Kemal Kılıçdaroğlu, geçen hafta CHP tarafından düzenlenen Suriye Konferansı’ndaki konuşmasında, Mustafa Kemal’in “yurtta sulh, dünyada sulh” sözlerini hatırlattıktan hemen sonra bizatihi bu sözü hükümsüz kılarak, AKP’nin Fırat’ın doğu ve batısına yönelik hamlelerini meşru gösterdi: “Türkiye'nin kendi güvenliğini sağlamak amacıyla Suriye toprakları üzerinde sürdürdüğü terörle mücadelenin meşruluğuna inanıyoruz.”
Kılıçdaroğlu, bu cümleyi “ancak” diyerek şu şarta bağladı: “Terörle mücadelenin Suriye'nin toprak bütünlüğüne saygı gösterilerek ve doğrudan Şam yönetimiyle ilişki kurularak sürdürülmesinin en doğru yol olduğu inancındayız.”
Meali şu: “Esad’la kol kola girildikten sonra Kuzey Suriye’ye savaşa karşı değiliz.”
Bu, AKP açısından külliyen reddedilecek bir seçenek değil zaten. Ve muhtemelen iktidarın Şam’la temasları, ayak işlerini yürüttüğü için kazandığı kırıntılarla gözü dönmüşe benzeyen küçük ortakları üzerinden sağlanıyor da.
Kaldı ki, amaçlarının başında 31 Mart itibariyle sallantıda olan AKP-MHP iktidarını yeniden ve bir kez daha militarizm kaidesi üzerine oturtarak sağlamlaştırmak olan Fırat’ın doğusuna yönelik savaş için Kılıçdaroğlu’nun icazeti gerekmiyor.
Aksine, dışarıya yönelik olası hamlenin iç “uzantısına” ziyadesiyle muhtaç görünen AKP-MHP, CHP’nin bu savaşa karşı çıkmasını bile istiyor olabilir.
Dahası, Kılıçdaroğlu’nun, tam da iktidarın bu “pususunu” öngördüğünü ve bunu bertaraf etmek için Suriye’nin kuzeyine yönelik savaş hazırlıklarına destek verdiğini iddia edenler bile olabilir.
Ama iktidarın ayak işlerini yürüten ulusalcı ortağı gibi eline “keskin kılıç” alıp Suriye seferine koşsa bile CHP, hedef olmaktan kurtulamayabilir.
Çünkü HDP’den sonra artık sıranın kaçınılmaz bir biçimde CHP’ye geldiği anlaşılıyor.
AKP-MHP, CHP’nin halk nazarında iktidar namzeti olarak görülmesine mani olmadığı sürece kendi iktidarını sürdüremeyeceğinin farkında.
Dolayısıyla, amiyane tabirle Kılıçdaroğlu ağzıyla kuş bile tutsa, iktidarın hedefi olmaktan kurtulamayacak gibi görünüyor.
Nitekim Kılıçdaroğlu’nun söz konusu açıklamayı yaptığı konferansın ABD’li bir katılımcısı üzerinden, iktidar medyası günlerce “CHP, terör yanlısını konuşturdu” şeklinde karşı propaganda yapmaktan geri durmadı.
İktidar medyasınınki zaten el alışkanlığı.
DEVLET VE BAHÇELİ
Peki Esad’la anlaşma kaydıyla Kuzey Suriye’ye savaş açılmasında herhangi bir beis görmeyen Kılıçdaroğlu’nun, aslında ortada fol-yumurta yokken, hasta yatağındaki MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin “muhtırasına” muhatap kalmasına ne demeli?
