Siyah kuğu köklü değişime yeter mi?

Tıkananın ABD egemenliğindeki küreselleşme olgusu değil, kapitalist sistemin olduğu konuşulmuyor. Hal böyle olunca aşı için sevinmenin bedeli ilaç şirketlerinin insafına kalıyor. Salgın bir siyah kuğu olayı mı diye düşünürken, salgın sonrası dünyada belki değişenler kadar, aynı çark aynı düzeninin yeni veçhelerini tespit ederek işe başlamak gerekiyor.

Mühdan Sağlam msaglam@gazeteduvar.com.tr

Korona virüsü baş gösterdiğinden bu yana hem insan hayatının “eski normal”den farklı olacağına hem de toplumsal anlamda yeni süreçlerin bizleri beklediğine, zira böylesi kırılmaların tarihte nadir yaşandığına dikkat çekiliyor.

Salgının sıradışı niteliğini aktarmak için en çok kullanılan kavramlardan biri siyah kuğu (black swan) oldu. Siyah kuğu yaklaşımının kökeni 17’nci yüzyıla uzanıyor. Hollandalı bir kaşif olan Willem de Vlamingh Avustralya’ya ayak bastığında, o güne kadar kuğuların beyaz olduğuna dönük yaklaşımı, orada gördüğü bir siyah kuğu ile yıkar. Görülen bir tek siyah kuğu, var olan ezberi ve yalnızca o dönemde gözün gördüğünün tek doğru olarak ele alınması açısından bir yıkım olur. Bu keşiften sonra siyah kuğu olayı, beklenmeyen ve olmasına ihtimal verilmeyen, benzeri görülmemiş, olduğunda yeni bir açıklama gerektiren olayları tarif etmek kullanılıyor.

Korona salgını bir siyah kuğu mu? Aşı haberleri dikkate alındığında salgın sonrası yeni bir döneme mi geçilecek? Çin ile ABD rekabeti bu süreçten nasıl etkileniyor? Küresel sisteme egemen olan ekonomik yapıda dönüşüm beklemeli miyiz? Aşı serisinin son yazısında bu soruları yanıt arayacağız.

COVID-19 VE SİYAH KUĞU

Geçtiğimiz yıl Çin’den başlayıp dünyayı etkisi altına alan, 24 Kasım 2020’de resmi rakamlara göre 60 milyon insanın yakalandığı, büyük kapanmaların, sert önlemlerin alındığı korona virüsü bu anlamda siyah kuğu olarak görülüyor. Ancak bilim insanlarının daha önce yayınladıkları raporlar, iklim kriziyle beraber eriyen buzulların yeni virüs ve bakterileri gün yüzüne çıkaracağına dönük öngörüler dikkate alındığında, yaşananı bir siyah kuğu olayı olarak görmek zorlaşıyor. Aslında yaşanan belki de olması beklenen bir olayın, sadece zamanı ve etki alanının doğru hesaplanamaması.

Siyah kuğu olayı olup olmaması bir yana korona, evden çalışma, ulaşım sektöründe dönüşüm, gıda zinciri, yeni hijyen kuralları ve hijyen ürünlerinin tüketimi, sağlık, eğitim gibi alanlarda değişiklikler yaptı. Bu değişikliklerden bir kısmının kalıcı olması, korona öncesi dönemde var olanları dönüştürmesi, aşındırması ve yeni bir forma sokması bekleniyor. Hatta bilişim, turizm, sağlık, eğitim başta olmak üzere bazı şirketler gelecek planlamalarını buna göre yapıyor. Devasa bazı şirketler, ön alarak salgının getirdiği yeni normal için yatırım ve vizyonlarında köşe başlarını kapmak için çalışanlarını “daha yaratıcı olun" kamçısıyla öngörüye zorluyor. Ekonomi ve bireysel hatta böyle bir etki yaratan salgın küresel sistemde nasıl bir karşılık buluyor?

DEĞİŞİM Mİ İSTİKRAR MI?

Salgın öncesinde küresel sisteme dönük tanımlamaların ortak noktası, tıpkı Eric Hobsbawm’ın İmparatorluklar Çağı kitabında aktardığı gibi eskinin artık işlevsizleşmeye başladığı ancak yeninin de bir türlü ortaya çıkmadığı, adeta doğum sancısı yaşanan bir dönem. 21'inci yüzyılda yaşayıp arkasına bakmayan pek çok insan kendi döneminin ne kadar zor ve istisnalar içerdiğini ifade etse de, 1815’te kurulan Avrupa Uyumu’nun devrim sesleriyle yıkılması, büyük imparatorluklarda hissedilen çatırdama, Paris Komünü ile kısa bir süreliğine de olsa alternatiflerin gün yüzüne çıktığı pratikler uyarınca, değişim ve yıkımların değil, “bize özel dönem çıkışının” istisna olduğu görülüyor. Bu bilgiyi bilmek, değişime açık olmak kadar, kendi derdini biricikleştirme konusunda bir sınır çiziyor.

Tarihsel göstergeleri dikkate alarak gidersek SSCB’nin 1991’de dağılmasıyla belirginleşen tek kutupluluk, ABD baskınlığı ve değerlerine dayanan bir sürecin kapısını açtı. Ancak 2010’lardan sonra Çin’in adının sıklıkla zikredilmesi, Asya Pasifik’in yükselişe geçişi yeni bir coğrafya, kültür ve belki sistemin haber vericisi olarak ele alınıyor. Küresel sistemde dönüşümün bugünden yarına ya da bir tek olayla değil, bir birikim ve bardağı taşıran bir damlayla gelmesi akılda tutulmalı. Öbür türlü I. Dünya Savaşı’na neden olanı, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu veliahtı Arşidük Franz Ferdinand'ın öldürülmesine indirgemek olur. Oysa imparatorlukların dağılma sancısından, sömürgecilik mücadelesine  ve savaşa giden sürecin neredeyse 75 yıllık bir zamana yayıldığını biliyoruz.

