Siyasal iletişimci Sabuktay: AK Parti'nin kararsızlardan alacağı maksimum oy yüzde 45
AK Parti ve CHP arasında kalan kararsız seçmen oranının bütün kararsızlar içinde yalnızca yüzde 22 olduğunu söyleyen Ali Sabuktay, "AK Parti'nin kararsızlardan alacağı maksimum oy yüzde 45" dedi.
İZMİR - İntegral Araştırma tarafından, 260 katılımcı ile 18-22 Ağustos 2022 tarihleri arasında, kantitatif araştırma tekniklerinden olan CATİ yöntemi uygulanarak bir çalışma gerçekleştirildi. Araştırmanın örneklemi, Mayıs 2022 araştırmasında “Bu pazar bir genel seçim olsa kime oy verirsiniz?” sorusuna “kararsız” ve” oy kullanmam” cevaplarını veren katılımcılardan oluşurken, çalışmanın içeriği cinsiyet, yaş ve 24 Haziran 2018 genel seçim tercih oranları baz alınarak düzenlendi.
Kararsız seçmen geçmişte daha çok hangi partilere oy vermiş ve bugün tercih yapma konusundaki kararsızlığı hangi partiler arasında seyrediyor? Kendilerini daha çok hangi ittifaka yakın hissediyorlar? Kararsızlar hangi koşullar gerçekleşirse 24 Haziran’da oy verdikleri partiye dönerler? Kararsız seçmenin tutumu, milletvekilliği seçimleri ile cumhurbaşkanlığı arasında farklılıklar gösteriyor mu? Bunları ve daha pek çok soruyu 1999 yerel seçimlerinden beri çok sayıda siyasi kampanyada görev alan siyasal iletişimci Ali Sabuktay’a sorduk.
‘ARTIK SANDIKTAN UZAKLAŞAN YENİ BİR SEÇMEN TİPİNE RASTLIYORUZ’
Hemen hemen her seçim döneminde kararsızların oranı ve yönelimi seçimlerin kaderini belirliyor. Türkiye için çok kritik olan önümüzdeki seçimde sanki kararsızların varlığı birçok açıdan geçmişteki seçimlere göre daha fazla önem taşıyor. Ne dersiniz?
Farklı araştırmalarda yüzde 8 ile yüzde 12 arasında kararsız seçmen gözüküyor. Oy kullanmayacağını belirten seçmen de bunlara eklenince ne yapacağı kestirilemeyen yüzde 20’lik bir küme ortaya çıkıyor. Takribi dokuz ay sonra yapılacak bir seçim için bu tablo normal kabul edilebilir ama bu sürece özgü nedenler durumu biraz farklılaştırıyor. Öncelikle kararsızları ve oy kullanmayacağını söyleyen seçmeni ayrı ayrı değerlendirmek gerekiyor. Çoğunlukla aynı şeymiş gibi ele alınan bu iki kesim birbirinden epey farklılaşıyor. Siyasete ilgisizlik, sağlık sorunları, seyahat gibi çeşitli gerekçelerle yüzde 15 kadar seçmenin her seçimde oy vermediğini biliyoruz fakat güncel araştırmalarda ortaya çıkan “protest” seçmenin tümünü bunlar oluşturmuyor. Artık, sandıktan uzaklaşan yeni bir seçmen tipine de rastlıyoruz. Bunlar, ekonomi başta olmak üzere çeşitli nedenlerle hayal kırıklığına uğrayan iktidar seçmeni. Yeni bir partiye yönelmek şu anda akıllarına gelmiyor, "boş oy vereceğini" ya da "seçime gitmeyeceğini" söyleyerek yaşadıkları hüsranı araştırmalara yansıtıyorlar. Oy kullanmayacak seçmen kategorisinin yaklaşık yarısını küskün iktidar seçmeni oluşturuyor. Önceden oy verdikleri partiye en kolay dönebilecek seçmen bu kesimde yer alıyor. Çünkü geldikleri yere aidiyetleri kısmen sürüyor. AK Parti, öncelikle bu seçmeni yeniden kazanmayı hedefliyor.
Kararsızlara gelirsek, onlar da tek küme değil. Millet İttifakı’ndaki partiler arasında kararsız olanlar, Cumhur İttifakı ile muhalefet arasında kalanlar ve önceden oy verdikleri partiden kısmi olarak uzaklaşmasına rağmen oy verecek bir seçenek göremeyenler olarak üç ana gruptan söz edebiliriz. Son kesim içinde eski AK Parti seçmenleri çoğunluğu oluşturuyor.
