Siyasallaşmanın odağı: Merkez Bankası ve başkan değişimleri

Murat Çetinkaya’dan Naci Ağbal’a uzanan süreçte Merkez Bankası başkanlarını en fazla yoran konuların başında bankanın siyasallaşmasının geldiği seviye vardı. Diğer sorun, kendi ekonomik birikimleriyle “faiz eşittir enflasyon” denkleminin arasına sıkışmaları, bir başka anlatımla ekonomi ile siyaset arasına. Dikkat çekici olan, neredeyse bu denkleme başkanların karşı çıkmak ve böyle olmadığını söylemek yerine alternatif yollarla çözüm bulma gayretleriydi.

Mühdan Sağlam msaglam@gazeteduvar.com.tr

Yaklaşık 4,5 ay önce göreve başlayan Naci Ağbal Merkez Bankası başkanlığından Cumhurbaşkanı kararnamesiyle alındı. Yerine eski AKP Bayburt Milletvekili, Yeni Şafak köşe yazarı Şahap Kavcıoğlu getirildi. Merkez Bankası aldığı kararlar kadar sık sık başkanının değişmesiyle de gündemde, son kararnameyle beraber 20 ay gibi bir sürede üç başkan görevden alındı, şimdi dördüncüsü atandı. Tam bu noktada görevden alınan son üç ismi hatırlamak Türkiye ekonomisinin içinden geçtiği döneme dönük de önemli ipuçları sunacak.

MURAT ÇETİNKAYA: DOLAR SATIŞINI SONLANDIRMADAN ŞOK FAİZ ARTIRIMINA

Murat Çetinkaya, Erdem Başçı’dan koltuğu devraldığında Merkez Bankası piyasaya dolar sürmesiyle akıllara yer etmişti. Başçı’nın bu yöntemi benimsemesinde Erdoğan’ın yüksek faiz politikasına karşı olması etkiliydi. Alternatif bir yöntem olarak hem faiz koridoru hem de piyasaya Merkez Bankası eliyle döviz satışı kullanılıyordu. Çetinkaya, Başçı döneminde başkan yardımcısıydı ve dönemin başbakanı Ahmet Davutoğlu ile Erdoğan’ın başkan olması konusunda uzlaştığı bir isimdi. Ancak Çetinkaya dönemi, Merkez Bankası açısından sancılı bir süreçti.

2016’da göreve başlayan Çetinkaya bu koltukta bir darbe girişimi, OHAL Rejimi, başkanlık referandumu ve 2018’de yeni sistemin ilk seçimini de görecekti. Siyaset gündeminin seçimlere, referanduma odaklanması, Merkez Bankası açısından iki yönlü baskı demekti: Kurun kontrol altında tutulması ve faizin artırılmaması. İlk iş olarak döviz satışının önüne geçen Çetinkaya, dolarizasyon ve krediye dayalı büyüme karşısında ilk adımı attı ve faizi yüzde 12,5’ten yüzde 12,75’e çıkardı. 2017’nin sonunda alınan bu karar, Çetinkaya ile Erdoğan arasındaki ayrışmanın belki de bilinen ilk örneğiydi. 2018’de yapılacak seçim iktidar üzerinde dolar ile faiz arasındaki tercih konusunda sıkıştırıyordu. Nihayetinde Londra’da yatırımcılarla yapılan toplantıda Erdoğan’ın “yüksek faiz yüksek enflasyona neden olur” tezi hayal kırıklığı yarattı. Dolar kuru 5 liraya yaklaştı ve Merkez Bankası iki ay sürecek faiz artırımına başladı. İlk olarak Mayıs 2018’de 300 baz puan, ardından Haziran’da 125 puan faiz artırımı yapıldı. Ancak siyasal çalkantının devam etmesi karşısında dolar kuru 7 lira düzeyine ulaştı. Merkez Bankası Eylül 2018’de 625 baz puan artış yaptı ve faiz yüzde 24’e çıktı. Erdoğan, açık biçimde sabrının sınırı olduğunu hatırlatıyordu. Nitekim devam eden gerilim sonunda Çetinkaya görevden alındı ve yerine Murat Uysal geldi.

