Siyaset 'boşluk' kaldırır mı?

İktidar, çekildiği siyasi alanı birilerine bırakmıyor, tahrip ederek kullanılmaz hale getiriyor, yerine bir “boşluk” yaratıyor. Bu mesele “yeni rejim inşası” tartışmalarında da karşımıza geliyor. İktidar, kendisi için kullanışlı yeni bir kurumsallaşma yaratmak yerine ayağına dolanan kurumsal/kavramsal çerçeveyi tekmeleyip duruyor. “Siyasetin” göbeğindeki dev boşluk, ölenin gömülmesine, gelenin doğmasına yer bırakmayan kocaman bir alan kaplıyor.

Kemal Can kcan@gazeteduvar.com.tr

Meclis açıldı ve grup toplantıları vesilesiyle yaratılan “yalandan” siyasi hareketlilik sezonu da başlamış oldu. Açılışı son yılların “çıkış” şampiyonu Bahçeli yaptı. TTB’ye başlattığı saldırıyı devam ettirmekten Karabağ’a dikilecek bayrağa, Davutoğlu’nun sicilinden Bilim Kurulu’ndaki “çatlak seslere” kadar çeşitli başlıklara temas etti. İktidarın “siyaset yapar gibi” davranma faaliyetlerinin, hedef gösterme ve suçlama tarafını üstlenmiş Bahçeli için, şaşırtıcı olmayan bir açılış. Dün kabine toplantısı ardından konuşan Erdoğan’ın da, epey uzun süredir idare ettiği “biz ne yapsak beğenmiyorlar” şikayetlerinin yanına bir şey eklemediğini gördük. Yüz yüze eğitimi velilerin isteğine bağlı yapmak. Vatandaşın ekonomik sıkıntılarını borçlanma imkanları ve istatistik düzenlemelerle aşmak. Salgın kontrolünü bireysel inisiyatife ve uyduruk sayılara bırakmak. Çıkan her aksaklık için içerdeki veya dışardaki şer güçleri adres göstermek, olmuyorsa “yok öyle şey” demek. İktidarın sorunlardan elini eteğini bu kadar çekip, başa gelen ve gelecek olanın vatandaşın sorumluluğuna bırakılması ilginç bir “yönetim” pratiği. Sonra da “yönetemiyorlar”, “ciddi bir sıkışma, çatışma yaşanıyor” dendiğinde; her iki taraftan da, “hep öyle diyorsunuz ama bal gibi yönetiyorlar” diye paylanmak kaçınılmaz oluyor.

Muhalefet tarafından da; Akşener, “damat çıkışı”; Kılıçdaroğlu, “muhalefeti bölmeye çalışıyorlar” sitemi ile girdi konuya. Muhalefet çevrelerinde sık sorulan sorular listesinin değişmemesine şaşırmamak gerek: İktidar hızlı bir düşüş sürecine mi girdi? İlk seçimde bu iktidar gider mi? Sahiden bir seçim olur mu? (Elbette hiç bitmeyen erken seçim ihtimali ne kadar?) Seçimle bir şey değişir mi? Erdoğan mı tükendi, çevresi mi boşaldı (veya liyakatsizlerle mi doldu)? Kimileri merakından soruyor, kimileri bildiğini düşündüğü cevabı yapıştırmak için. Bu tabloyu iktidarın yaptıkları üzerinden okuyanlar da var, yapamadıkları üzerinden değerlendirenler de. Bazıları uluslararası ve yerel konjonktürün olumlu değişiminden, bazıları fena halde kötüyü destekleyen şartlardan bahsediyor. Ancak hangi soru etrafında dolaşılırsa dolaşılsın, hangi pencereden bakılırsa bakılsın, muhalefet cephesinin odaklandığı asıl mesele “acilen bitmesi istenen”. “Olması (başlaması) istenen” kısmına bir türlü geçilemiyor. Denklemin böylesine donması, kilitlenmesi, sonuçsuz bir kısır döngüyü besliyor. Üstelik bu durum, sadece muhalefetin sonuç alıcı hamle üretebilmesini engellemekle kalmıyor, muhalefete dönük eleştirileri de verimsiz bir tekrarın içine sürüklüyor. İktidar muhalefeti, muhalefet de kendini eleştirenleri bir kara deliğe doğru çekiyor.