İntegral Araştırma’nın 2022 Mayıs sonunda İzmir’de yaptığı araştırmada oy kullanmayacak ve kararsız seçmen toplam yüzde 20 civarında. AK Parti seçmenleri arasında bu oran ortalamadan dört puan daha yüksek. Ağustos sonunda CATİ yöntemi uygulanarak bu gruptaki 260 kişiyle yeniden görüşülüyor ve yüzde 20’sinin karar verdiği gözüküyor. Yani yaz ayları boyunca kararsızların ve protestlerin oranında kısmi bir azalma oluyor ama konuşulduğu kadar dramatik boyutta değil. İzmir ile sınırlı olan bu araştırma elbette Türkiye seçmen evrenindeki kararsızların eğilimlerini yansıtma iddiasında olamaz ama ayrıntılı bir çalışma olduğu için, kararsız ve protest seçmenin profili ve ruh hali hakkında bir fikir verebilir. Bazı matematik projeksiyonlar yapılabilir.
Karar verenlerin yüzde 43’ü AK Parti, yüzde 39’u CHP, yüzde 8’i İYİ Parti lehine oy kullanacağını belirtiyor. Bu kişilerin takribi beşte biri yeni bir partiye yönelirken, beşte dördü eski partilerine dönüyor. Örneğin, 24 Haziran AK Parti seçmenlerinden yüzde 77’si tekrar AK Parti’ye, yüzde 20’si ise CHP’ye oy vermeyi düşünüyor. CHP seçmeni açısından baktığımızda CHP ile İYİ Parti arasında benzer bir oran var.
‘OY KULLANMAYAN SEÇMEN SİYASETTEN UMUDUNU KESMİŞ DURUMDA’
Peki, AK Parti’ye oy vereceğini belirten kararsız ve protestlerin temel gerekçeleri neler?
“Ülkeyi yönetecek başka bir parti olmaması”, “yirmi yıl boyunca yapılan yatırımlar” ve “Erdoğan’ın liderlik” özellikleri… CHP yönünde karar verenler ise, mevcut iktidarı değiştirebilecek en güçlü parti CHP olduğu için oy vereceklerini söylüyorlar. İYİ Parti için oy kullanacakların temel motivasyonu Akşener’in siyasi başarısı ve liderliği. Geriye kalan yüzde 80 ise protest ve kararsız tavrını halen sürdürüyor; bunların yüzde 70’i kararsız, yüzde 30’u oy kullanmayacağını belirtiyor. Çoğunluğu alt gelir grubundan ve ortaokul altı eğitim düzeyinden. İdeolojik olarak yüzde 35 ile “Atatürkçüler” ilk sırada geliyor, yüzde 16’sının siyasi eğilimi yok, yüzde 15’i “muhafazakâr” veya “ülkücü”, yüzde 12 kadarı da “milliyetçi”. Bütün araştırmalarda olduğu gibi ülkenin en önemli sorununun “ekonomi” olduğunu düşünüyorlar, onu “mülteciler” ve “adalet” yanıtları izliyor.
Siyasi partilerin bu seçmenleri ikna etmesi oldukça zor gözüküyor. Çünkü siyasete karşı derin bir güvensizlik ve kırgınlık içindeler. Kararsız ve oy vermeyecek seçmenlerin sadece yüzde 1,4’ü siyasi partilere güvendiğini, yüzde 23’ü kısmen güvendiğini belirtiyor, dörtte üçü ise hiç güvenmiyor. Oy kullanmayacağını söyleyen protest seçmen iyice siyasetten umudunu kesmiş durumda. Neden oy kullanmayacakları sorulduğunda, “partilerin birbirinden farklı olmadığı” ve “herkesin ülkeyi değil, kendini düşündüğü” yanıtı geliyor. Muhalefet değişim umudu veremezse, kaygı ve güvensizlik içinde olan bu kümedeki seçmen, tek konuda sesi yüksek çıkan küçük partilere yönelebilir. Veya AK Parti’ye güvenmemesine rağmen iktidar çatısı altına sığınabilir.
‘KARARSIZLARIN ÇOĞUNLUĞU HİÇBİR İTTİFAKA YAKIN GÖRÜNMÜYOR’
Kararsız seçmen geçmişte daha çok hangi partilere oy vermiş ve bugün tercih yapma konusundaki kararsızlığı hangi partiler arasında seyrediyor? Ya da kendilerini daha çok hangi ittifaka yakın hissediyorlar?
