1971 yılında TRT’de bir sinema programı yayımlanıyor. ‘Dün Bugün
Sinemamız’ adlı programın sunucusu beyaz perdenin ilk
oyuncularından Vasfi Rıza Zobu. Kameranın zaman zaman sunucunun
çenesini kesmekte bir sakınca görmediği acemice kadraja filan
aldırmıyorsunuz. Çünkü sunucu, neşeli bir üslupta rol aldığı çok
eski bir filmi anlatıyor: 1923 yılında çekilen Ateşten Gömlek’i…
Evet 1923! Filmin çok önemsenen bir yanı da ‘Türk kadın oyuncuların
rol aldığı ilk film’ olması. O kadın oyunculardan Bedia Muhavvit
çıkıyor ekrana. Yaşını başını almış bir hanımefendi olarak elli yıl
öncesini anlatıyor; “Halktan büyük bir alaka, matbuattan teşvik
gördüm” diye… Filmdeki performansını beğenen Atatürk’ün teşvikiyle,
tiyatroya geçtiğini söylüyor…
1971 YILININ İNSANLARI
Bu görüntüyü TRT’nin yeni açtığı arşivlerinde gezinirken
izledim. trtarsiv.com adresine giriyorsunuz ve 1968’den
itibaren yıl yıl, kişi kişi, olay olay sıralanmış görüntüleri
isterseniz programlara isterseniz dizilere göre bakıp, seçip
izliyorsunuz. Bu çoğu siyah beyaz 200 bin saatlik görüntü yığını,
aslında bizim kolektif hafızamızın tek büyük görsel arşivi. Bu
özelliği sayesinde de yakın gelecekte televizyondan sanata ve
popüler kültüre pek çok farklı işe ilham vermesi muhtemel. Bugüne
kadar parça parça, orada burada bulunan görüntüler şimdi neredeyse
sınırsız ve tamamen serbest biçimde karşımızda. TRT, çok doğru bir
düşünceyle açık arşiv fikrine hizmet eden bir hamle yapmış
oldu.
Nasıl ki Milliyet gazetesinin açtığı yarım asırlık arşivi pek
çok yakın tarih çalışmasına kaynak olduysa ya da SALT’ın online
arşivi bu kurumun bellek ve popüler kültür çalışmalarının önemli
bir dayanağı olduysa, TRT arşivinin açılması çok daha geniş etkiler
yapabilecek bir iş. Orta yaş üstü insanların belleğinde kalan kırık
kırsık görüntüler TRT arşivlerinde gezinirken bütünleniyor, puslu
hatıralar netleşiyor. 1970’ler ya da 90’ların popüler sanatçıları,
siyasetçileri tekrar hayata dönüyor. Daha da önemlisi, her dönemin
kendine has konuşma tarzı, jestler, sesler, giyim kuşam ve bakış
açıları tekrar gözümüzün önüne seriliyor.
Ben 1971 yılında gezindim. Dünyaya geldiğim yıl Türkiye nasılmış
diye… Bedia Muhavvit ve Vasfi Rıza Zobu’yu izledim, DP’yi anlatan
Samet Ağaoğlu’na baktım, kulağı ağır işiten İsmet İnönü’ye İkinci
Dünya Savaşı yıllarını bağırarak soran muhabirle eğlendim, Nihat
Erim hükümeti haberlerini açtığımda, sonradan suikaste kurban
gidecek bu ‘teknokrat başbakan’ın hareketli görüntüsünü hiç
görmediğimi fark ettim…
TABİİ Kİ EKSİK BİR ARŞİV
1990’lara baksaydım gençlik yıllarımın popüler kültürü beni
güçlü bir nostalji rüzgarıyla sarıp sarmalayacaktı. Tam da
yaşadığımız günlerin ruhuna uygun biçimde… Ama şimdilik buna izin
vermedim. Yoksa Zeki Müren’den Fatih Erkoç ve Yasemin Evcimik’e,
Harun Kolçak’tan Türkan Saylan ve Hikmet Şimşek’e o günlerin
Türkiyesini bana anlatacak daha pek çok sima ve görüntü bekliyor
orada. Öte yandan yirmili yaşlarımda beni en çok ilgilendiren
sanatçı, yazar ve siyasetçinin ise çoğu yok, bunu da biliyorum.
