Siyah ülkenin beyaz komünisti: Joe Slovo
Güney Afrika'da ırkçılıkla mücadele dediğimizde akla ilk gelen isimler Mandela ve Biko'dur. Fakat ırkçı yöneticiler tarafından 'bir numaralı halk düşmanı' ilan edilen kişi bir beyazdır...
1990'lı yılların başında, Johanesburg, Soweto'daki bir okulda alışılmışın dışında bir ses yankılanıyor. “İşte Joe Slovo'dan bir mesaj” diye başlayan marş, oldukça geleneksel şekilde söyleniyor. “Kill the Boer” yani “Boer'i Öldür” ifadelerinden sonra katılımcılar silah sesleriyle marşı okuyan kişiye yanıt veriyor. Boer tarihsel olarak Hollanda'dan gelen kolonicilere verilen isim ve bu şarkıda da Apartheid düzeninin destekçilerini temsil ediyor. Kill the Boer şarkısı bugün hâlâ Güney Afrika'da bir tartışma konusu. Kimilerine göre tüm beyazları, kimilerine göre ise sadece Apartheid destekçilerini temsil ediyor. Öyle ya da böyle biz bu versiyonda ismi geçen Joe Slovo'dan söze başlayacak olursak kendimizi geçmişin farklı bir noktasında bulacağız.
Yıllarını sürgünde geçiren Slovo, Güney Afrika Komünist Partisi'nin (SACP) sembol isimlerinden. Silahlı mücadeleden, Apartheid sonrası kurulan kabinede bakanlığa kadar uzanan yolculuğu şüphesiz anlatmaya değer. Fakat tarihten bir sayfa koparıp aynen aktarmak bizi en iyi ihtimalle 'vakanüvis' yapacak, kötü ihtimalle de nostalji batağına saplayacak. O yüzden gelin biz aynı zamanda Slovo'nun yaşamında bugünün toplumsal mücadelelerine dair ipuçlarını aramaya koyulalım.
Hikayemizin kahramanı, geride bıraktığımız yüzyılda müreffeh bir hayat umuduyla kıtaları tek yönlü biletlerle arşınlayan milyonlarca aileden birinde doğar. 1926 Litvanya'sında balıkçı bir ailede dünyaya gelmesine karşın yaşam babasını önce Arjantin'e sürükler. Daha sonra ise baba, ailenin geri kalanını da yanına alıp Güney Afrika'ya yerleşir. Burada aile meyve satıcılığı ile geçimini sağlasa da borç batağına giren baba kendini hapiste bulur. Anne ise çoktan yaşamını yitirmiştir.
Zorluklarla geçen yıllar Slovo'nun daha farklı bir düşünceyle tanışmasına olanak sağlasa da okuldaki İrlandalı öğretmen onun üzerinde büyük bir etki bırakır. Sömürgecilik karşıtı düşünceyle böylece tanışan Slovo, daha sonra çalıştığı şirketin sendikasında örgütlenir. (1940'lı yıllardan bahsettiğimiz düşünülürse, o dönem siyahların sendika üyesi olma gibi bir hakkı olmadığını da hatırlatmak gerekir. Hatta siyahların örgütlenme hakkı kazandığı dönemlerde dahi her iki grubun [Beyazlar ile Siyah ve Asyalılar] sendikal mücadele hayatı büyük ölçüde ayrı yürür.) Slovo, küçükken çalışma yaşamına dahil olur ve siyasi mücadeleye atılmaya da heveslidir. Henüz 10'lu yaşlarının başında çocuk işçiyken SACP'a üye olmak istediğini belirtir. Ancak partidekiler hevesi boyundan büyük bu çocuğa “Daha uzun pantalonlar giymeye başlayana kadar beklemen gerektiğini düşünüyoruz” der. 16 yaşında ise, hayatının son anına kadar içinde kalacağı partisine resmen üye olur.