Şaşırtıcı gelecek ama kararsız seçmenin hatırı sayılır bir kısmı, yani yüzde 22’si AK Parti-CHP arasında kararsız! İYİ Parti ile AK Parti arasında kararsız yok gibi. Elbette İYİ Parti’ye AK Parti’den önemli bir seçmen geçişi oldu ama bu dönemde AK Partili kararsızların güçlü olana yöneldiklerini, en büyük iki parti arasında arayış içinde olduklarını söyleyebiliriz. 24 Haziran’da oyunu AK Parti’ye verenlerin yüzde 27’si CHP’yi bir seçenek olarak düşünüyor. Kararsızların yüzde 10’u yeniden AK Parti’ye oy verip vermeme, yüzde 10’u tüm partiler arasında kararsız. Buna karşın CHP seçmenleri arasındaki kararsızların önemli bir bölümü CHP ile İYİ Parti arasında kalmış durumda. Bu grup, CHP seçmenleri içindeki kararsızların yüzde 33’ünü, tüm kararsızların da yüzde 11’ini oluşturuyor.
Toplamda bakıldığında CHP ile diğer partiler arasında kararsızların oranı yüzde 49’u, AK Parti ile diğer partiler arasında kararsızların oranı yüzde 45’i buluyor. İYİ Parti ve diğerleri arasında kararsız olanlar yüzde 19 civarında. Başka bir deyişle, AK Parti ile diğer partiler arasında kararsız olanların tümü AK Parti’yi seçse bile, AK Parti’nin kararsızlardan alacağı maksimum oy ancak yüzde 45’e ulaşıyor.
İttifaklar açısından ise, kararsızların çoğunluğu kendini hiçbir ittifaka yakın görmüyor; yüzde 24’ü Millet, yüzde 19’u Cumhur, yüzde 2,5’i Emek ve Özgürlük ittifakına yakın olduğunu söylüyor.
‘MHP SEÇMENİNİN YÜZDE 40’I PARTİSİNDEN TÜMÜYLE KOPMUŞ DURUMDA’
Araştırma sonuçlarına göre kararsızlar hangi koşullar gerçekleşirse 24 Haziran’da oy verdikleri partiye dönerler?
Partilere göre değişen oranlar var. AK Parti’ye oy verenlerin yüzde 19’u, MHP’ye oy verenlerin ise yüzde 40’ı, İYİ Parti’ye oy verenlerin yüzde 27’si partisinden tümüyle kopmuş durumda. Hiçbir şekilde önceden oy verdikleri partiye oy vermeyecek. Bu oran CHP için epey düşük, yüzde 3 civarında.
Partilerine yeniden oy verme koşulları da partiye göre değişiyor. Eski MHP seçmenleri ancak Cumhur İttifakı’ndan ayrılırsa ve lider değişimi olursa MHP’ye oy vereceklerini söylüyorlar. AK Partililer için ekonomik sorunların çözümü ve mültecilerin geri gönderilmesi temel koşul. AK Parti’nin seçime kadar özellikle bu konularda politika geliştireceğini düşünebiliriz. Muhalefet partilerine oy vermiş kararsızlar için, partisinin sorunlarla başa çıkacağına ve ülkeyi yönetebileceğine dair güven vermesi önem taşıyor. Ayrıca eleştirel CHP seçmenlerinde lider değişikliği koşulu da öne çıkıyor.
Öte yandan kararsız ve protest seçmenin yüzde 18’i asla oy vermeyeceği parti olmadığını belirtirken, yüzde 40’ı HDP’ye, yüzde 17’si AK Parti’ye oy vermeyeceğini söylüyor.
‘BAŞKA BİR PARTİYE GİDEN SEÇMENİN DÖNMESİ ÇOK ZOR’
Yirmi yıldır her girdiği seçimi kazanan ve uzunca bir süre oylarını artırarak giden AK Parti ve Erdoğan’ın bu son dönemeçte bütün çabalarına rağmen kendi tabanını konsolide edemediği görünüyor. AK Parti'den uzaklaşan kitle kararsızlar safına mı katılıyor? Yoksa o tabana oynayan diğer partilere mi dağılıyor?
Her ikisi de oluyor. Zaten Gelecek, Yeniden Refah ve DEVA, AK Parti’den kopan seçmen ağırlıklı bir tabana dayanıyor. Önemli bir sayıda seçmen de CHP ve İYİ Parti’ye dönmüş vaziyette. 24 Haziran sonuçlarına göre bakarsak, araştırmaların ortalaması (kararsızlar dağıtılmadan) AK Parti’nin 15 puan, MHP’nin 5 puan oy kaybettiğini gösteriyor. Bu 20 puanın yaklaşık 12’sinin çeşitli partilere dağıldığını, 8’inin ise kararsız ve oy kullanmayacak seçmen kategorisinde olduğunu tahmin ediyorum. Başka bir partiye giden seçmenin dönmesi çok zor. O tercihi yapan seçmen, eski partisini zihninde ve ruhunda bitiriyor. Şu anda Cumhur İttifakı, protest ve kararsız seçmeni yeniden toplamayı umarken, tercihini yapmış seçmenin kafasını karıştırmayı amaçlıyor.
