Sistemin yuttuğu radikal: Jean Dubuffet

Egemen kültürü, kabul edilmiş estetik değerleri reddeden ve gördüklerini nasıl yansıtacağının sürekli arayışında olan Dubuffet, sanat hayatı boyunca el değmemiş ve gerçek yaratıcılık sahibi olduklarını düşündüğü ve eserlerini topladığı toplumdan dışlanmış insanlar gibi sıra dışı çalışmalar yapmayı denemiş.

Irmak Özer heyirmako@gmail.com

"Akıl hastanesinde yatanlar, tutuklular, toplumdan dışlanmışlar... Bu hareketin sanatçıları tam da bu insanlar. Resim çizmeyi, heykel yapmayı kendi kendine öğrenmiş, çoğu zaman bu yeteneğin vahiy gibi indiğini de iddia edebilen, psikotik, herhangi bir eğitim ya da bir entelektüel çevrenin onayını almamış sanatçılar. İşte size Türkçede kimi kaynaklarda 'ham sanat” olarak geçen 'art brut' hareketine bir giriş..."  Lozan, İsviçre’deki Art Brut koleksiyonu müzesini anlattığım bir önceki yazıma aynen böyle başlamıştım, şimdi de buradan, Art Brut akımının kurucusu Jean Dubuffet’nin bu kez İsviçre’nin Martigny şehrindeki retrospektif sergisi ile devam ediyorum…

Pek meşhur kayak merkezi, Chamonix Mont Blanc’ın hemen altında, turistlerin bu sebeple çok gelip geçtiği ama yine de aşırı sakinliği ve azıcık nüfusu ile Allahın unuttuğu yer hissi veren Martigny, dağlara doğru baktığınızda inanılmaz bir manzaraya sahipken ironik bir şekilde çirkin binalara sahip, Türkiye’de ancak kasaba diyebileceğiniz boyutlarda bir “şehir”. İşte bu şehre kardeşi Pierre Gianadda’nın ani ölümünden sonra aşırı içlenen Martignyli Léonard Gianadda, 'kardeşim bu şehrin tanınmasını, bilinmesini isterdi, sanatı da çok severdi' diyerek yıllardır oldukça önemli sergilere imza atan Fondation Pierre Gianadda’yı (Pierre Gianadda Vakfı) kuruyor. Ayrı bir yazı konusu olan harika bir heykel bahçesi olan vakfın bu dönemki sergisi, Fransız olsa da yarattığı Art Brut akımının müzesi bu ülkede olmasından mütevellit İsviçre’nin ünlü çocuğu Jean Dubuffet’nin retrospektifi.

Paris'teki Centre Georges-Pompidou ile işbirliği içinde Pierre Gianadda Vakfı'nda sunulan Jean Dubuffet retrospektifi, sanatçının 50 yıllık yolculuğunu farklı serilerle önümüze seriyor. Egemen kültürü, kabul edilmiş estetik değerleri reddeden ve gördüklerini nasıl yansıtacağının sürekli arayışında olan Dubuffet, sanat hayatı boyunca el değmemiş ve gerçek yaratıcılık sahibi olduklarını düşündüğü ve eserlerini topladığı toplumdan dışlanmış insanlar gibi sıra dışı çalışmalar yapmayı denemiş. Denemiş derken, örneğin aynı seri, aynı çizgi üzerinde 13 yıl çalışmışlığı var!

Kronolojik ve tematik bir sıraya göre seriler etrafında dönen sergide, sanatçının sürekli olarak sınırları zorladığını görüyorsunuz. Dayatılmış estetik değerlerin dışına nasıl çıkabileceğini, perspektiften kopup zihnini nasıl kağıda dökebileceğini araştıran sanatçının bu retrospektifte önce insan vücudunu çalıştığı eserlerini sonra, madde, çakıl, toprak, yaprak ve kumu araştırdığı, defalarca detaylı dokular çizdiği eserlerini görüyoruz. Daha sonra daha popüler olan kağıt çizimleri ve guaj çalışmaları ve kelimeler ve ritimlerle oynadığı, tanınmış dostlarına adadığı kaligrafik çalışmaları geliyor. 1961'den itibaren, en ünlü döngüsünün başlangıcı grotesk heykel ve resimlerinden sonra ve bir Türk besteci ile beraber çalıştığını ve koreografisi Jean McFaddi imzalı heykel ve resimlerden oluşan, oyuncular tarafından canlandırılan bir dizi uygulanabilir, kesme modülden oluşan bale kurguladığını tesadüfen öğreniyorum. Son olarak sergiyi figürasyona yönlendiği bir seri ile bitiriyoruz.

Hayatın Türkiye için gerçeklerinden ve ekonomiden haberim olduğu için bu yazıyı okuyanların İsviçre’deki sergiyi gezmeye atlayıp gelmeyeceklerini biliyorum; bu sebepten sergiyi detaylı anlatmak yerine en ilgimi çeken birkaç konuyu paylaşmak ve bir de bir sanat-magazin dalgası yaratıp sergiyi övenler ve yerenlere yer vererek eğlence yaratmak istiyorum (ki hangi seriler yer alıyor, buna bağlamak için anlattım).