Slovo, hemen SACP'nin yayınlarını çalıştığı yerde dağıtmaya başlar. Tabii öyle ayan beyan yapılabilen bir faaliyet değildir bu. İşin komik yanı, komünist yayınların en popüler olduğu zamanların siyahların tuvalet ihtiyacını giderdiği anlar oluşudur. Çünkü hiçbir beyaz yöneticinin o tuvaletlere girmeyeceğinden emin olan Slovo ve arkadaşları, komünist yayınları düzenli olarak sadece siyahlara ayrılmış tuvaletlere zulalar Nitekim iki yıl boyunca bu gazetelerin varlığından hiçbir yönetici haberdar olmaz.
Yine de çok geçmeden, başarılı bir grevin ardından işten atılır. Daha sonra yine sendikal mücadelelerinden dolayı çalıştığı yerlerde Slovo'ya kapının yolu gösterilir. Hayatsa onu bambaşka bir yola, orduya sürükler. İkinci Dünya Savaşı patlak verdiğinde SACP tüm beyaz üyelerinin orduya yazılması gerektiği kararı alır. O dönem siyahların silah taşıması mümkün olmadığı için böylesi bir ayrım vardır. Slovo da Mısır ve İtalya'da çeşitli cephelerde savaşa katılır. Döndüğünde eski bir asker olarak üniversite bursu kazandığı için hukuk okur.
SÜRGÜN YILLARI
Derken Soğuk Savaş'ın kızıştığı 1950'li yıllarda Güney Afrika'da komünist faaliyetler resmen yasaklanır. Buna karşın Slovo illegal olarak siyasi çalışmalarına devam eder. Bu süre içerisinde 1956'da 'ihanet' ile suçlanır, cezaevine atılır, derken kendini sürgünde bulur. Yaşamının tam 27 yılını sürgünde geçirecektir. Bu sayı Nelson Mandela'nın cezaevinde geçirdiği süreyle de aynı olması sebebiyle dikkat çekicidir.
Tabii sürgün yılları Slovo için bambaşka mücadele yollarını açacaktır. Ülke dışındaki Apartheid karşıtı harekete yön verirken bu sefer eşi Ruth First kendisiyle aynı kaderi, yani sürgünü paylaşır. Ailesi SACP'ın kurucularından olan First, militan bir parti üyesidir. First sürgün döneminde Mozambik'te akademisyen olarak çalışırken, pek çok suikasta imza atmış Güney Afrikalı polis lideri Craig Williamson'un kendisine gönderdiği bombalı mektubu açmasıyla birlikte 1982 yılında yaşamını yitirir.
SİLAHLI MÜCADELE
Güney Afrika'da komünist hareketin de dahil olduğu oldukça özgün bir örgüt ile karşı karşıyayız: Umkhonto we Sizwe (Ulusun Mızrağı) ya da kısaca MK. Slovo'nun liderlerinden olduğu bu örgüt, Afrika Ulusal Kongresi (ANC) ve SACP ortaklığında “Halkın sabrı sonsuz değildir. An gelir, her halk yaşamında sadece iki seçenek bulur -itaat etmek ya da savaşmak. O an, bugün Güney Afrika için gelmiştir” ifadeleri ile kuruluşunu ilan eder. 1960'lı yıllardan 1990'a kadar varlığını sürdüren MK, ülkede ırkçı politikaların doruk noktasına ulaştığı dönemde, demokratik pasif direniş yolları kapandıktan sonra ortaya çıkar. O yıllarda komünistler, Apartheid karşıtı demokratlar ve siyahlar karşılarında şu sloganı bulur: Adapt or Die (Ya uyum sağla ya öl)!
Elbette MK'nın kurulduğu dönemin aynı zamanda kıtadaki diğer silahlı ulusal kurtuluş hareketlerinin yükselişe geçtiği yıllara denk gelmesi de bir tesadüf değildir. Angola'da MPLA, Gine Bissau'da PAIGC, Mozambik'te FRELIMO gibi silahlı mücadele deneyimleri o yıllarda Afrika'da sıkça incelenen örneklerdir. Burada MK'nin uzunca öyküsünü yazmak zor olsa da, kısaca SACP'nin ANC ile kurduğu tarihsel ilişkilere dair bir kaç söz edebiliriz.