Kararsız seçmenin tutumu, milletvekilliği seçimleri ile cumhurbaşkanlığı arasında farklılıklar gösteriyor mu?
Kararsız seçmenin tutumu partiler yönünden çok parçalıyken, başkanlık seçiminde de muhalefetin olası adayına göre farklılaşıyor. Muhalefet adayı açısından bütün araştırmalarda gördüğümüz üçlü sıralama, kararsızlar ve oy kullanmayacaklar söz konusu olduğunda da değişmiyor. Muhtemel bir Erdoğan-Kılıçdaroğlu eşleşmesinde kararsızların yüzde 42’si Erdoğan’a, yüzde 36’sı Kılıçdaroğlu’na oy vereceğini söylerken, geri kalanlar oy kullanmayacağını belirtiyor. Erdoğan-Yavaş yarışında ise, durum açık ara muhalefet adayının lehine dönüyor: Erdoğan yüzde 24’e gerilerken Yavaş’a oy verecekler yüzde 62’ye ulaşıyor. İmamoğlu eşleşmesinde Erdoğan yüzde 37, İmamoğlu yüzde 46 oy alıyor.
Burada biraz sezgisel, biraz sayısal bir şey söyleyeyim: Aslında İmamoğlu’nun oyunun şu anki koşullarda Millet İttifakı adayının “gerçek” oyu olduğu kanısındayım. Bunu sadece kararsızlar için değil, genel oy dağılımı açısından da böyle düşünülebiliriz. Zaman içinde bu oy artabilir ya da adaya ve yapılacak hatalara göre düşebilir. Bugün Yavaş’a oy vereceğini söyleyen Cumhur İttifakı kökenli bir grup seçmenin kampanyada Erdoğan’a dönmesi yüksek olasılık. Oysa İmamoğlu’na oy vereceğini söyleyenler, bugün için Erdoğan’a kesinlikle oy vermeyecek, Millet İttifakı’nın çıkartacağı “ideal” adaya oy verecek kesimi oluşturuyor. Anlayabildiğimiz kadarıyla Kılıçdaroğlu’nun adaylığı kesinleşti gibi ya da CHP çevrelerinde böyle bir hava esiyor. Bu durumda Kılıçdaroğlu ilk olarak İmamoğlu’nun oy oranını yakalamayı, Millet İttifakı’nın şu anki seçmen potansiyeline ulaşmayı hedeflemeli. Başka bir deyişle, önce kendi “kararsızlarını” kazanmalı. Zaten Millet İttifakı’na oy vermeye hazır olan bu seçmen kolay ikna edilebilir. CHP yönetimi uzak mahalledekilerle uğraşmaktansa, enerjisini öncelikle bu kesime ayırmalı. İmamoğlu’na oy verip de “Kılıçdaroğlu’na vermem” diyen 5-6 puanlık seçmenin kim olduğunu ve neden tereddütlü olduğunu anlamalı. Onları ikna etmeye çalışmalı.
‘KILIÇDAROĞLU ELİTLER İTTİFAKINA GÜVENEREK YOLA ÇIKTI’
Yeri gelmişken, Kılıçdaroğlu’nun adaylık sürecini nasıl görüyorsunuz?
Somut bir şey bildiğimden değil ama sürece ve sonuçlara bakarak bir çıkarımda bulunabilirim. Amerikalı siyaset bilimci Overton’un adıyla da anılan “söylem penceresi” diye bir model var. Toplumu bir çizgi olarak düşünürseniz bu pencere merkezi kaplıyor, toplumda yaygın olarak benimsenen düşünceler bu alanda yer alıyor. Pencerenin sağında ve solunda “mantıklı”, “olabilir”, “radikal” ve “düşünülemez” fikirler sıralanıyor. Zaman içinde eskiden tabu gibi görünen fikirler, toplumsal değişmeye bağlı olarak pencereye taşınabilir; kadınların oy hakkı, LGBTİ+ evlilikleri gibi. Normalde yavaş işleyen bu süreç; kriz, savaş, salgın zamanlarında hızlanabiliyor. Önceden hiç düşünemeyeceğimiz şeyler hayatımızın olağanı haline gelebiliyor; Covid 19 önlemleri, evden çalışmanın yaygınlaşması gibi. Siyasette ve pazarlamada uçta yer alan bir fikri, söylem penceresine dahil etmek için bilim insanları, araştırmacılar ve çeşitli kamuoyu oluşturucularının devrede olduğu stratejiler kullanılıyor. Bu sayede hayal bile edilemeyeceği düşünülen bir konu; önce “radikal” bir görüş, sonra “olabilir” ve “makul” haline gelebiliyor. Trump’ın başkanlığı, İngiltere’nin AB’den ayrılması gibi olamayacağı varsayılan şeylerin gerçekleşmesi, Overton penceresinin stratejik kullanımına örnek olarak gösteriliyor.
