Sivil halkın 'silahlanması' hiçbir devlete, lidere hayır getirmemiştir

Türkiye insanların can güvenliğinin kalmadığı bir ülkeye dönüşmüştür. Silah bulundurma ve taşıma konusunda sergilenen bu son derece sorumsuz tutum, “silahlı çatışma”yı her fırsatta altını çizerek öne çıkaran devlet erkânının maalesef dikkatini ve ilgisini hiç mi hiç çekmemektedir. Hemen herkesin ‘silahlandığı” bir toplumun kimseye yâr olamayacağı vakit gecikmeden anlaşılmalıdır.

Kürşat Bumin kursatbmn@gmail.com

İçişleri Bakanlığı yakınlarda, “bireysel silahlanma” ile ilgili bir açıklama yapmıştı. Açıklamada verilen bilgiler ve yapılan yorumlara bakacak olursanız, ortada “endişe edecek” bir durum bulunmuyordu. Hatta birkaç Batı ülkesiyle yapılan karşılaştırma sonunda şöyle olumlu bir sonuç da çıkmıştı: “Batı ülkelerindeki ruhsatlı silahların toplam nüfusa oranına bakıldığında, Finlandiya yüzde 8, İsveç yüzde 6.7, İspanya yüzde 4.5, Polonya yüzde 4.1 iken ülkemizde ise bu rakam yüzde 4 civarındadır.”

Hemen her resmi açıklama gibi bu açıklamayı da ülkedeki “silahlanma” konusunda ciddiye almamamız gerekiyordu herhalde. Bakanlığın açıklamasından şu bölüm de dikkatimi çekmişti: “Umut Vakfı’nın açıklamasında, Türkiye’de 25 milyon silah olduğu, bunların yüzde 85’inin ruhsatsız olduğu, cinayet olaylarında yüzde 70, silahla işlenen olaylarda yüzde 200 artışa sebep olduğu belirtilmiştir. Bu değerlendirmelerin basına yansıyan olaylardan derlenmiş olup istatistiki veri olmadığı, yoruma dayandığı tespit edilmiştir.” Güzel, bu konuda Umut Vakfı’nın gerçeği tahrif ettiği bilgisine de ulaşmış oluyorduk.

Bu konuda benim kanaatimi soracak olursanız cevabım şöyle olacaktır: Ülkedeki “silahlanma” konusuna ilişkin tabii ki –a priori- olarak Umut Vakfı’nın safında yer alıyorum. Hepinizin iyi bildiği gibi bu vakıf yıllardır bu konuda büyük bir çaba sarf etmektedir. Vakfın sitesinde yakın tarihte okuduğumuz şu tespitin (7 Kasım) sadece “yoruma dayandığı” nasıl “tespit edilmiştir” sormak gerekir: “…biz yıllardır Umut Vakfı olarak dile getiriyoruz… Pompalı tüfeklerin kolaylıkla satın alınmasının önemli bir sorun olduğunu belirtiyor ve internetten bir tıkla, peynir ekmek gibi silah alımının önüne geçilmesini istiyoruz… Caydırıcı hapis cezası getirilmesini talep ediyoruz…”

Bakanlığın açıklamasında yer aldığı gibi bu konu madem ki sadece “yoruma dayalı”ydı, o zaman internetten “bir tıkla” silah satışını engelleyecek önlemler alınmasına niçin başlanmıştı? Bu satış tarzı bugüne kadar bakanlığın bilgisi dahilinde değil miydi; değilse bu nasıl bir işti?

