Davos zirvelerinde dünyanın gidişatına yön veren
zenginlerin/güçlülerin, ne yapmakta olduklarına ve nereye doğru
evrilerek yapmaya devam edeceklerine dair sundukları ipuçlarından
yola çıkan sivil toplum aktivistleri ve örgütler, dünyanın
gündemine en çok protesto gösterileriyle gelirler. Oysa yıllardır
zenginler ve yoksullar arasında, güçlülerle zayıflar arasında
eşitsizlikleri ortadan kaldırmak için yapılması gerekenleri işaret
edecek raporlar yayınlar sivil toplum örgütleri. Güçlülerin
(kötücül?) planları zayıflara değmeden önce iyiliğe evrilmesi
niyetiyle bir nevi tampon işlevini üstlenmekte oldukları
düşünülebilir. Ülkemizde ve dünya basınında geniş yer tutar sivil
toplum örgütlerinin açıklamaları ve sivil topluma yön verir. Bir
açıdan salonlardaki konuşmaların devlet politikalarına ve dışarıda
yapılan eylemlerin hazırlayıcısı olan sivil toplum raporlarının da
sivil örgütlenmelerin çalışmalarına yön verdiğini düşünürsek dünya,
Davos Ekonomik Forumu'nun etrafında dönüyor diyebiliriz. Örneğin bu
yıl Oxfam, yayınladığı
Eşitsizlik Virüsü başlıklı raporla ekonomik eşitsizlikten en
çok kadınların etkilendiğini bir kez daha belirtmişti. “Dünyanın en
zengin 1000 kişisinin serveti Mart 2020 ile Aralık 2020
arasında 3 trilyon 900 milyar dolarlık artış gösterdi. Yoksul
kesimin toparlanması ise 10 yılı bulabilir. En zengin 10 kişinin 9
aylık servet artışıyla tüm dünyanın aşılanması mümkün. Yoksul
bölgelerden salgından ölüm iki kat daha fazla. Ve bir kez daha
eşitsizlikten en çok etkilenenler kadınlar oldu.”
Aralık 2019’dan itibaren Oxfam Konfederasyonu’nun dünyadaki 20
üyesinden biri olan Kadın Emeğini Değerlendirme Vakfı (KEDV), 1986
yılından beri kadınların ekonomik ve sosyal güçlenmesi amacıyla
çalışıyor. Kadın Emeğini Değerlendirme Vakfı, basın açıklamasında
Oxfam International Genel Direktörü Gabriela Bucher’in şu sözlerine
yer veriyor: “Eşitsizlikte, kayıtların tutulmaya başladığı
günden bu yana görülen en büyük artışa tanık oluyoruz. Zenginle
yoksul arasındaki derin uçurum en az virüs kadar ölümcül.” Ve
Türkiye’ye özgü değerlendirmeler hayli önemli. “Dünya Bankası’nın
Türkiye Ekonomik İzleme Raporu’na göre, Türkiye’de 1,2 milyon insan
salgın sebebiyle yoksulluğa sürüklenebilir." Oysa Türkiye’deki 21
milyarderin serveti mart ayından bu yana 19 milyar TL arttı. Bu
tutar, Türkiye’de pandemi nedeniyle yoksulluğa düşme riski
altındaki 1,2 milyon kişiye 7 ay boyunca aylık 2 bin 261 TL’lik
nakit destek verilmesine eş. Türkiye’deki gelir farkları da artan
eşitsizliği çarpıcı bir şekilde sergiliyor: Bir hemşirenin, bir
genel müdürün bir yıllık maaşını kazanması için 41 yıl çalışması
gerekiyor. Bir genel müdürün ise bir hemşirenin bir yıllık maaşını
kazanması için 8 gün çalışması yeterli. Türkiye’de pandemi
nedeniyle işsizlikte de artış olacağı öngörülüyor. Dünya
Bankası’nın Temmuz 2020’de yayımladığı rapora göre
çalışanların sadece yüzde 10’u evden çalışma imkanına sahip ve 7
milyon çalışan küresel salgının ekonomi üzerindeki etkilerinden
dolayı işlerini kaybetme riski ile karşı karşıya. OECD’nin Ağustos
2020 tarihli raporuna göre, Türkiye’de yoksul hanelerde yaşayan
ergenlik çağındaki çocukların yalnızca yüzde 27’si, uzaktan eğitime
erişebilir durumda. Eğitime erişimdeki mevcut eşitsizlikler giderek
kötüleşiyor. Pandemi en çok yoksulları etkiliyor. Türk Tabipleri
Birliği tarafından Aralık 2020 tarihinde yayımlanan Covid-19
Pandemisi 9. Ay Değerlendirme Raporu'na göre, Hayat Eve Sığar mobil
uygulaması verileri, sosyoekonomik sınıf, daha iyi barınma
olanaklarına erişim ve yeşil alanlara erişimin kişilerin Covid-19
virüsüne yakalanma olasılığını etkilediğini gösteriyor.