Kılıçdaroğlu ve ekibinin de ekonomik kriz, iktidarın paralize olması gibi dışsal koşulları değerlendirerek Kılıçdaroğlu’nun adaylığının önünün açıldığına karar verdiklerini ve “söylem penceresi”ne yerleşme stratejisi kurduklarını düşünüyorum. İki yıl önce hiç kimsenin aklına gelmeyen Kılıçdaroğlu’nun adaylığı, diğer seçeneklerin ekarte edilmesiyle de birlikte bugün “makul” hale geldi ya da getirildi. Şu anki aşama ise, “aksi düşünülemez” noktaya gelmesi.
'ALTILI MASA, TAHT OYUNLARI DİZİSİNDEKİ 'KUZEY İTTİFAKI'NI ANDIRIYOR'
Sırada Kılıçdaroğlu’nun Altılı Masa’nın rızasını alması ve rahatça kazandıracak oranda seçmeni ikna etmesi var. Machiavelli, iktidarı hedefleyen birinin ya halktan ya soylulardan onay alması gerektiğini belirtir. Kılıçdaroğlu halk desteğinin yetersiz olduğunun farkındaydı. O nedenle elitler ittifakına güvenerek yola çıktı. Halk desteğini zaman içinde kazanacağını varsaydı, araştırmalardan anladığımız kadarıyla epey de başarılı oldu. Soylularla ittifakın en zayıf noktası, onların ancak kendi çıkarlarına hizmet edecekse müttefikliği sürdürmeleridir. Altılı Masa şu anki haliyle Taht Oyunları dizisindeki “Kuzey İttifakı”nı andırıyor. Kimi ne kadar temsil ettiği belli olmayan irili ufaklı bir sürü lord “Demir Taht”a çıkmak için bir araya gelmiş sanki. Benzerlik bu kadarla da kalmıyor; masadakiler anketlere ve koşullara bakarak, savaşın şimdiden kazanıldığını düşünüyor, sonrasını planlıyor. Gelecek iktidar için, hepsinin kendine biçtiği pozisyonlar var. Ayrıca her yapının farklı telden çalan kurmayları, onların ihtirasları var. Kuzey İttifakı metaforuna dönecek olursak, lordların ne kadar ordusu olduğu ve bunların ne kadarını sevk edebileceği de belli değil. Bu tablo, haliyle iktidardan kurtulmak isteyen seçmeni tedirginliğe sevk ediyor. CHP, Altılı Masa’nın topluma bir şey anlatamadığını görünce buradan ayrıştı. Kılıçdaroğlu, “helalleşme” ile adaylığının önüne çıkacak kültürel sınırları esnetmeyi hedefledi. Onun gördüğü, Altılı Masa’daki diğer aktörlerin göremediği bir konu da toplumdaki hesaplaşma talebiydi. O nedenle bu anlatının içinde “hesaplaşmayı” da koydu. Bir adım sonra, karanlık güçlerle çarpışan kahraman olarak konumlandırdı kendisini. Adaylığına gelebilecek itirazları bu sayede bertaraf etmeye çalıştı.
Özellikle İYİ Parti’den kaynaklanan zorluklar olduğu anlaşılıyor. Meral Akşener, iki tarafın çıkarını optimize eden kararın, “en iyi ikinci”nin seçimiyle olacağını düşündü galiba ve aday olmayacağını açıkladı. O, oyununu, “oyun teorisi”ne uygun oynadı yani. Başbakan olacağını söylerken aklındaki aday büyük ihtimalle İmamoğlu’ydu. İYİ Parti içinde Yavaş’ın adaylığını isteyen çok kişi olabilir ama Akşener’in istediğini zannetmiyorum. Aynı kökten gelen Yavaş, cumhurbaşkanı olursa Akşener’in liderliği zora girebilirdi. Kılıçdaroğlu, kendi adaylığı için fiili durum yaratınca Akşener boşa düştü. Elinde “seçilecek aday” kriterinden başka koz kalmadı. Kılıçdaroğlu’nun seçmen desteğini arttırmasıyla bu koz da zayıfladı. Güçlerinden çok daha fazlasını almayı amaçlayan küçük aktörlerin zaten Kılıçdaroğlu’na itiraz etmeleri zayıf ihtimal. İYİ Parti’nin ayak diremesindeki tek neden ittifak içi güç çatışması değil tabii. İdeolojik, politik anlaşmazlıklar da var. Eleştirelim ama Akşener’in sırtında ciddi bir yumurta küfesi olduğunu da görmek lazım. Daha önceki söyleşimizde İYİ Parti seçmeninin kırılgan olduğundan ve kabaca üçe ayrıldığından söz etmiştim. İlk kesim Millet İttifakı adayı kim olursa olsun oy vereceklerden, ikinci kesim Kılıçdaroğlu aday olursa gönülsüz oy vereceklerden oluşuyor. MHP seçmenlerinden oluşan üçüncü kesim ise, Kılıçdaroğlu’na oy vermeyeceğini belirtenler. Henüz partileşmeyi başaramamış İYİ Parti yönetimi, ikinci ve üçüncü kesimden gelen taban basıncını fazlasıyla hissediyordur. Zaten HDP çıkışı da bunu gösteriyor.