ANC ve SACP'ın çok eskilere giden bağları var. Kuruluşlarından itibaren bu iki parti büyük ölçüde benzer yolları yürür. Sovyetler Birliği'nin Güney Afrika'daki Apartheid meselesine doğrudan karşı duruşu elbette etkili olur. Burada SSCB'nin farklı ülkelerdeki ulusal kurtuluş mücadelelerine yaklaşımında farklılıklar gösterdiğini hatırlamak gerekir. Kendi çevresindeki kimi ülkelerdeki ulusal kurtuluş hareketlerine yer yer çekimser davranmasına karşın Güney Afrika'da tam tersi bir politika izler. Bu nedenle SSCB dış politikasında Güney Afrika örneği, sık sık İran ve Türkiye gibi örneklerle karşılaştırılmaktadır.
Şimdi yeri gelmişken Slovo'nun 1990 yılında Learn and Teach dergisine verdiği röportajdan bir bölüme kulak verelim: “İnsanlarımızın büyük çoğunluğu, baskının iki türünden eziyet çekiyor: Ekonomik sömürü ve ulusal baskı. Bu ikisini tamamiyle birbirinden ayıramazsınız. Onlar sömürülürken kendilerinin sadece işçiler olarak değil, siyah işçiler olarak ezildiklerini görüyorlar. Bu nedenle, biri insanların ulusal özlemlerini gerçekleştirmeye çalışan, diğeri de sınıfsal özlemlerini gerçekleştirmeye çalışan iki örgütün birbirine yakınlaşması da oldukça anlaşılır bir durumdur. Şu anda parti, ulusal kurtuluşun mücadelenin bu aşamasında ana fikir olduğunu kabul ediyor."
Bu satırlar sanki bizi bir şekilde tekrar Slovo'nun çocukluğundaki İrlandalı öğretmenine götürüyor. Şimdi bir an için İrlanda'da cumhuriyetçi mücadelenin köşe taşlarından 1916 Paskalya Ayaklanması'na gidelim. James Connolly, İngiltere'ye karşı ulusal mücadele yürüten bir marksisttir, ayaklanma sırasında da bu uğurda canından olmuştur. “İrlanda işçi sınıfı kendisini kurtarmalıdır ve kendisini kurtarırken kendi ülkesini de özgürleştirmelidir” ifadeleri ile hâlâ İrlanda'nın cumhuriyetçi soluna kan vermeye devam eden Connolly, şüphesiz Slovo'nun öğretmenini de etkiler. Elbette İrlanda başka, Güney Afrika bambaşkadır, ancak ulusal mücadele ile sosyalizmin ilişkisine dair arada bir köprü kurmak da zor değildir. Muhtemelen o yıllarda çoktan dünyadan göçmüş olan bu kimliğini bilmediğimiz İrlandalı öğretmen, sanki bir şekilde Slovo'nun ağzından konuşmaya devam etmiş gibi duruyor. Biraz daha abartmak istersek, Slovo'nun röportajı Connolly ile birlikte verdiğini bile söyleyebiliriz. Hayat bir tesadüfler silsilesinden ibaret de olmasa gerek.