“Dua edelim” de diyorum Bakanlık, ABD’yi örnek göstererek, “bireysel silahlanma”nın (o ülkede âdetten olduğu üzere) “demokrasi”nin korunması için gerekli görmemişti. Bilindiği gibi ABD’de 1791’den bu yana yürürlükte bulunan “Düzenli bir milis gücü, her bir eyaletin güvenliği için zorunlu olduğundan, halkın silah bulundurma ve taşıma hakkı ihlal edilmeyecektir” hükmü, bugünlerde bu ülkeyi 300 milyon ateşli silahın bulunduğu bir “kovboylar diyarı”na dönüştürmüştür. ABD nüfusunun üçte birinin evinde bir ya da birden çok ateşli silah bulunmaktadır. Dolayısıyla tepeden tırnağa silahlanmış yurttaşlardan oluşan bu ülkeden sıklıkla önümüze gelen katliam haberleri bizi şaşırtmamalıdır. Bu silahlanma yarışında ABD’nin eyaletlerden oluşması ve her eyaletin ABD’nin bağımsızlık savaşından bugüne taşıdığı özerklik anlayışının rolü büyüktür. Dolayısıyla, özellikle nüfusu yoğun olmayan kırsal bölgelerde silah bulundurmanın bugüne kadar hemen hiçbir siyasi partinin programında yer bulabilmesi de mümkün olmamıştır. Kırsal bölgelerde XX'nci yüzyılın ilk on yıllarında yeterli güvenlik gücünün bulunmaması da birbirinden uzak, “yani komşusuz” yaşayan Amerikalılarda bu büyük “silah aşkı”nın oluşmasında önemli bir faktör olarak gösterilmektedir. Sonuç olarak, “anayasal bir özgürlük” olarak tanınan silahlanmak giderek yanına silah endüstrisinin çıkarlarını da katarak içinden çıkılmaz bir soruna dönüşmüştür.

Kongre’nin bu “özgürlük tiyatrosuna” son vermek isteyen Obama’nın karşısına nasıl dikildiğini hatırlıyorsunuzdur. Obama’nın bir silahlı saldırı sonucu 20 çocuğun hayatını kaybetmesinin toplumda yarattığı silahlanma karşıtı dalgaya tercüman olmak için silah satışının kısıtlanmasına ilişki girişimi, silah endüstrisi lobilerinin etkisiyle Kongre’de 40’a karşı 60 oyla reddedilmişti.

Özetle ABD’de bu çerçevede silah endüstrisi lobilerinin etkisini aşabilmek imkânsız gibidir. Son başkanlık seçimlerinde bir “sosyal demokrat” olarak tanıtılan Sanders’in “Akılcı bir yasal düzenleme”den söz ettikten sonra “Bu ülkede pek çok eyalette insanlar ateşli silahların denetimini duymak istemiyorlar” diyerek konuyu kapatması örneğinde olduğu gibi.

İsterseniz bu “silah bulundurma” konusunun anayasal demokraside ABD ile yaşıt olan Fransa’da nasıl anlaşıldığına da kısaca göz atalım:

Bu ülkede sivillerin silah taşıması yasaktır. Konuya vakıf bir avukat, bu hakka ülkede sadece hayatları tehdit edilen hepsi birkaç düzine şahsın sahip olduğunu söylüyor. Fransa’da atış poligonlarında atış yapmak için silah satın almak isteyenler, mutlaka bir atış kulübüne üye olmak, bir sağlık raporu getirmek ve bu kulüpler tarafından verilen altı ay süren bir eğitimden geçmek zorundadır. Altı ay sonunda sertifika verip vermemek kulübün kararına bağlıdır. Alınan sertifika sürecin devamında ilgili emniyet kurumuna gelir. Bu kurum müstakbel silah satın alandan söz konusu silahı evinde bulundurmak için özel bir “kasa” bulundurması ve silahın evde parçalarına ayrılmış olarak tutmak zorunluluğu getirir. İlgili kurum devamlı talep sahibinin “karnesi”ni inceler. Talep sahibi acaba hayatında “bir kere” bile tatsız bir olaya karışmış mı? Arkasından da tabii ki psikiyatrik muayene…

Yani lafın kısası, ruhsatsız silah (değil taşımak) bulundurmak imkânsızdır. Dolayısıyla Türkiye’de uygulandığı gibi bir “rahatlık” medeni bir ülkede asla mümkün değildir. Bakın isterseniz bu ülkede “silah ruhsatı” alabilmek için yerine getirilmesi gereken şartlara:

• Vukuatlı nüfus kayıt örneği,

• Nüfus cüzdan fotokopisi (nüfus cüzdanı aslı müracaat esnasında aranacak, diğer belgelerle birlikte karşılaştırma yapıldıktan sonra ilgiliye iade edilecektir. Nüfus cüzdanında vatandaşlık numarası bulunmayanlardan vatandaşlık numarası istenecektir),

• Son bir yıl içinde çekilmiş 4 adet fotoğraf,

• Silah ruhsatı istek formu, (İl Emniyet Müdürlüklerinden temin edilecek.)