‘ANKETLERE VE GAZETECİLERE KIZMANIN ALEMİ YOK’
Peki, bu koşullarda özel olarak Altılı Masa, genel olarak muhalefet nasıl davranmalı?
Bu seçim döneminde Erdoğan’ın en büyük arzusu, 7 Haziran sonrasında olduğu gibi, muhalefetin ülkeyi yönetemeyeceğini kanıtlamaktır herhalde. Şu ana kadar muhalefet aktörlerinin mevkilerini belirlemeye dönük hamleler yapıldı. Artık muhalefetin kendilerini güçlü kılan yönlere dönmesi, satrançtaki “tempo” gibi kazandıracak hamleler yapması, hegemonya oluşturması lazım. Kararsızlar ve protestleri bir yana koyarsak, güncel araştırmaların ortalamasında 50-30 gibi bir muhalefet-iktidar dengesi gözüküyor. Kararsızların eşit dağıtıldığı senaryoda 60’a 40’la muhalefet ağır basıyor. Fakat muhalefetin gücü henüz bir olasılık, kâğıt üzerinde bir toplam. Doğru denklemi kurarak bu oyu bir araya getirmek ve seçim akşamına kadar korumak gerekiyor. Kafayı kuma gömmenin, anketlere ve gazetecilere kızmanın da alemi yok; Kılıçdaroğlu’nun kazanabilir ve yönetebilir olduğu üzerine seçmendeki kuşku ortadan kaldırılmalı. Kılıçdaroğlu’nun adaylığını da bir veri olarak alıp, oradaki seçilmeme riskini minimize edecek biçimde bir stratejiyle davranılmalı. Bunun için en basit yol, 2019 seçimlerinde başarıyı getiren fikri bugüne uyarlayarak; “kazanacağız” mesajı veren yeni bir anlatı kurmak. Bu hikâyenin her derde derman olması, herkesi kapsaması, her konuda sözü olması şart değil. Çoğu hikâyenin etkisi, sınırlı enformasyon vermesinden kaynaklanır. Anlatının tutarlılığı ve çekirdeğinin sağlam olması yeterlidir. Topluma güven veren ve gerçekçi bir umut içeren, “muhalefet kazanacak ve yönetecek” dedirten güçlü bir bayrak altında birleşmek gerekiyor.
Muhalefet belirleyici hale gelemezse, sadece sandıktan çıkan sonuç değil toplumun esenliği de risk altına girecek. İktidar, iyice cesaretlenecek, alanını daha da genişletecek ve kendinde her şeyi yapma hakkını daha fazla görecek.
‘AYNI İNANÇTAKİLER VEYA EŞLER BİRBİRİNE BENZER BİÇİMDE OY VERİR’
Söyleşiyi bitirmeye yaklaşırken daha genel bir soru soralım: Seçmen hangi partiye ya da adaya oy vereceğine nasıl karar veriyor?
Seçmen davranışı yaklaşık yüz yıldır üzerine çalışılan bir konu. Bu alanda hiçbirinin yeterince açıklayıcı olmadığını ama hepsinin gerçeğin bir yönünü aydınlattığını düşündüğüm epey kuram var. Konunun uzmanları dışında pek bilinmeyen bu kuramları, genel okuyucu için özetlemeye çalışayım. En yaygın olanlar; rasyonel, sosyolojik ve psikolojik yaklaşımlar. Rasyonel modele göre, seçmen kendisi için en doğru seçimi yapacaktır. Ülke ekonomisi büyüyorsa, enflasyon ve işsizlik düşükse iktidardaki partiler; aksi koşullarda ise muhalefet partileri avantajlıdır. Seçmenler ideolojik tercihlerini de gözeterek çıkarları açısından en yararlı gördükleri partiye oy vereceklerdir. Rasyonel model, kişilerin siyasi aktörler hakkında yeterli bilgiye sahip olduklarını ve akılcı karar verdiklerini varsayar. Geçmişteki ekonomik başarıya ya da gelecek vaatlerine göre alt modelleri olan bu yaklaşım, bireysel çıkar veya kamusal çıkarın odağa alınmasına göre de farklılaşır. Seçmenin doğru bilgilenmesi, siyasi rekabet ve partilerin ekonomik politikalarını net olarak anlatmasıyla gerçekleşir. Eğer onayladığı parti seçimi kazanamayacaksa, seçmen en uzak olduğu partinin kazanmaması için, yakın olduğu diğer bir partiye oy verebilir, yani stratejik davranabilir.