Yine Kadın Emeğini Değerlendirme Vakfı basın açıklamasına göre
kadınlar pandemiden daha fazla etkileniyor. TEPAV’ın Mayıs 2020’de
yürüttüğü bir anket çalışması, ankete katılan çalışanların yüzde
32’sinin pandemiden sonra iş durumlarında bir değişiklik
olmadığını, ama bu oranın kadın çalışanlar için yüzde 7,4 olduğunu
gösteriyor. BM Kadın Birimi tarafından yayımlanan Nisan 2020
tarihli araştırma ise, ücretsiz izne çıkarılan kadınların oranının
erkeklerden daha yüksek olduğunu gösteriyor (kadınların yüzde
18,4’ü ücretsiz izne çıkarılırken erkeklerin yüzde 14,2’si ücretsiz
izne çıkarıldı). Ayrıca kadınların sosyal güvencesi olmayan ya da
düşük olan kayıt dışı işlerde çalışma olasılığı daha yüksek.
Kadınların ücretsiz bakım emeği yükü de artışta. Ağustos 2020
tarihli UNDP araştırmasına göre, salgın sırasında kadınların
ücretsiz bakım emeği yüklerinde 1,6 saatlik bir artış görülürken,
erkekler için bu süre yalnızca 0,8 saat. BM Kadın Birimi’ne göre,
doktorların yüzde 50’si, sağlık personelinin yüzde 70’i ve ebelerin
yüzde 100’ü kadınlardan oluşuyor; bu da kadınların Covid-19’a
yakalanma riskinin daha fazla olduğunu gösteriyor.
Ayrıca henüz yeni kurulmuş olmasına rağmen kısa sürede adını
duyuran Kadın İşçi haber sitesinin kurucularından Serap Güre,
pandemi sürecinde özellikle küçük işletmelerin çalışanlarının
sağlıklarını tehdit eden koşullara dikkat çekti. Çalışma
koşullarını, bulaş riskine karşı iyileştirme yönünde adım atmadı.
Çalışanın sağlığı için gerekli hijyen koşullarını sağlamak da yine
çalışanın kendi sorumluluğu sayıldı. Ancak kadın emeğinin yoğun
olduğu bakım sektöründe iş yükü alabildiğine arttı. Kadın İşçi
haber sitesinde yayınlanan Korona Günlükleri sayfasında, işini kaybetmeyip
çalışma şansını sürdüren kadınların, salgın sürecinin yarattığı
sorunlara ilişkin yaşadıklarını kendi söylemlerinden takip etmek de
yayınlanan raporları ete kemiğe büründürüyor. “Kaç beygir gücünde
çalıştığımı bilmiyorum” diyor bir hemşire, salgınla giderek
ağırlaşan çalışma koşullarını anlatırken. Yıllardır bir
hipermarkette çalışan 30 yaşındaki L.D., işverenin pandemi
sürecinde çalışanlarının sağlığını hiç düşünmediğine dikkat çekiyor
ve şöyle anlatıyor: “Özellikle pandeminin ilk ayları sendika
yönetimi ve işveren evinde otururken biz işçiler evimize ekmek
götürmek için canımızı dişimize takıp çalışıyorduk… İşçinin can
güvenliği işverenin umurunda bile değildi, hâlâ da değil! Onlar
için ciro önemli, bu süreç onlar için bulunmaz bir fırsat. Sendika
çanak tutmuş işveren sömürüyor, işçi sınıfı çaresiz…” Pandemi
sürecinde emekçilerin iş yerinde yaşadıkları öylesine trajik ki
insan kulaklarına inanamıyor, “Pandemi ilk başladığında müşteriler
korkmasın diye işveren personele maske taktırmadı.” Kölelik
düzeninde çalışma şartlarını kolaylaştıran yanıyla korona,
patronların hizmetinde.