• Arşiv kayıtlarını içeren adli sicil belgesi, (Dilekçede silah ruhsatı için olduğu belirtilecek.)

• Silah ruhsatı alınmasında sakınca bulunmadığına dair sağlık raporu

• İkâmetgah belgesi, (1774 Sayılı Kimlik Bildirme Kanunu hükümleri gereğince arkası mıntıka karakolundan tasdik ettirilecek.)

Görüyorsunuz, ne kadar kolay…. Bu durumda bu “millet” silahlanmasın da ne yapsın?

Şu haberden mutlaka haberdarsınızdır:

“Olay, İnönü Mahallesi Alageyik Caddesi ve çevre sokaklarında meydana geldi. Edinilen bilgiye göre, araçlarıyla gelen iki grup henüz bilinmeyen bir nedenle silahlı çatışmaya girdi. Uzun namlulu silahların kullanıldığı çatışmada olayla ilgisi olmayan ve aracıyla sokak üzerinde ilerleyen 16 yaşındaki Emircan Açıkgöz isimli genç çatışmanın ortasında kaldı. Boynundan ve göğsünden aldığı yaralarla ağır yaralanan Emircan Açıkgöz ambulansla hastaneye kaldırıldı. 16 yaşındaki genç kaldırıldığı özel hastanede tüm müdahalelere rağmen hayatını kaybetti.”

Uzaklarda değil İstanbul’un göbeğinde bir gencin hayatına mal olan bir “silahlı çatışma”. Haberden “uzun namlulu silahlar”ın kullanıldığını da öğreniyoruz. İsterseniz bunun adı da (ABD’den esinlenerek! Türkiye’ki “anayasal özgürlük açılımı” olsun… Bir sokak ötede karakolu bulunan bir devlet iki grubun silahlı çatışmasını önleyemiyor. Önleyemiyor ve iş sonunda “polis kaç dakika sonra olay yerine geldi” tartışmasına dönüşüyor.

Şunu ısrarla tekrar edebiliriz: Türkiye insanların can güvenliğinin kalmadığı bir ülkeye dönüşmüştür. Silah bulundurma ve taşıma konusunda sergilenen bu son derece sorumsuz tutum, “silahlı çatışma”yı her fırsatta altını çizerek öne çıkaran devlet erkânının maalesef dikkatini ve ilgisini hiç mi hiç çekmemektedir. Hemen herkesin ‘silahlandığı” bir toplumun kimseye yâr olamayacağı vakit gecikmeden anlaşılmalıdır.

Bu çerçevede “nereden nereye" babında bir anımı nakletmek isterim: 60 Darbesi'nin ilan ettiği sıkıyönetim herkesin elinde bulundurduğu silahı yetkili mercilere teslim etmesini buyurmuş ve herkes de bu emre uymuştur. Mesleği olan öğretmenlik yanında sürdürdüğü Demokrat Parti yanlısı yerel gazete yazarlığı nedeniyle mahkemeye düşen -sevgiyle andığım- babam da söz konusu emre itaat çerçevesinde evimizde anneannemin sandığında bulunan eski bir Çerkez kamasını yok etmeye karar vermişti. Hatırlıyorum: Bu Çerkez kaması da ne inatçıymış; vuruyorsun vuruyorsun ama bir türlü kırılmıyor! Sonunda bu “silah”ı anneannemle birlikte bir kanala atmamıza karar verilmiş ve böylece bu “suç aletinden” kurtulmuştuk.

Niçin mi aktarıyorum bu anımı? Ülkeyi pençesine alan KHK düzeni bu konuda da bir kararname çıkaramaz mı acaba? Unutmayalım: Sivil halkın “silahlanması” hiçbir devlete, lidere ve tabii ki topluma hayır getirmemiştir…

Tüm yazılarını göster