DOĞRUDAN İLHAKTIR'

KKP’nin Kürdistan ulusal sorununa yaklaşımı nedir?

Eğer Kürdistan bir ülkeyse, Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkı vardır. Biz Kürtlerin Türkiye’deki diğer halklarla eşit bir biçimde, federatif bir yapı içinde yaşamasını savunuyoruz. Ama uzun vadede birleşik Kürdistan da bizim açımızdan bir hedeftir. Silahlı mücadeleyi başından beri savunmadık. Ulusal ve sınıfsal mücadelemizi farklı araç ve yöntemlerle sürdürüyoruz. Öte yandan Kürtler arası birlik için somut çaba sarfediyoruz. Çünkü hâlen iki büyük Kürt örgütlenmesi arasında, sıcak savaşın eşiğinde bir soğuk savaş yaşanıyor. Güney Kürdistan’da PKK ile PDK arasında tekrar bir çatışma ihtimali oluşuyor. Bunun yaratacağı yıkım herkes açısından büyük olur. Çünkü bu gerilimin esas kaynağı olan Türkiye’nin amacı operasyon filan değil, hem Güney’i hem de Rojava’yı doğrudan doğruya ilhaktır. O nedenle önceliklerimizden biri bu çatışma dinamiğinin sonlandırılması. Nitekim biz dört parçadaki komünist partiler de bu konuda çaba sarfediyoruz. Biz Kürdistan partilerine kendi gözlüğümüzle bakıyoruz. KKP kendini diğer partilerin yanlışları üzerinden değil kendini kendi politikaları üzerinden tarif eder.

Kürdistan’da çok örgütlü görünmese de milliyetçi söylemi kullanan, sınıfsal ayrımı çok dikkate almayan, muhafazakârlıkla bezenmiş ve giderek genişleyen orta sınıfta da karşılığını bulan yeni bir Kürt sağ eğilim var. Siz bu sağ eğilimin giderek büyüyeceğini düşünüyor musunuz?

Kuzey Kürdistan’daki ilk sağ hareket, Şeyh Said adıyla da anılan Azadi Hareketi’dir. Bu hareket milliyetçi-muhafazakâr bir yapıya sahipti. Söylendiğinin aksine şeriatçı değildi. Bir diğeri ise Ağrı İsyanı’nı da örgütlemiş 1930’lu yıllarda etkin olan Xoybûn hareketiydi. Kadroları çoğunlukla asker kökenli olan burjuva eğilimleri taşıyan milliyetçi-demokrat ve modernist bir hareketti Xoybûn. 1960’lı yıllardan itibarense Kürt siyasi hareketlerine Küresel sol rüzgarla birlikte sol damgasını vurdu, sağ siyaset daraldı. Bu rüzgâr SSCB’nin yıkılışına kadar esti ama Berlin Duvarı yıkıldıktan sonra Kürdistan Komünist Partisi dışındaki tüm hareketler kızıl bayrakları indirmeye, sosyalizmle bağlarını kopartmaya başladı.

'KÜRT SAĞ KİTLELERİ AKP’YE GERİ DÖNMEZ, HDP TARAFINDAN DA İKNA EDİLMEYİ BEKLİYOR'

Aslında bizim esas merak ettiğimiz, bu sağ çizgilerin tabanını oluşturan toplumsal kesimlerin bugünkü eğilimleri…

Tayyip Erdoğan’ın yakın zamanda “asla unutulmaması gerekir” dediği 7 Haziran 2015 seçimleri, bahsini ettiğiniz sağ eğilimli Kürt kitlelerin de HDP’ye yöneldiği bir dönemdi. Bu kitleler 1980’lerde ANAP, 90’larda DYP ve 2000’lerde AKP ile irili-ufaklı sağ veya İslamcı partileri desteklemişti. Fakat Kürdistan Bölgesel yönetimin kurulması, Rojava’da IŞİD’in yaptığı katliamlar, Kobani’nin özgürleşmesi, Özerk Rojava ve AKP’nin bu süreçteki politikası bahsettiğimiz kitleleri sağdan koparıp HDP’ye yönlendirdi. Ancak özellikle hendek savaşları sonrasında bu kesim HDP’yle mesafelenmeye başladı ama AKP’ye dönmedi. Şu anda bu açıdan bir kararsız kitle olduğunu gözlemliyoruz. Bu kesimin bir kez daha AKP’ye gitmesi mümkün değil ama HDP ve Kürt siyasetine meyyal olsa da ikna edilmeyi bekliyor. Bir ara Kürt milliyetçiliğini de kullanan bazı muhafazakâr arayışlar bu kitleye hitap eden bir söyleme yöneldi ama karşılık bulamayacaklarını görünce sessizliğe gömüldü.

