Sırtlan, bilimsel şeceresiyle Animalia Bilateria Deuterostomia Chordata Vertebrata Gnathostomata Tetrapoda Mammalia Theria Eutheria Carnivora Feliformia Hyaenidae, boyu 1.80’e, yüksekliği 90 santime kadar, ağırlığı 40 küsurla 80 küsur kilo arasında değişen, saatte 60 kilometre hızla koşabilen, ömrü 20-25 yıl sürebilen bir hayvan. Uzaktan da olsa soyunun tükenmesi tehlikesiyle yüz yüze. Yeryüzünde yaklaşık on bin yetişkin sırtlan kalmış. Tüyleri sarımtrak, taba, gri, kahverengi ve nadiren siyah olabiliyor. “Hayvan belgeseli” denen pornografik şiddet-aksiyon filmlerinden en iyi tanıdığımız şahsiyet, benekli sırtlan. Bunların, boyu iki metreyi bulanı var. Daha çok Sahra Altı Afrika’dalar. Ortamlar bakımından sırtlan kalender bir hayvan. Savanada da yaşar, çayırda da, yüksek dağda, ormanda da. Hattâ yarı çöl halindeki yerlerde bile ona rastlanır.
Sormadan bilmeden ahkâm kesmeyi -meselâ oradan buradan topladığı yüzeysel bilgilerle sırtlanlar hakkında atıp tutabilmek gibi hadsizlikleri- alışkanlık haline getirmiş küstah bir yaratık olan insan, görünüşünü benzettiği için sırtlanı köpekle akraba zanneder. Oysa sırtlan aile bağları itibarıyla kediye daha yakındır.
Etoburdur. Avlanmaz değil, ama hep kendi avlanmaktansa bazen başkalarının avlarından tırtıkladıklarını, ömrünü doldurup kenara uzanmış sâbık canlıların cansız gövdelerini yemeyi tercih eder.
Leş yemesi, sırtlanın hanesine olumsuz puan olarak yazılır. Belirtmeye gerek yok ki, leş yediği için etobur sırtlanı aşağılayanlar, ruhobur insanlardır. Oysa sırtlanın, kendi daha az öldürüp başkasının öldürdüğünü yemesinde, işe başka tarafından bakılsa, erdem bile bulunabilir. Bu hayvan bir şey yiyecek sonunda! Ve ne yapılsın ki, kendisi etobur, et yiyor. Birbirlerini her bakımdan öldürmek için fırsat arayan ve birbirlerini öldürmekle kalmayıp zevk için işkence de edebilen ruhoburlarsa, biraz daha az öldürüp leş yediği için sırtlana tepeden bakıyor. Bununla yetinmiyor, bir dönem, “ulan bu leş yediğine göre toprağı kazıp ölülerimizin naaşlarını da yer” uydurmasıyla hayvana etmediğini bırakmıyor. Oysa böyle bir halt yemiş sırtlana tarih boyunca rastlanmamış.
Sırtlanın insan ölüsüne bulaşmamasında bir tedbir, sağduyu ve öngörü belirtisi seziliyor sanki. Veya sırtlan, ne idüğü belirsiz bu yeni hayvanın ölüsünün etine tamah edip, milyonlarca yıldır süren beslenme rejimini değiştirmemiş. Tutucu belki biraz. Kim bilir, bu yeni hayvan ortalığa çıkalı henüz iki yüz bin sene olmuş; sırtlan belki de fark etmedi daha. Onu yalnız vücuduna saplanan mermi şeklinde hayal ediyor da olabilir. Yoksa sırtlan, etraftaki her yiyeceğin, avın her zerresinin değerini bilen, israf nedir bilmeyen bir yaratık; kemikti, toynaktı bakmadan götürüyor. Yiyeceğini de çabucak yiyor. Koca zebrayı bir sırtlan grubu yarım saat içinde bütünüyle yutup yok edebiliyor. “Neme lazım” mefhumu var hayvanda. Aslında sırf bu yüzden bile ruhoburlarca aşağılanması normal. Ruhoburların hele bugünkü dünyasında tasarruf, tedbir, tevazu, nezaket şu bu, kötü özelliklerdir, istenmeyen kavramlar, istenmeyen durumlardır. Göstere göstere yiyecek, ağzını da şapırdatacaksın. Büyük şarap kadehli sofra fotoğrafı paylaşacak veyahut Kâbe fonlu selfie çekip yayacaksın.
'YÜCELEMİYORUM, OYSA IŞIKLAR İÇİNDEYİM!'