Kılıçdaroğlu’na yargı yolunun açıldığını ifade eden Bahçeli, tam manasıyla “devlet gibi” davranıyor ve tarihi nitelikte olduğu için uzunca iktibas edilmesinde beis görmeyeceğimiz “muhtırasında” şöyle diyordu: “CHP'nin şu anda takip ettiği siyaset Türk milletinin egemenlik ve tarihsel haklarıyla temelden ve bütünüyle çatışmaktadır. Bu nedenle CHP vatana ve millete alenen karşı tavırdadır. Hiç kuşku yok ki, CHP Genel Başkanı'nın ve sözcülerinin siyasi eylem ve sözleri suç teşkil etmektedir. Milliyetçi Hareket Partisi hiçbir şart altında bu zillete ve ülkemize hezimet vaat eden teşebbüs ve girişimlere sessiz ve seyirci kalmayacaktır. Özellikle CHP Genel Başkanı için dokunulmazlığın kaldırılması ve mahkeme yolu ardına kadar aralanmış ve açılmıştır. Milliyetçi Hareket Partisi Başkanlık Divanı'nın da kararıyla CHP-HDP ilişkilerinin incelenmesi, CHP Genel Başkanı'nın suç teşkil eden fiili ve değerlendirmelerinin analiz ve araştırılması maksadıyla şu değerli isimlerden teşekkül eden bir komisyon görevlendirilmiştir…”
Düşünsenize, TBMM’nin üçüncü partisi, anamuhalefet partisinin lideri hakkında bir tür tahkikat komisyonu kuruyor, ortada güncel hiçbir somut dayanak olmadığı halde CHP’yi “vatana ve millete alenen karşı tavır” yani “ihanet” içinde gösteriyor.
Bu ne demek?
“Sıra CHP’ye geldi” demek değil mi?
Başka?
“Devlet benim” demek değil mi?
Şu satırları yazdığım sırada (6 Ekim akşamı) Twitter’da Bahçeli lehine “Devlet Sensin” etiketiyle kampanya yürütülmesi boşuna mı? Tesadüf mü?
Bahçeli, bir yandan Kılıçdaroğlu’na aba altından çıkardığı sopayı sallarken, bir yandan da hem kendi büyük ortağı olan AKP’ye hem de “yedi düvele”, artık “devlet” olduğunu ve devletin sopasının da kendi elinde bulunduğunu ilan ediyorsa, haksız sayılmaz.
Kimileri sağlık sorunlarının boyutunu irdelemekle uğraşırken, belki de Bahçeli “küllerinden doğmaya” hazırlanıyor.
Eli kulağında olduğu söylenen (Az önce, 6 Ekim akşamı, gelen habere göre Erdoğan ve Trump, önümüzdeki ay bir görüşme yapma kararı aldı. Bunun, savaşın ertelendiği anlamına gelip gelmediğini henüz bilmiyoruz.) Kuzey Suriye savaşının ne kadar süreceği, boyutlarının ne olacağı şimdilik belirsiz. Ama Bahçeli’nin açıklamasıyla alenileşmiş bir şey var. O da CHP ve liderinin açıkça destek verdiği bu savaş sürecinde, iç siyasette iktidar ve ortaklarının ana hedefi olacağı.
Bu süreçte eğer CHP yeteri kadar kriminalize edilebilirse, baskın bir seçime gidilmesi, AKP-MHP koalisyonunun tekrar başa geçmesi, imkânsız senaryo değil.
Zaten AKP-MHP açısından artık toplumun yüzde 50 veya bir fazlasının oyunu alma ihtiyacı yok. Kendilerini iktidara taşıyabilecek oran neyse, o kadarı kâfi.
Peki ya sonra?
Sonrası şimdiki hâlin bile mumla arandığı vaziyet olabilir.
Ancak tamamen karamsar olmak da büyük yanılgı. Zira girişilecek bir savaşın, zaten açlık ve yoksullukla cebelleşen halkın kahir ekseriyeti tarafından kabullenileceği, militarizmin mide açlığını dindireceği de bir ezberden ibaret. Üstelik bu ezbere kendini kaptırmış olan da bizzat AKP-MHP koalisyonu.
Dolayısıyla CHP’nin “durduramayacağım savaşı desteklerim” politikası yerine, Kılıçdaroğlu’nun Suriye konferansında söyleyip hükümsüz bıraktığı “yurtta sulh, cihanda sulh” kaidesine geri dönmesi, ezber içindeki iktidarın hesaplarını bozabilir. Bunun da CHP için, belki Kılıçdaroğlu’nun hapse atılmasına dahi vardırılacak bedelleri olabilir.
Peki ya sonra?