Yakın zamanda bu yönde adımlar atan Hüda-Par’ı mı kastediyorsunuz?

Bazı başka kadrolar da yöneldi bu kitleye. Onlar da söz konusu Kürt kitlelerini tabanları haline getirmeye çalıştı ama karşılık bulamadılar. Çünkü bu kitleye araçsal yaklaşıyorlar, kitlenin etnik, sınıfsal, kültürel, inançsal hassasiyetlerini bütünlüklü kapsamaktan uzaklar.

Türkiye’nin sömürgeci pratiğinin klasik sömürgecilikten farklı olduğunu söylüyorsunuz. Halihazırda devletin, iktidarın yürüttüğü ekonomi politikası bütün alt sınıfları nefes alamaz noktaya getirmiş durumda. Bu politikaların Kürtler üzerindeki izdüşümü, pratiği nasıl yürütülüyor?

Devletin Kürt burjuvazisine yönelik esas dayatması, Kürt davasını savunmaktan geri durması. Bu dayatmayı kabul edip Kürtlüklerinden “arınan” burjuva sınıfı Diyarbakır, Antep, Urfa, Erzurum gibi bölgelerde palazlanıp İstanbul, Antalya, İzmir gibi yerlerde holdingleşebiliyor. Bu, madalyonun burjuvaziyle ilgili yönü. Yoksul kitleler açısındansa devletin herhangi bir politikası yok. Çünkü devlet Kürt meselesini “terör-korku-bölücü” meselesi olarak görmeyi sürdürüyor. 1960’lı yıllardan itibaren yapılan yollar bile askeri ihtiyacın sonucuydu. Kürtlerin kendi dinamikleriyle ekonomik gelişimini sağlamasına karşı yıkıcı bir politika izleniyor. Zira aksi durumun Kürtlerde bağımsızlık eğilimini artıracağı düşünülüyor. Diyarbakır Belediye Eş Başkanı iken Sayın Gültan Kışanak’ın petrol başta olmak üzere kendi enerji kaynaklarını kullanmak istediklerini söylemesi üzerine çıkarılan yaygarayı unutmuyoruz. Şu anda izlenen kayyum politikası da bu korkunun bir sonucudur. Üstelik bu AKP politikası olduğu kadar devlet politikasıdır da. Şu anda Türkiye işçi sınıfının en temel dinamik kesimini Kürtler oluşturuyor. Fakat maalesef Türkiye sosyalist hareketi, Kürt işçi sınıfının taleplerini anlamıyor, anlamak istemiyor.

TÜRKİYE SOSYALİST HAREKETİ TÜRK-KÜRT İŞÇİ SINIFLARI ARASINDA KÖPRÜ KURABİLMELİYDİ

Kürt işçi sınıfının talepleri neler?

Sınıfsal taleplerle birlikte ulusal kimliğiyle ilgili talepleri var Kürdistan işçilerinin. Türkiye sosyalist hareketi, Türk-Kürt işçi sınıfları arasında bu açıdan bir köprü kurabilmeliydi. Eğer Kürt işçi sınıfının kimlik talebini görmezden gelir ve onu sadece işçi kimliğiyle görerek söylem geliştirirsen hem işçi sınıfları arasında bu köprüyü kuramazsın hem de Kürt işçi sınıfında karşılık bulamazsın.