Zavallı sırtlana başkasının öldürdüğünü yiyor diye laf ederek, mütemadiyen başkasının öldürdüklerini yiyen ruhoburlar kendilerini yücelttiklerini sanırlar. Ruhoburlar zaten hemen her şeyi kendilerini yüceltmek için yaparlar. Yücelmek için yaptıklarıyla sürekli daha aşağılara düştüklerinden, yücelme gayesi giderek yukarıda, giderek gökyüzünde, giderek ulaşılamaz yerlerde kalır ve böylece ona ulaşmak için harcanan çaba, kapılınan takıntı, hırs, bir türlü ulaşamamaktan doğan haset, kin, aşağılık duygusu ve benzer başka hoşluklar, ruhoburun kişiliğini, hayatını, kurduğu toplumu, kültürünü belirleyen aslî unsurlar haline gelir. Gelin görün ki, o yine sırtlanı aşağılar; leş yiyor diye.
Oysa sırtlan, en “akıllı” sayılabilecek hayvanlardan biri. Beyninde primat ve insan beynine benzerlik olduğu düşünülüyor. Şempanzeden daha zeki olduğu ortaya çıktı. Nitekim sırtlan, meselâ, örgütlenme ve birarada hareket etme kabiliyeti en yüksek hayvanlardan. Klanlar halinde yaşar. Bu klanların nüfusu bazen seksen bireyi bulur. Bir grup sırtlan, başka herkesin karşısında titrediği, hayatını cinayet ve gaspla geçiren -kaba kuvvetine dayanarak başkasının canlı avına el koyar- aslanla baş edebilir. Kimi zaman sırtlan teşkilatları aslanların henüz sofraya dahi koymamış olduğu taze avlarını da çalar götürürler ki, buna denecek tek şey, “elleri dert görmesin” olabilir.
Sırtlanlar kendi aralarında sesle ve başka araçlarla anlaşırlar. Yalnız sesle on değişik mesajı iletebildikleri varsayılıyor. Bu sesleri, ruh yiyerek beslenen ruhoburlar, kendi gülmelerine benzetirler. Oysa, özel mesaj anlamı taşıyanları dışında, insan gülmesine benzetilen sesi bu hayvanlar, telaşlandıklarında, gerildiklerinde çıkarırlar. Bunu bir nevi ağız dalaşı veya kavga peşrevi mahiyetindeki küfürleşme sayan da var. Burada da şunu desek: “Allah insana benzetmesin.” Hayvanın sülalesi yirmi iki milyon yıl önceye uzanıyor, sen topu topu iki yüz bin yıldır varsın, üstelik soyağacımda safkan çıkmadım diye saklanacak delik arayan bir zavallısın; can alıp, işkence yapıp, karakter katledecek, övünüp şişinecek hale gelmen o kadar bile değil. Sen kimin nesini kimin nesine benzetiyorsun? Hangi cüretle. Hayvan kim bilir neyin derdinde, sen diyorsun ki: gülüyor! Niye? Çünkü senin gülmene benziyormuş sesi. Sen sekiz yüz bin sene sonra geldin, onun çıkardığı seslere benzete benzete güldün. Daha büyük ihtimal değil mi? Ama olmaz. Sen büyüksün. Elinde silah var. Dilinde silah var. Karakterin, ruhun silah senin. Katletmeye programlanmışsın. Ama elle ama dille. Çeker vurursun alimallah. Hakikaten, Allah benzetmesin…
AVCININ GÖRMEK EĞLENMEK İSTEDİĞİ
Ruhoburun kendi gülüşüne benzettiği sesi daha çok klan hiyerarşisinin alt tabakasında yer alan, yiyecek dağıtımından daha az pay, hayattan daha az keyif alabilen sırtlanların çıkardığı gözlenmiş. Yani ezilen, yoksul sınıf daha çok ses çıkarıyor. Ruhoburdakinin tersi. Beğenmediğin sırtlan hiç değilse ses çıkarıyor. Ayrıca, sırtlan bireylerinin seslerinden ayırt edilebildikleri anlaşılmış. Yaşına, sosyal mevkisine göre sırtlanın sesinin “ayarı” değişiyormuş. Yine ruhoburunkinin tersi. Çünkü biz iki, bilemedin üç-dört grup halinde ayrışırız, gruptakiler hep başka gruptakilere küfür-hakaret içeren aynı sesleri çıkarır, o gruba katılmak istiyorsan hemen yanlarına koşup o sesleri çıkarman, hattâ el attırman gerekir. Kazara, maazallah, aykırı ses çıkaran olursa hemen karşı gruptan sayılır, oraya gönderilir. Onların yanına da gitmiyorsa, bütün gruplarca hep beraber kahredilir, mahvedilir ki, burada ortaya çıkan manzara, bir grup sırtlanın zebrayı kemiğiyle bilmem nesiyle yalayıp yuttuğu hayvan pornosunu aratmaz.
