Boko Haram, Mağrip El-Kaidesi, Eş-Şebab darbe yemiş, ama varlığını birçok ülkede sürdüren ve yukarıda yazdıklarımızı hesaba katsak müsait ortamda eski gücüne çabuk kavuşacak kabiliyettedirler. Üstelik birincisi zaten IŞİD’e katıldığını ilan etmiş, üçüncüsü IŞİD misyonerleri ile sürekli temas halinde, ikincisi ise 'büyük' El-Kaide’ye tam entegre olmasa bile küresel İslamcı terörün bir halkasıdır.
Herkes IŞİD vs.’lerle uğraşırken Kara (Sahra Altı) Afrika’da “İslamcı” radikal örgütleri, tam anlamıyla “devletleşememiş” kimi ülkelerde iktidara gelmek için can atıyor. “Boko Haram”, “Mağrip El-Kaidesi” ve “Eş-Şebab” isimleri son yıllarda daha çok duyuluyor. O üç örgüte bağlanan, onlardan ayrılan, birbiriyle birleşen veya parçalanan onlarca küçük örgütü hesaba kattığımızda teröristlerin kontrol ettiği toprakların Atlantik’ten Hint Okyanusu’na kadar Sahra ile Sahel’de hemen hemen aralıksız 'kuşak oluşturmayı' görüyoruz.
ÜÇ ÖRGÜTÜN KISA TARİHÇESİ
Yeraltı zenginliklere sahip, nüfusu 200 milyona dayanan Nijerya, nispeten zengin (Hıristiyan) Güney ve daha fakir (Müslüman) Kuzey’i kapsıyor. 1999’da birkaç kuzey eyaleti “Şeriat diktatörlüğü”nü ilan edince Boko Haram meydana gelmiş. Birkaç yıl sonra örgütün güneye inmesi engellenmiş, hatta hükümete bağlı askerler teröristleri ormanlara püskürtmüş. Şimdi zayıflamış ama varlığını sürdüren Boko Haram, Nijerya’nın yanısıra komşu Nijer ve Kamerun’da terör eylemleri ile insan kaçırma gibi faaliyetlerle yetinmek zorunda kalıyor.
1988-1998 yıllarında Cezayir’de patlak veren iç savaşa yenik düşen radikal “İslamcı” militanları, ülkenin güneyinde, Libya, Mali ve Moritanya’da kök salmış. 2007’de liderleri El-Kaide’ye katıldıklarını ilan edince “Mağrip El-Kaidesi” denen örgüt ortaya çıkmış. O arada Muammer Kaddafi rejimini destekleyen Tuareg militanları “Libya devrimi”nden sonra Mali, Cezayir, Moritanya ve Nijer topraklarını kapsayacak Azavad adlı “Tuareg Devleti” uğruna savaşan Mali Tuaregleri ile birleşip Mağrip El-Kaidesi’ne güç katmış. 2013’te, başında Fransa’nın olduğu birkaç Batı Afrika ülkesinin birliklerini “Serval” harekatı düzenleyerek radikal müttefikleri çölün dibine püskürtmüş ama bir türlü mağlup edememiş.
Lafı gelince 1979 yılında Fransa, bir bölük komando ile Orta Afrika Katolik-Müslüman İmparatoru, mareşal ve yamyam Jean-Bedel (Salah Ed-Din Ahmed) Bokassa’yı devirmişti. Ne yapalım, zamanlar artık değişmiş.
'SOMALİZM'
Somali’de olup bitenler, siyaset bilimi sözlüğüne “Somalizasyon” diye yeni bir terim kazandırdı. “Balkanizasyon”dan beter, yani bir ülkenin küçük değil, küçücük bölgelere parçalanışı demektir. 2006 yılının başında “İslami Mahkemeler Birliği”ne (İMB) bağlı silahlı birlikler Mogadişo’yu, yıl sonuna kadar ülkenin büyük kısmını kontrol altına almıştı. Bunun ardından İMB’den kopan Eş-Şebab örgütü, ülkeyi işgal eden ABD’nin de katıldığı Etiyopya ve Somali’den yeni ayrılan Puntland koalisyonuna karşı direnişin başına geçmiş. Bugün Etiyopya askerlerine dayanan Somali hükümeti ülkenin bir kısmını kontrol ederken toprakların çoğu Eş-Şebab klonlarının elinde.