“Bir seçmen niye bir partiyi ya da adayı diğerine tercih eder” sorusuna rasyonel model; “kendi çıkarını en çok yansıttığı, kendine en yakın bulduğu için” yanıtını verirken; sosyolojik kuramlar grup kimliğinin önemine işaret eder. Bu yaklaşım çok özetle, bireylerin siyasi tercihlerini içine doğdukları ve bir parçası oldukları toplumsal-mekânsal bağlamın belirlediğini söyler. Kültür, demografi, din, etnisite, aile, meslek, yaşanılan yer siyasi eğilimini etkiler. Bireyler, genellikle ait olduğu grubun tercihiyle uyumlu oy kullanır. Grubun değerleriyle örtüşen siyasi partiyi tercih eder. Örneğin, aynı inançtakiler veya eşler birbirine benzer biçimde oy verir. Siyasi kampanyalar yerleşik grup davranışını çok az etkiler, kişiler grubun “öteki”si olan bir siyasi eğilime yönelmez. Ancak grup yönelimi değişirse bireyin tercihi değişebilir. Oy kullanma edimi, grup kimliğinin siyaset alanında yeniden üretilmesidir.
Psikolojik yaklaşım, oy davranışının rasyonel tercihlere değil, kişinin parti ve liderle özdeşleşmesine dayandığını iddia eder. Saldırganlık, tüm güçlülük, korku, rekabetçilik, yetersizlik, aşağılık duygusu gibi ruhsal faktörler oy davranışı üzerinde etkilidir. Kişiler siyasi tercihlerinde çeşitli savunma mekanizmaları yoluyla liderle özdeşleşerek başarının sağladığı doyuma ulaşır. Genellikle Amerika merkezli olan bu çalışmalar, iki köklü partiye sahip bir sistemde, seçmenle parti arasında çocukluk döneminden itibaren kurulan bir sevgi ilişkisi olduğunu savunur. Siyasi parti aidiyetleri bu yönüyle futbol takımı aidiyetine benzetilebilir. Ülkemizde de CHP, MHP, DP-AP gibi kurumsal devamlılığı olan partilere ve Erdoğan türü liderlere bağlılık konusunda bu yaklaşım açıklayıcı olabilir.
Sizin sahadaki şahsi deneyimleriniz bu kuramlara ne kadar uyuyor?
Şu anda sahada çalışmıyorum. Siyaseti araştırmalar ve haberlerden izliyorum. Ancak bir uygulayıcı olarak gerek aynı seçim dönemi içinde gerekse farklı seçim dönemlerinde anlatılan oy verme davranışlarının hepsiyle karşılaştığımı söyleyebilirim. Zaman zaman kimlik öne çıksa bile, Türkiye’nin seçmen haritası geniş bir çeşitlilik içeriyor. Özellikle CHP’ye oy verenler içinde hem rasyonel hem psikolojik hem sosyolojik davranan seçmen var. AK Parti ve MHP için kimliğe ve partiye-lidere bağlı seçmen ağırlığından söz edebiliriz. İktidar partileri, politikaya göre oy veren “realist” seçmenlerini büyük oranda kaybettiler, bugünkü “çekirdek” seçmen tartışmaları bu gerçeğe işaret ediyor. HDP seçmeninin de temel motivasyonu kimliğine ve partisine sahip çıkmak. Her ne kadar içinde ikinci bir MHP kurmak isteyen bir kesim olsa dahi, İYİ Parti tabanı ağırlıkla politik, realist seçmenden oluşuyor.
Oy verme davranışı üzerine geliştirilen bu açıklamaların zayıf yönleri neler?