MURAT UYSAL DÖNEMİ: ERİYEN REZERVLER REKOR KIRAN DOLAR KURU

Çetinkaya’nın yerine gelen Murat Uysal, Erdoğan’ın “söz dinlemiyor” diyerek eleştirdiği Çetinkaya’dan farkının söz dinlemesi olacağını hissettiriyordu. Nitekim başkanlığı döneminde yapılan ilk toplantıda faizi 425 baz puan indirdi. Nihayetinde bir yıldan kısa sürede yapılan toplantıların neredeyse tamamında faiz indirimi geldi ve Mayıs 2020’deki toplantıyla faiz yüzde 8,25’e indi. Uysal döneminde dikkat çeken bir diğer gelişme, arka kapıdan kamu bankaları üzerinden dolar satışıydı. Merkez Bankası’nın rezervlerinin dibe vurmasına neden olan bu adım neticesinde bankanın 126 milyar dolardan fazla rezervi yok oldu. Uysal’ı buna itense faiz artırımından kaçınma, hatta mümkünse indirerek Erdoğan ile uyumlu gitmeydi. Merkez Bankası rezervlerini arka kapıdan kamu bankaları eliyle piyasaya sürüyordu, böylece dolar kuru belirli bir seyirde tutulacaktı... Zira kur artışının devam etmesi demek faiz artışının kaçınılmazlığı demekti.

Ancak 2020’de küresel bir olgu haline gelen pandemi, işsizlik, enflasyondaki tırmanma uyarınca uyumlu olacağını ifade eden Uysal faizi artırmak durumunda kaldı ve 200 baz puan artışla faiz 10.25’e çıktı. Aynı dönemde dolar kuru 8,5 lirayı geçerken euro 10 liraya tırmandı. Kuru kontrol etmek için heba edilen 126 milyar dolar da cabası.

NACİ AĞBAL DÖNEMİ: ÖZERKLİKLE GELDİ MANŞETLE GİTTİ

Murat Uysal’ın yerine gelen Naci Ağbal diğer isimlerden farklı olarak daha önce bakanlık yapmıştı. Üstelik dönemin Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak ile aralarının iyi olmadığı da biliniyordu. Nitekim Ağbal’ın göreve gelmesiyle Berat Albayrak’ın istifası aynı dönemde gelecekti. Berat Albayrak’ın yerine bakanlık koltuğuna Lütfü Elvan gelirken, gözler Ağbal başkanlığında toplanacak ilk Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısındaydı. O dönemde kulislerde Ağbal’ın Erdoğan’dan belirli bir özerklik alarak göreve geldiği ve ekonomide reformun yakın olduğu söylentileri dolaşıyordu. Benzer ifadeler kamuya açık biçimde de yapıldı. Ağbal’ın başkanlığında yapılan ilk toplantıda faiz 475 baz puan artırıldı ve yüzde 15’e yükseldi. Bunu, faizlerin inmediği, bazen korunduğu bazen arttırıldığı toplantılar izledi. Son olarak 18 Mart’ta toplanan PPK faizleri 200 baz puan artırdı ve faiz yüzde 19’a çıktı. Ağbal’ın bu kararını Yeni Şafak manşetten hayli sert biçimde eleştirdi. Aslında son atılan manşet dikkat çekse de Ağbal’ın uzun süredir yalnız kaldığı, köşe yazılarıyla hedef alındığı biliniyordu. İktidara yakın medya kuruluşlarının neredeyse tamamında Ağbal’a dönük olumsuz bir tutum mevcuttu. Hatta yer yer bu koroya TOBB ve MÜSİAD gibi kuruluşlar da katılıyordu. Ağbal’ın hedef alınmasının en önemli nedeni faiz artırımı yapmasıydı. Dahası gerekli olduğunda buna devam edeceğinin sinyallerinin vermesiydi. Nitekim hem son toplantı hem de diğer toplantılardan önce ana akım medyanın bazı ekonomi yazarları Ağbal’a Erdoğan’ın yüksek faize karşı olduğunu hatırlatıyordu. İşin doğrusu medyadan bu açıkça yazılabilecek düzeye geldiğinde aslında Ağbal’a verilen kredinin çoktan bittiği anlaşılmalıydı. Ancak yine de son toplantı beklendi ve 20 Mart’ta Ağbal görevden alındı.

Murat Çetinkaya’dan Naci Ağbal’a uzanan süreçte Merkez Bankası başkanlarını en fazla yoran konuların başında bankanın siyasallaşmasının geldiği seviye vardı. Diğer sorun, kendi ekonomik birikimleriyle “faiz eşittir enflasyon” denkleminin arasına sıkışmaları, bir başka anlatımla ekonomi ile siyaset arasına. Dikkat çekici olan, neredeyse bu denkleme başkanların karşı çıkmak ve böyle olmadığını söylemek yerine alternatif yollarla çözüm bulma gayretleriydi. Nitekim bu gayretlerin neticesinde bankanın rezervleri neredeyse sıfıra indi. Ağbal’ın görevden alınması, Türkiye ekonomisi açısından yeni bir bilinmez demek. Birazcık özerkliği olan bir isim dahi bu şekilde görevden alınıyorsa, iktidarın sözlerine nasıl güvenilecek? Bu noktada 4,5 ay önce söyledikleriyle bugün söyledikleri birbirine tutmayan bir ülkeye yabancı yatırımcı neden gelsin?

 
 
 
Tüm yazılarını göster