Kürdistan Komünist Partisi Diyarbakır-Bağlar'da ekonomik krizle ilgili bildiri dağıtıyor.
SİLVAN İNTİHARLARDA BAŞI ÇEKİYOR VE TEK FAKTÖR EKONOMİK DEĞİL

Kürdistan’da devletin baskılarıyla paralel biçimde yoksulluğun, işsizliğin Türkiye’ye nazaran çok daha vahim boyut kazandığına dair tespitler yapılıyor. Kaçak elektrik kullanımı adı altında şirket-asker eşliğinde operasyonlar düzenleniyor, mevsimlik işçi göçü artıyor. Eskiden köylere ajanlar gönderiyorlardı. Şimdilerde köylere seyyar satıcı, hurdacı kılığıyla gönderilen bazı insanlar, kaçak elektrik tellerinin fotoğraflarını gizlice çekip “prim” alıyor. Hayatın her alanında ajanlaştırma faaliyetleri yürütülüyor. Sizin bu konudaki gözlem ve tespitleriniz ne yönde?

Devlet, yoksulluk dâhil her şeyi “Kürt anasını görmesin” politikası içinde oluşturuyor. Halkı kendi ayakları üzerinde duramayacak hale getirmek, iç birliktelik duygularını ortadan kaldırmak istiyorlar. Devletin çekmecesinde uzun vadede İstanbul, Ankara gibi illerde yaşanacak susuzluk karşısında Kürdistan’ın tatlı kaynaklarını taşıma projesi olduğunu düşünüyoruz. Biz bu tür kaynakların halklar arasında bölüşülmesine asla karşı değiliz ama buradaki halkı mahrum bırakıp başka bölgelere taşınmasına da asla razı olmayız. Elbette devletin ekonomi politikaları batıda da yoksul halkı iliğine kadar sömürüyor ama buradaki yansımaları daha da ağır. Kapitalizm “çalışma kutsaldır” diyordu, şimdi insanlar çalışmak istiyor ama iş bulamıyor. Yapılan bir araştırmaya göre üniversite mezunu 100 kişiden 64’ü “evde bunaldım, bana ekmek parası verin yeter” diyor. Her 10 aileden 7’si borçlu. Her iki kişiden biri işsiz. Diyarbakır işsizlerle dolu. Silvan, Türkiye’de intihar oranında başı çekiyor ve bunun en temel kaynağı devlet şiddeti ile işsizlik, yoksulluk, her bakımdan çaresizlik. Basına yansımayan intiharlar çok fazla. Diyarbakır’da pazar yerlerinde kadınların akşama doğru gelip yerlerden sebze topladığını görüyoruz. Gençlerin çoğu Güney Kürdistan’a gidip orada iş arıyor.

Nisan ayı itibariyle 11 ay içinde Silvan’da 13 kişi intihar etmiş…

Bu intiharlarda sadece ekonomik faktörler yok Kürdistan’ı baştanbaşa açık cezaevine döndürdüler. Şimdi durum öyle bir noktaya varmış ki, her sokak sanki bir karakol bahçesi gibi. KKP olarak ekonomik krizle ilgili bildiri dağıtıyoruz Diyarbakır sokaklarında, iki tane bekçi önümüzü kesip “dağıtamazsınız” diyor. Neden? Çünkü KKP adında Kürdistan var ve devlet öyle istiyor!

HDP KÜRDİSTAN’DA BU KADAR GÜÇLÜYKEN BATIDA KİMSESİZMİŞ GİBİ DAVRANMAMALI

Bu arada 1967 yılında Türkiye İşçi Partisi ve Kürdistan Demokrat Partisi’nin ortaklaşa gerçekleştirdiği Doğu Mitingleri’nin ilki 1967 Ağustosu’nda Silvan’da yapılmış. İlk “politik” Newroz kutlaması da 1969’da yine burada gerçekleştirilmiş…

Tabii, Silvan yarım asırdır hem ciddi bir kültürel hem de sol birikime sahip. Hendekler döneminde devlet Silvan’ı yerle bir etti. O yıkımı uzaktan görmek başka, içinde olmak, tanığı ve mağduru olmak bambaşka bir şey. Devletin dün yaptıklarının yarattığı travmaların etkilerini bugün görüyoruz, yarın da görmeye devam edeceğiz.