Çünkü TRT’nin arşivlediği bu Türkiye, ‘eksik bir Türkiye’.
Hürriyet’teki ‘Türkiye’nin tatlı ve güzel aile albümü’ başlıklı
habere imza atan Yenal Bilgici’nin yazdığı gibi: “Unutulmamalı, bu
eksik bir arşiv; o Türkiye de eksik bir Türkiye. TRT yasaklarına
takılan arabeskin, farklı cinsel yönelimlerin bulunmadığı; Kürt
meselesinin zaten kendine hiç yer edinemediği bir ekranın arşivi.
Bu yüzden tamamı yayımlansa bile hep yarım kalacak bir Türkiye bu.
Ahmet Kaya’sız, Bülent Ersoy’suz, Müslüm Gürses’siz bir
Türkiye…”
TRT bu nedenle her zaman herkesin ilgi alanı oldu. Kamuya ait
bir yayın kurumu, yani her vatandaşın haklı olarak sahiplendiği,
kendi kimliğinin zevklerinin temsilini talep ettiği, sonsuz
eleştirme hakkını kendinde gördüğü bir kanal. Tabii ki bir devlet
kanalı olarak her zaman öncelikle iktidar partisine ve devletin
temel ideolojisine, toplumun en genel geçer kurallarına göre yayın
yaptı. Yine de evrensel kurallar, Batılı benzer kurumlar gibi
şeyleri önemseyen, eleştirileri ciddiye alıp bunlardan
olabildiğince kaçınmaya çalışan bir ruhu vardı. 2000’lerin başında
hala böyleydi. Son on beş yılda çok daha büyük bir kuruma dönüştü.
O dönüşürken kırk yıllık bir TRT klişesi olan ‘tarafsızlık
tartışması’ da unutulup gitti, çünkü bu sözcük tamamen anlamını
yitirdi.
DİĞER BÜYÜK HAZİNE SES ARŞİVİ
Neyse ki 2000’ler için bir devlet kurumunun arşivine ihtiyacımız
yok. 90’ların ikinci yarısından itibaren çıkan özel televizyonlar
çok daha büyük çapta ve çeşitlilikte görüntü ürettiler. Uzunca bir
süredir bizzat tek tek herkes hareketli ve durağan görüntünün
üreticisi, yayıcısı ve arşivcisi. Dolayısıyla yaşadığımız çağın
görsel arşivi başka türlü tutulacak, belki de o görüntü hafızası
hiç flulaşmayacak. Çok dağınık ve baş edilemez miktarda olsa da son
yirmi yıl internette ziyadesiyle var.
Tekrar TRT’ye dönersek, bir başka büyük hazinenin ses arşivi
olduğunu söylememiz gerekir. Çok eski dönemlerden itibaren yapılan
radyo kayıtları, aslında daha büyük ve baş edilemez bir arşiv
olarak TRT’nin elinde. Bundan on yıl kadar önce Kalan Müzik’le
anlaşmış, bu arşivin elden geçirilip CD’ler halinde yayımlanması
tasarlanmıştı. Ama Hasan Saltık işe giriştiğinde, arşivin ve
özellikle TRT bürokrasisinin baş edilemez olduğunu görmüş, o iş
yarım kalmıştı. O arşiv açıldığında kim bilir hangi unutulmuş
sesler kainata yayılma fırsatı bulacak. Ne türküler, ne röportajlar
ortaya çıkacak. Kim nasıl konuşurdu, neler anlatmıştı duyma,
öğrenme şansı bulacağız. Nitekim TRT Genel Müdürü Şenol Göka da ses
arşivinin açılmasında söz etmiş…
Tabii şimdi önümüzde duran görüntü arşivi ve yakında
kavuşacağımız ses arşivi ne kadar bütünlüklü. Yani TRT elindeki tüm
arşivi açtı mı? Tabii ki bir seçime tabi tuttular. Ve zamanında
belli bir dünya görüşüyle yapılan kayıtlar, şimdi başka bir görüşün
süzgecinden geçerek bize ulaşıyor. Evet arşiv harika, içinde
gezinmek çok zevkli ve yararlanmasını bilene gayet faydalı. Ama
orada gezinirken şunu hep bilmek kaydıyla: Bu, iki kere filtre
edilmiş bir Türkiye’nin resmidir.