Afrika’da Hıristiyanlık “değişik” ve “kısmidir”. Avrupalı misyonerler Siyah Kıta'ya dinini yaymış ama sonuçta Katolizm ve Protestanlıkla fazla alakalı olmayan “Afro-Hıristiyanlık” denen bir olgu ortaya çıkmış. “İyi Hıristiyan” papazda aradığını bulamayınca yardım için imama, ardından da şamana kolay gider. Müslümanlık da büyük oranda öyle ve eskiden de öyle idi. XIV. yy’da Doğu Afrika’nın birkaç Müslüman bölgesini gezen İbn Batuta, yerli emirlerin ne kadar iyi Müslüman olduklarına hayran kalmıştı. Yalnız bir şey rahatsız etmişti büyük gezgini. O Emirlerin eşleri ve kızları sokakta yarı çıplak dolaşırdı! Afrikalıların yeni kültür benimseyişi eskisinden vazgeçişi ile eşit değil.
Ne var ki savaş, geleneksel giyim tarzı gibi o kültürün ayrılmaz bir parçasıdır. Asırlar boyunca kabileler sürekli su, otluk, sığır veya kadın için çatışmış. Çağımızda durum değişmiş değil. Sömürgecilik zarfında “böl ve yönet” politikası başarı ile uygulanmış, yeni devlet sınırları, sayısı 500 ile 7000 arasında değişen etnos ve etnik grupların yaşam alanlarına bakmaksızın çizilmiş. Sefalet, ucuz askerlerin bolluğunu sağlamakta.
Sonuçta, 1960’lardan bu yana onlarca büyük ve yüzlerce küçük savaş olmuş, beş milyondan fazla insan öldürülmüş. Kıtanın beşte biri, birkaç komşu devletin hak iddia ettiği topraklar. Sudan, Somali, Etiyopya resmen, Nijerya ve Mali fiilen parçalanmış durumda.
Orta Afrika Cumhuriyeti ve Çad rejimleri ancak Fransız askerlerin sayesinde ayakta durabiliyor. Üstelik tarih boyunca Afrika’da doğal denecek ölüm oranı asla düşük olmamış. Neticede Kızıl Khmerleri ve Alman Nazileri “tarihin anormalliği” saymak kaydı ile dünyanın hiçbir yerinde insan hayatı, Afrika’da kadar ucuz değil. Önce Arap, sonra Avrupalı köle tüccarları, yağmur ormanlarında zenci avlamamış, çoğu zaman yerli krallardan kitlece tebaa satın almayı tercih etmiş. İşin kolayı oydu. Değeri düşük hayat hem kolay alınır hem kolay feda edilir.
RADİKAL İSLAMCILARIN SAYISI BELİRSİZ
Siyah Afrikalı radikal İslamcıların sayısına dair bilgi pek güvenilir değil. Çünkü orada siyasi partiye katılma veya partiden ayrılma, yeni ideoloji veya din benimseme gibi işler kişisel mesele değildir, kabilelerce gerçekleşir. Dolayısıyla uygun durumda militan sayısı kısa zamanda kat kat artar.
Boko Haram, Mağrip El-Kaidesi, Eş-Şebab darbe yemiş, ama varlığını birçok ülkede sürdüren ve yukarıda yazdıklarımızı hesaba katsak müsait ortamda eski gücüne çabuk kavuşacak kabiliyettedirler. Üstelik birincisi zaten IŞİD’e katıldığını ilan etmiş, üçüncüsü IŞİD misyonerleri ile sürekli temas halinde, ikincisi ise “büyük” El-Kaide’ye tam entegre olmasa bile küresel İslamcı terörün bir halkasıdır. Teröristlerin Orta Doğu’da işleri kötüye gittikçe kendi gözünde Afrika’nın önemi artar, Irak ve Suriye’de kurdukları Terör hilafetinin Siyah Kıta’da klonlaşması hiç şaşırtıcı olmaz. Ve yeni Hilafet, Rakka Devleti'nden çok daha beter olacak, kimsenin şüphesi olmasın.
Nijerya hariç Sahel Kuşağı’nın petrolü fazla olmadığı için olası hilafete baş tutacak kimse yok gibi. Amerika Sahra Altı Afrika’dan çekiliyor; Çin ekonomik menfaati için her türlü rejim ile anlaşır, yeter ki rejim istikrarlı olsun; frankofon ülkeleri ile ilgilenen Fransa’nın gücü yetmez; Rusya’nın çok uzakta alan savaşına girme ihtimali az....