Sergide en güzel detaylardan biri, her serinin hatta her gruplanmış tablonun üzerine sanatçının ilgili cümlelerinin yerleştirilmiş olması. Sanat yolculuğu, Dubuffet için yaratıcı olduğu kadar düşünsel de bir yolculuk. İlk bakışta aşırı saçma gelecek çocuksu resimler aslında birer “ifade”. Dünya güncel sanat piyasasının egemenliğini ABD ele geçirmişken bana şerbet gibi gelen bir yaklaşım oldu bu. ABD’li çok ünlü belirli sanatçıların anlamsız gelen işlerinin üstünü kazıdığınızda altından sadece pazarlama çıkıyor. Eski dünya Avrupa’da ise okumalar, düşünceler tartışmalar… Zaten Dubuffet art brut (ham sanat) terimini ortaya çıkardığında kurumların şiddetli muhalefeti ile karşılaşmış ve akademi içinde kavga ve tartışmalara yol açmış. “Ay ilgi çekici bir şeyler yapayım, sansasyon yaratayım da bu çok renkli, eğlenceli satayım,” olmamış yani bugünkü gibi. Ki zaten bu sanatçının doğasına tamamen ters, oraya da geleceğim.

Sergide diğer ilgimi çeken konu beden çalışmaları oldu. Estetik beden anlayışından, estetik erotizmden uzaklaşıyor Dubuffet. (Yine kadın bedeni ile ilgili kabul edilenin dışı yorumlamalar yapan Chaïm Soutine ve Willem de Kooning ile ilgili bu yazıyı okuyabilirsiniz.) 1940’lardan bugüne gelene kadar dayatılan beden anlayışı bambaşka mertebelere ulaştı. Bugün sosyal medyaya bakıp da kendini yetersiz hissetmeyen var mı? Bunların hepsi yine sosyal medya deyimiyle “yılan yalan” işler olsa da “estetik kabuller” bizi çok etkilediği için bunların AL SANA tavrıyla bozulması insanı mutlu ediyor. İkili ilişkilerin estetizmden kişisel beden estetizmine kaideler, kurallar yıkılsın!

Bir de Türk besteci demişken İlhan Mimaroğlu’ndan bahsedip dedikodulara geçeyim. İlhan Mimaroğlu, Jean Dubuffet’nin resim sergisi Coucou Bazar için özel bir albüm bestelemiş ve ikili bu çalışmayı 1973’te New York’taki Guggenheim Müzesi’nden sanat dünyasına sunmuş. Resim, hareket ve müziğin bir arada kullanıldığı bu gösteri üzerine meraklıları için akademik makaleler bile var.

Son olarak gelelim sanat-magazin kısmına... Belirttiğim gibi sergi, Pierre Gianadda Vakfı ile Fransa’nın gözdelerinden Centre Pompidou’nun işbirliği. Fransız basını sergiyi bol bol överken İsviçre basını o kadar da bayılmamış. Özellikle Bilan’dan Etienne Dumont, güzel bir giriş yapar gibi yapıp yerden yere vurmuş ki bu beni hem bilgilendirdi hem çok eğlendirdi. Yazar öncelikle Pierre Gianadda Vakfı’nı eleştiriyor ki böyle bir sergiye ev sahipliği yapan mekanın durumunu ben de biraz alelade bulmuştum. Dumont’un anlattığına göre vakıf ilk kurulduğunda küçük bir müze olmasına rağmen İsviçre genelinde yüz binlerce kişiye broşür dağıtmış ve Paris'te ikinci bir basın görevlisi varmış. Şimdi ise bariz bir düşüşteymiş. Sergi pandemi nedeniyle ertelene ertelene bir hal olduktan sonra duyurusu için pek çalışılmamış. Dumont aynı zamanda Centre Pompidou çağdaş koleksiyonların küratörü Sophie Duplaix’yi bir tür asgari hizmet sağlamakla itham ederek İsviçre’de hakikaten de halihazırda birçok müzede eserleri, eşyaları, fotoğrafları olan Dubuffet’nin bu destekleyici materyallerinin ve daha geniş koleksiyonun bu sergide gösterilmemesini eleştiriyor. Fondation Beyeler’den Lozan’daki Photo Elysée'ye, Cenevre’deki MEG’e birçok müzeden eser alınabilirmiş. Yine de Avrupa topraklarına yeniden ayak basmış bir Türk olarak beni kesti mi? Kesti. Olayın en ironik kısmı ile bitirelim o halde... Akademiyi, entelektüelleri, kurumları, müzeleri, resmi akımları eleştiren, kültürel dogmalara karşı çıkan, "Gerçek sanat her zaman en az beklediğiniz yerdedir. Kimsenin onu düşünmediği veya adını anmadığı yer,” diyen Dubuffet, bugün entelektüel çevrelerce kabul gören, sanat tarihine adını yazdırmış, dünya çapında onlarca müzede eserleri bulunan bir sanatçı. Bakın ben bile iki haftadır konuşuyorum! Düzen işte böyle gelir, seni yutar!

Jean Dubuffet sergisi Martigny, Fondation Gianadda’da 6 Haziran 2022’ye kadar görülebilir.

Tüm yazılarını göster