SOSYALİZMİN GELECEĞİ
Aynı röportajda Slovo'ya sosyalizmin geleceğine dair sorular yöneltilir. Bilindiği üzere 1990'ların ilk yarısında bol keseden 'eski dünyanın sonu' tezleri ortaya atılırken, 'sosyalizmin başarısızlığı' da kimileri için popüler bir konudur. Bugün sosyalizmin değil ancak Sovyetler Birliği'nin çöküşünden otuz yıl sonra, aynı tartışmaları tekrarlamak insan aklıyla ve vicdanıyla alay etmek olacaktır. Her geçen yıl, dünyanın her yerinde kat kat artan gelir eşitsizliğinin artık halı altına süpürülecek bir yönü yok. Konuya dair Slovo'nun cevabı da, bugün geçerliliğini hâlâ korumakta:
“Oh, insanlığın var olması için tek uygar yolun bu [sosyalizm] olduğuna dair zerre şüphem yok. Sosyalizm, yolsuzluk nedeniyle çöktüğü o ülkelerde [Doğu Avrupa] bile çok şey başardı. İşsizliğin yokluğunu, her kişi için sosyal güvence ve ücretsiz eğitimi sağladı. Örneğin Küba gibi yoksul bir ülkeyi örnek alalım. Esas olarak ABD'nin onu yok etme girişimleri nedeniyle gerçek anlamda bir Üçüncü Dünya ülkesi. Buna karşın Havana'da, Washington'a oranla daha az bebek doğumda ölüyor. Bu bir Birleşmiş Milletler istatistiği. Hatta kapitalizm bile sosyalizmden etkilendi, bazı ülkelerde yürürlüğe koyulan sosyal refah önlemlerini örnek verebiliriz. Ama din adına çok daha fazla suçun işlendiğini hatırlamak gerek. Tüm bunlar yine de insanları kendi dini inançlarından alıkoymadı ve ben de sosyalizme olan inancımızı kaybetmememiz gerektiğini düşünüyorum. Bence sosyalizmin işlemesi mümkündür ve son zamandaki tüm geri adımlarımıza rağmen ben gayet iyimser bir şekilde işleyeceğine iknayım. Ayrıca sosyalizmin eninde sonunda Güney Afrika'da işleyeceğine de inanıyorum. İnsanların sosyalizmin başarısızlığından bahsetmesi de çok tuhaf? Baktığınızda Güney Afrika'da başarısız olan sosyalizm değil kapitalizmdir.”
Slovo, Güney Afrika'daki toplumun her kesimi için demokrasinin nasıl olması gerektiğine dair de şunları söylüyor: “Demokrasi sadece her beş yılda bir genel seçimlerde oy kullanmak değildir. Gerçek anlamda demokratik bir toplum olmak için, demokrasinin günden güne uygulanması gerekir. Mesela, işçilerin çalıştıkları fabrikaların yönetimine doğrudan katılmaları elzemdir. Kadın örgütleri, gençlik örgütleri ve sendikalar gibi örgütlere gerçek bir tanınma sağlanmalı ve toplumun sivil ve yerel yapıları da dahil olmak üzere yönetimine doğrudan katılmalılar.”
FARKLI BİR GELECEĞİN UMUDU
Apartheid döneminin sona erdirilmesi için yapılan görüşmelere katılan Slovo, daha sonra ANC tarafından Konut Bakanlığı görevini üstlenir. Fakat bu yılları fazla yaşayamadan 1995 yılında yaşamını yitirir. Slovo'dan sonra hem SACP hem ANC otuz yıl içerisinde farklı farklı krizlerle yüzleşir. ANC'deki sol grup ayrılarak EFF'yi kurar ve ülkedeki sınıfsal ve ulusal baskı mekanizmalarının sona ermediğini öne sürerek 'Kill The Boer' şarkısını yeniden söylemeye başlar.
Yenilgi yıllarında geçmiş sık ziyaret edilen bir adrestir, ama nostalji ve melankoliden kaçmak her zaman sanıldığı kadar kolay değildir. Geçtiğimiz yüzyıllarda yaşamış milyarlarca insanı, yaşanmış bi o kdar olayı çekip çıkartmadan evvel önce bugünü sindirmek gerekiyor. Bizim de onca insanın hayatı arasından bugün Joe Slovo'yu anmamızın nedeni, onun memleketi, üye olduğu parti ya da ten rengi değil. Slovo ülkesinin kodlarını çözümlerken zamanın ruhunu oldukça başarılı şekilde okuyabilen bir liderdir. Bu nedenle ülkesindeki sınıfsal ve ulusal sorunları ele alırken de farklı bir renge bürünmeden, kendi çizgisinden olabildiğince taviz vermeden yol alır. Çevresine mütevazi bir hayat, halkına ise daha farklı bir geleceğin umudunu bırakır.
Kaynaklar ve daha detaylı bilgilerin yer aldığı adresler
https://learnandteachmagazine.wordpress.com/2017/03/07/an-interview-with-comrade-joe-slovo/
İlgili yazılar
https://www.gazeteduvar.com.tr/dunya-forum/2017/12/23/cabral-benim-siirim-kendimim
https://www.gazeteduvar.com.tr/dunya-forum/2017/09/08/kubanin-apartheid-yikan-afrika-zaferi