Halihazırda Kürdistan’da en etkin parti olan HDP bazı Kürt milliyetçileri tarafından “fazla solcu”, bazı Türk solcuları tarafından da “Kürt milliyetçisi” olmakla suçlanıyor. Siz Kürt komünistleri olarak HDP’yi nereye konumlandırıyorsunuz?

HDP’nin geniş Kürt ulusal dinamiğiyle Türkiye demokrasi güçlerini buluşturmak konusunda çok önemli rolü var. Bu iki rol bazen birbirinin önünü kesebiliyor. Bazen geniş demokrasi cephesi Kürdistan’daki ulusal direnişle örtüşmeyebiliyor, bazen tersi oluyor. Fakat HDP bu iki kesimi buluşturabilirse, bunun hem Kürtler hem de Türkiye açısından tarihi sonuçları olacak. Elbette bizim de HDP’ye eleştirilerimiz var. HDP kendisine Kürt partisi demiyor ve Türkiyelileşmeyi savunuyor. Fakat örneğin Zonguldak’ta teşkilat kurduğunuzda, eğer oradaki halkla Kürdistan meselesini tartıştırabiliyorsanız, yani Kürdistan meselesini oraya taşıyorsanız bu olumludur, desteklenmelidir. Ama bu meselenin üstünü örterek Zonguldak’ta siyaset yapmaya yöneliyorsanız, bu bizim açımızdan eleştiri konusudur. Ayrıca HDP’de birden fazla çizgi var. Bazen batıdaki demokrasi mücadelesi Kürdistan’daki ulusal özgürlük mücadelesine ket vurabiliyor. Biz elbette HDP’yi devrimci-demokrat bir parti olarak görüyor ve sosyalist cepheden eleştiriyoruz. Bize göre HDP aynı zamanda Kürdistan’da da demokratik bir cephenin örülmesi konusunda daha aktif bir çaba sarfetmeli. HDP’ye yönelik başka bir eleştirimiz de İYİ Parti, CHP, Saadet Partisi gibi yapılarla ilişkisine dair. Bize göre HDP, bu partilere “ben size mecbur değilim, siz bana mecbursunuz” mesajını güçlü biçimde vermelidir. Çünkü gerçek de budur. HDP Kürdistan’da bu kadar güçlüyken, bu kadar sahiplenmişken, Türkiye’nin batısında kimsesizmiş gibi davranmamalı.

KÜRTLERE SİVİL SİYASET YASAKLANMAK İSTENİYOR

HDP’nin İzmir İl binasına yönelik saldırı, Deniz Poyraz’ın katledilmesi Kürdistan’da nasıl bir etki yarattı?

Saldırıyı yapan zavallı bir tetikçi. Bu saldırının arkasında nasıl bir organizasyon olduğu açıktır. Deniz Poyraz cinayeti 7 Haziran sonrası sürecin devamıdır. Kürtlere sivil siyaset yasaklanmak isteniyor. Kürt emekçiler buradan mevsimlik işçi olarak gittikleri şehirlerde Kürtçe konuştukları için saldırıya uğruyorlar ve saldırganlar kollanıyor. Devlet desteğiyle HDP binalarının önüne çadırlar kuruluyor, sanki PKK’nin kaynağı HDP’ymiş gibi algı yaratılıyor. PKK kırk yıldır var, HDP daha dün kuruldu. Türkiye devletini yönetenler bilmeli ki, Kürtlere sivil siyasetin yollarını kapatmak devleti de Türkiye halkını da çıkmaz sokağa hapsetmektir. Şimdi HDP’nin kapatılması gündemde. Bunun kolay olmayacağını düşünüyorum. Zaten MHP’nin siparişiyle gündeme gelen bir dava. HDP’nin kapatılması doğrudan siyasi bir karar, sonuçları ise yıkıcı olacak. Bu bir ezber değil, Kürt seçmen Türkiye’nin en bilinçli seçmenidir. Manipülasyonlarla, yönlendirmelerle değil, tarihsel deneyimden ve güncel ihtiyaçlardan, taleplerden hareketle karar veriyor. Bugün HDP kapatılsa Kürt seçmenin gidip CHP’ye veya başka bir partiye yöneleceğini zannetmesin kimse. Kapatılacak bir HDP’nin tabanı üzerine yapılan hesaplar son derece tiksinti verici. Bu taban partisiz kalınca başka partiler tarafından kapılacak bilinçsiz seçmen değil. Kendi siyasetini de çatısını da kendisi oluşturur.