Küresel sistemde var olan çatırdamaların, salgın başladığında uygulanan yöntemlerle sağıra yatmaların bazı ülkelerde bedelleri oldu. ABD’de Donald Trump’ın aldığı oy oranı dikkate alındığında, salgını biraz yönetebilseydi, diline hakim olsaydı seçilmesi şaşırtıcı olmayacaktı. Yani bir anlamda korona virüsü bazı ülkelerde lider düzeyinde değişime neden oldu. Ancak Biden’ın ABD’yi geri getirme (America Back) iddiası, uluslararası kurumlarla işbirliği sözü, Trump’ın aşındırdığı güveni tesis etme gayreti, küresel sistemde bazı değişiklikler getirecektir. Bununla beraber Çin politikasının partiler üstü niteliği, bilinen küreselleşmeye dönük eleştiriler, var olan gerçeklikler yeni kavramların kısa sürede gündeme gelmesi anlamına geliyor.

Çin’in yarın hegemon olmasını beklemek doğru değil, zaten Çin de bu konuda çok istekli denemez. Ancak eskinin sonlandığı ve yeninin bir türlü doğmadığı belirsizliğin devam edeceğini, salgının bazı aşınmalar yaratsa da etkisinin sınırlı olacağı söylenebilir.

SALGIN VE SİSTEMİN ESNEKLİĞİ

Çin ya da ABD’nin baskın olduğu/olacağı küresel sistemin değişmeyeni, sistemin karakterini net şekilde ortaya koyan ekonomik sistem; bir başka anlatımla kapitalizm. Kapitalizm temelinde kâr ve kişisel çıkar olan bir sistem. Bu uğurda gerektiğinde sanılandan daha esnek davranabiliyor. Kapitalizmin esnekliği, var olan ilişki biçimi ve sistemin temeline dinamit koymadığı takdirde devletlerin otoriter eğilimlerinden, ceberut uygulamalarına, insan hakları ihlallerine, ifade özgürlüğü kısıtlamalarına, gazeteci tutuklamalarına uzanan pratikleri sorun etmemesi. Sınırın aşılması sermayenin kuralları ve hukukuna bağlılıktan sapıldığında ortaya çıkıyor, tepki geliyor. Müstakbel hegemon olarak görülen Çin’in içeride sahip olduğu sistemle küresel ekonomik gücünün yaslandığı ticaret ağı bu durumun en açık örneği.

Salgın boyunca görülen pratikler de bu görüşü destekliyor. Açıklanan veriler, yoksulların daha yoksullaşması, sosyal devlet pratiklerinin neredeyse gündeme gelmemesi, devletlerin kapanma, izleme gibi önlemlere yaslanan kolluk ve baskı araçlarının uygulanması akla gelen örnekler. Sistem açısından aşıya herkesin ulaşamaması sıkıntı değil, bunu Güney Afrika örneğiyle anmıştık. Nitekim, büyük ilaç şirketlerinin aşı müjdeleri, gelişmiş ülkelerin milyonlarca aşı siparişi vermesi, sisteme dönük sorgulamaların üzerini örttü.

Financial Times gibi sistemin tam ortasında yer alan yayınların “yoksul ülkelere aşı sağlansın” çıkışının gerekçesi, adalet ve insan olmanın gereği değil, yüksek düzeyde bulaşıcılığı olan bu virüsün yeniden gelişmiş ülkeleri sarma kaygısı. Ancak virüs böylesine bulaşıcı olmasaydı ya da aşının koruma süresi örneğin 10 yıl olsaydı benzer seslerin, taleplerin duymazdan gelineceğini, “onlar da yoksul olmasaydı, benim bundan kârım ne” bakış açısının egemen olacağını tahmin etmek zor değil. Geçtiğimiz hafta listesi ve ait oldukları devletler verildiğinde “herkese ücretsiz aşı” talebinin en az 15 devlet için büyük ekonomik kayıp olacağını söyleyebiliriz. İlaç şirketlerinin (bazıları devlet desteği de aldı) aşıdan elde edeceği kâr ve devletlerinin dış ticarette ihracat rekoru kırması, içinde ekonomik sistemin karakteri dikkate alındığında elbette öncelikli.

İngiltere, ABD, Almanya’dan aşı haberleri geliyor. Rusya ve Çin, 'geri kalacak değildik' diyerek yarışta olduklarını hatırlatıyor. Öte yandan adaletsizlik, yoksulluk, milyar dolarlarına milyar dolar ekleyenlerin varlığı neredeyse sümen altı ediliyor. Küresel sistemin baskın coğrafyası Asya Pasifik’e kayabilir, bu, salgınla beraber (daha başarılı mücadele etmeleri, vaka sayılarının düşüklüğü, devletin aktif rol üstlenmesi) daha netlik kazandı. Ancak ne sosyal devletin gerekliliği, ne tıkanan sağlık sistemi, ne de bazılarının neden çocuklarına mama yerine şekerli su vermek zorunda kaldığı, milyarderlerin nisan-temmuz arasında servetlerini 2,3 trilyon dolar artırması kadar tartışılmıyor. Tıkananın ABD egemenliğindeki küreselleşme olgusu değil, kapitalist sistemin olduğu konuşulmuyor. Hal böyle olunca aşı için sevinmenin bedeli ilaç şirketlerinin insafına kalıyor. Salgın bir siyah kuğu olayı mı diye düşünürken, salgın sonrası dünyada belki değişenler kadar, aynı çark aynı düzeninin yeni veçhelerini tespit ederek işe başlamak gerekiyor.

Tüm yazılarını göster