Rasyonel kuramın en zayıf yönü, kimlik gibi değişkenleri denkleme katamamasıdır. Ayrıca, “rasyonel” dediğimiz birçok kararın o kadar da akılcı olmadığı, çeşitli alışkanlıklar ve duygularca belirlendikten sonra, “rasyonalize” edildiğini toplumbilimlerinden biliyoruz. Bildiklerimiz aldığımız enformasyonla değil, onu nasıl işlediğimizle, nasıl anlamlandırdığımızla ilgili. Son yirmi yılda sinirbilimden elde edilen bilgiler, siyasi karar araştırmalarına da uygulanıyor ve ilginç sonuçlar çıkıyor. Çoğu zaman seçmenlerin kendi çıkarlarına ters düşen siyasi partilere oy verdiğini görmüş ve bu paradoksu açıklamakta zorlanmışızdır. Duke Üniversitesi’nden biri siyaset bilimci, diğeri sinirbilimci iki araştırmacının ortak yürüttükleri yeni bir çalışmada rasyonel tercihler ile kimliğe dayanan tercihler arasında sadece bir farklılık değil, eşzamanlı bir rekabet olduğu sonucuna ulaşılmış.* Bu iki “ödülün” beynin farklı alanlarını uyardığı, bunların “mücadelesi” ile seçmen tercihinin oluştuğu saptanmış.
Seçimlerde kimlik güçlü rol oynadığında siyasetin etkisi en aza iniyor; seçmen toplumsal ve ekonomik vaatlere kulağını kapatıyor. Bunun için tek bir kimlik ögesinin hegemonik hale gelmesi bile yeterli oluyor. Aslında tecrübeyle bildiğimiz bir olguyu, fizyolojik olarak da kanıtlamaya çalışıyorlar. Kimlik endişesinin akla galebe çaldığı durumlara Türkiye’den de çok vaka gösterilebilir ama literatürde sıkça paylaşılan yakın tarihli iki örneğe değineyim. İlk örnek, Brexit oylaması: Referandumdan kısa bir süre önce İngiliz seçmenin çoğunluğu AB’den ayrılmanın ekonomik açıdan kendileri için bir felaket olduğu konusunda hemfikirdi. Kampanya döneminde Brexit’in “ulusal kimlik” oylaması olarak yeniden çerçevelenmesi bütün rasyonel endişeleri silikleştirdi. Bu süreci anlatan “Brexit: The Uncivil War” adlı filmi izlemeyenlere öneririm. İkinci örnek, Donald Trump’ın kazandığı 2016 ABD başkanlık seçimleridir. Bu seçimlerde “beyaz” Amerikalıların “2042 yılına kadar azınlık” haline geleceğinin güçlü bir biçimde vurgulanması Trump’a olan oy desteğini kısa sürede arttırdı.
Kimlik etkisinin minimize olduğu bir örnek olarak, aklıma Almanya seçimlerinde Türkiye kökenlilerin oy verme davranışı geliyor. Türkiye için oy kullanırken kimliği esas alarak sağ muhafazakâr partilere oy verenler, Almanya seçimlerinde SPD’ye, Yeşiller’e rahatlıkla oy verebiliyor. Türkiye’de kimliği ve ideolojisiyle davranan seçmen, manevi bağlarının zayıf olduğu Almanya’da kendi haklarını en iyi savunacağına inandığı partiyi “rasyonel” olarak seçebiliyor. Siyasette çivi çiviyi sökmüyor. Kimlik eksenli oy vermeye karşı çözümün, kimlikle uğraşmak değil, politika üretmek olduğu anlaşılıyor.
Öte yandan, siyasal aktörler bir kimliği ne kadar güçlü temsil ederse etsin, bu işin de topluma ve bireye uymayan bir nihai noktası var. Çünkü siyasette kullanabilmek için kimliği yeniden tarif etmelisiniz, daraltmalısınız, dondurmalısınız. Sözcüsü olduğunu iddia ettiğiniz kimliği stereotipe dönüştürmelisiniz. Gücü ele geçirirseniz, ideal milliyetçi, ideal Müslüman, vb. olarak tanımladığınız o insanın başka biri haline gelmesine müsaade etmemelisiniz. Oysa kültürel kimlikler, canlılığını zenginliğinden, dinamizmden, yeni tecrübelere açıklığından alır. Siyasetçe tanımlanan kimlikler, bir yandan diğer kimliklerin gardiyanı olurken, öte yandan kendileri de hapishanede yaşamaya mahkûm olmaktadır. Milan Kundera’nın anlattığı gibi, hayatı grileştiren bir siyaset, güldürmeyen bir karikatüre dönüşmektedir. Bugün Türkiye’de iktidarın kimlik siyasetinin geldiği pespaye durum veya İran’da şu an olan bitenler, bize kimlik siyasetinin açmazlarını ve risklerini gösteriyor.
* Duke Üniversitesi’nin araştırma sonuçlarına buradan ulaşabilirsiniz:
Jenke L., Huettel S.A., Issuesor Identity? CognitiveFoundations of VoterChoice, https: Issuesor Identity? CognitiveFoundations of VoterChoice - PMC (nih.gov).