Peki siz Kürdistan Komünist Partisi olarak kitleselleşme iddiası taşımıyor musunuz?

Biz Kürdistan siyasetinin en solunda yer alıyoruz ve bir kadro hareketiyiz. O yüzden hiçbir Kürdistani partiyi rakip veya hasım olarak görmeyiz. Biz kendi ideolojik hattımızı örmeye devam edeceğiz. Fakat 1990’lı yıllardan bu yana, özellikle sosyalist sistemin yıkılmasıyla birlikte biz de büyük yaralar aldık. Ayrıca ortada bir ulusal mücadele ve onun yarattığı basınç var. Her ne kadar bize göre her ikisi de eşzamanlı çözülmesi gereken sorunlar olsa da ulusal mücadele sınıfsal mücadeleyi ikincil plana itiyor. Ama tüm dünyada olduğu gibi Kürdistan’da da rüzgâr tekrar sola dönüyor. Kapitalizmin yarattığı buhran dünya halklarını sol arayışlara itiyor. Kürdistan’da da bunun karşılığı olduğunu biliyoruz.

Bu ihtiyacı karşılamak için ne yapıyorsunuz?

4 Haziran’dan itibaren, Kürdistan’daki ekonomik kriz işsizliğe karşı “6 Saatlik İş, Herkese İş” kampanyası başlattık. Bu önemli bir husus, çünkü sonuçları toplumsal yapıyı doğrudan etkiliyor. Silvan’daki intiharlar o yüzden sınıfsal ve politik intiharlar. Kürdistan’da büyük kayıtdışı ekonomi var. Kürtler kadar Suriyeli, Asya ve Afrikalı göçmenlerin burada yaşadığı koşullar da dehşet verici boyutlarda. 14-15 saat boyunca, sadece karın tokluğuna çalıştırılıyor insanlar. İnsanlar asgari ücretle sigortalandırılıyor, maaşları yatırılıyor ama patron el altından verdiği maaşın yarısını geri alıyor. O yüzden sendikalarla görüşmelere başladık. Bir, altı saatlik iş. İki, kayıtdışı ekonomiye karşı çalışma. Üç, kadınların, küçük esnafın içinde bulunduğu darboğaz. Buralardan hareketle sömürü düzenine karşı bir farkındalık oluşturmak, bu kölelik düzenine son vermek zorundayız. O nedenle de yerelden, mahallelerden başlayarak buna karşı örgütlenmeye çalışıyoruz.

Kürdistan’daki yoksullaşmaya, işsizliğe karşı diğer siyasi partilerin görünür bir çabası var mı?

Haklarını teslim edelim, HDP ve BDP bizden daha aktif biçimde çalışıyor. HDP’li parlamenterler Türkiye’nin, Kürdistan’ın çeşitli illerinde tarım işçilerini tarlada ziyaret edip onların yanında konum alıyor. Bunlar önemli ve desteklenmeli. Ama maalesef diğer partilerde bu tür yaklaşımlar sözde kalıyor. Kendilerini tarlada, fabrikada, sokakta göremiyoruz. Ayrıca yoksullukla mücadele bir vicdan meselesi değil, politik meseledir. İnsanları aşağılayan, benliklerini zedeleyen yaklaşımlarla yapılan yardım kampanyaları yerine bu meselenin eşitlikçi bir perspektifle halledilmesi gerekiyor. O yüzden insanlara istihdam alanı açın, herkes emeğiyle geçinsin diyoruz.

Tüm yazılarını göster