Yalnız, sırtlanların haberleşmesinin söz konusu sesle sınırlı olduğu sanılmasın. Bilim insanları, sırtlan klanlarının toplumsal hayatının epey karmaşık olduğunu, bu yüzden epeyce iletişime ihtiyaç duyduklarını ve bunları karşılayabilecek sesli, görsel ve kimyasal araçları geliştirdiklerini söylüyorlar. Bir deneyde, önlerine konan bütün problemleri çözen iki sırtlanın bu süre boyunca ses çıkarmaksızın anlaşabildikleri tespit edildi. Biz de bu araçlardan geliştirdik: taciz, tecavüz, iftira, küfür, hakaret, televizyon, sosyal medya, botoks, GDO.
Ernest Hemingway (Afrika’nın Yeşil Tepeleri), avcıları anlatıyor: “Sımsıcak bir düzlükte sırtlanın uzaktan vuruluşunu görmek, daha da eğlenceliydi. Ters dönmesini, çılgınca daireler çizmesini, içine tohumlarını salan ölümle yarışırcasına hızlı hareketler yapmasını izlemek, çok ilginçti. Ama M’Cola’nın kahkahalar atmasına neden olan asıl olay başkaydı. Klasik bir sırtlanın koşarken uzaktan vurulmuşsa öfkeyle dönerek bağırsaklarını ortaya çıkarana dek kendini parçalaması, sırtlan şakasının doruğuydu. Hayvan, bağırsaklarını çıkardıktan sonra, durup bunları tadına vara vara yerdi”.
Şimdilik ilkini daha kolay yapabiliyoruz. İkincisini izlemek her zaman mümkün olmuyor. Kendi bağırsaklarını yiyen kurban izlemekten mahrum kalınıyor, ama bulunur onun da çaresi.
Dört ayrı sırtlan türü var. Sırtlan klanları daha çok, erkeklerden daha iri ve daha ağır olan dişilerin egemenliğinde yaşarken, bu türlerin ikisinde erkek egemen toplum hayatı görülür. Farklı sırtlan türlerine ve klanlarına mensup bireylerin hiçbiri, kendisinin asıl sırtlan olduğunu, ötekilerin tüy rengi veya kadın-erkek otorite dengesi nedeniyle kendisinden aşağı ve ikinci kalite yaratıklar olduğunu, bu yüzden kendisinin öbürlerini ezme, aşağılama, onlara hükmetme hakkı olduğunu düşünmez.
O hayvan, zaten düşünmez, diyenleriniz çıkacaktır. O vakit sorarım size: İnsan gününün ne kadarını sahiden düşünerek geçirmektedir ve yaptığı ettiği kaç şeye düşünmesi yön vermektedir? Davranışlarına düşüncesi mi yön veriyor yoksa önyargıları, niye sahiplendiğini bile bilmediği, fikir kırpıntılarından meydana gelen çöp yığınları, kinleri, hırsları, aşağılık duyguları mı? Düşüncesi hayra mı yarıyor yoksa ille de başkalarının hayatını daha da kötü ederek, birilerinin üzerine basarak kendini muhteşem hissetmeye mi? Yoksulluk, yoksunluk veya başka mecburiyetler nedeniyle, düşünmek veya kendini bir şey hissetmekle uğraşacak hali ve imkânı bulunmayanları konu dışı tutalım. Yani insanlığın aşağı yukarı dörtte üçünü. Oysa sırtlan dedik mi, bütün sırtlanlardan söz edebiliyoruz. Biz özeliz. İçimizden özel kastlar çıkarmışız.
Sırtlanlarla ilgili bilgi veren bir kaynakta şu cümleyi okudum: “Bir sırtlanı kasıtlı olarak avlayıp öldüren tek hayvan türü, insandır.” Buna neler ekleyebiliriz… Leş yiyen etobur olmak mı, karakter katili ruhobur olmak mı; böyle bir tartışma, meselâ?
Dizimizin bundan sonraki bölümünde yine saygıdeğer bir hayvan olan çakalı konu edeceğiz. Ele almamız gereken hayvanlar serisi böylelikle tamamlanacak.