Nereden bakılsa aynı korkunçlukta görünen bir distopya var karşımızda. Ayrıca bütün dünya aynı döngünün içinde. Kendi yarattığı krizi, mevcudun devamı için kullanabilen; krizin içinde sürüklenip feryat edenlerin, krizin gündeminden çıkamadığı veya ona cevap üretemediği, bunu söylemeye kalkmanın sonuçsuz ve faydasız bir tekrardan öteye gidemediği bir döngü. Bu zihni cendere, herhangi bir baskı biçiminin, herhangi bir yasağın, en yetenekli otoritenin bile kolayca becerebileceğinden çok daha fazlasını yaratıyor. Hafta başında medyascopetv’deki “5 Soru 10 Cevap”ta “Erdoğan siyaseti bıraktı” başlığını tartıştım. Başlık ilk anda bir “yenilgi” ve vazgeçme imasını çağrıştırıyor. İzleyenler sanırım sadece bununla yetinmediğimi gayet açık anlamıştır ama tekrar etmekte fayda var; söz konusu “bırakma”, bir yer açma anlamı taşımıyor. Yani iktidar, çekildiği siyasi alanı birilerine bırakmıyor, tahrip ederek kullanılmaz hale getiriyor, yerine bir “boşluk” yaratıyor. Bu mesele “yeni rejim inşası” tartışmalarında da karşımıza geliyor. İktidar, kendisi için kullanışlı yeni bir kurumsallaşma yaratmak yerine ayağına dolanan kurumsal/kavramsal çerçeveyi tekmeleyip duruyor. Baro hamlesinde, TTB’ye dönük saldırıda, AYM tartışmasında aynı şeyi görüyoruz. Yeni rejimi, eskinin yerini doldurarak değil daha fazla imkan veren büyük bir boşluk yaratarak tahkim ediyor.

“Devlet olarak konuşmadığında söyleyecek lafı kalmamış” iktidar aktörleri ile “durumun sürdürülemez olduğunu” söylemekten başka bir lafı olmadığı için yalancı çoban durumuna düşen muhalefetin birlikte çekildiği bir alan siyaset. Muhalefet, kimi zaman sokulmadığını, gündemle oynanarak dışarda bırakıldığını iddia etse de herkesin katkı verdiği geniş bir boşluk. Eski tüfek siyasetçilerin (ilk kim söylemiş tam bilemiyorum) söylemeyi çok sevdiği bir söz vardır: “Siyaset boşluk kaldırmaz”. Genellikle krizli anlarda, kendiliğinden ortaya çıkacak bir anahtar veya durumu değiştirecek formülü işaret etmek için söylenir ama her duruma uydurulduğu vakidir. Şimdi de zaman zaman tanım zorluklarının ve öngörü kabızlığının ilacı olarak başvurulduğu oluyor. Eskisi kadar popüler olmasa da hâlâ kuvvetli şablonlardan. Bu lafın, siyasetin –ki onun herkes tarafından aynı anlamda kullanıldığından hiç emin olmamak gerek- dinamik doğasından kaynaklanan bir mecburiyet gibi sunulması, “boşluğun” bir yer kaplamadığı inancına dayanıyor. Fakat “boşluk”, fena halde yer işgal edebilen bir şey. Sadece Alain Badiou’nun sürüklediği felsefi bir tartışmanın konusu olarak değil, hayatın her alanında olduğu gibi siyaseten de; “boşluk –bazen engelleyici, bazen güdüleyici olarak- büyük bir hacim tutabilir, fazlasıyla belirleyici olabilir. Siyasetin boşluk kaldırıp kaldırmayacağı kadar, boşluğun ne yaptığı –veya ne açabileceği- tartışılabilir.

Antonio Gramsci’nin “kriz, eskinin ölmekte olduğu, ama yeninin doğamadığı durumdur” sözüne son yıllarda çok müracaat ediliyor. “Siyasetin” göbeğindeki dev boşluk, ölenin gömülmesine, gelenin doğmasına yer bırakmayan kocaman bir alan kaplıyor. Siyasi kriz dediğimiz şey de tam bu aslında. Şartlar değiştiğinde veya aktörler başkalaştığında, mevcut durumun kendiliğinden değişeceğini zannetmenin hayli sorunlu olduğunu yaşayarak görüyoruz. Ancak defalarca yanlışlanmasına rağmen bunun tek umut olarak tekrar edilmesinden vazgeçilmediğini de izliyoruz. Aynı şey şartların ve aktörlerin imkanlarına yüklenen çıkışsızlık için de geçerli. Siyasi alanın belirleyici dönüştürücü özelliğine, siyasetin bir özgürlük alanı olarak tarifine inançsızlık, bazen kötü niyetli manipülasyonlarla buluşuveriyor. Serbest piyasanın rasyonel faydayı her durumda kendiliğinden üretebileceği palavrasında olduğu gibi, liberal demokrasi deneyiminin kendi krizini çözebileceği veya çıkan her boşluğu dolduracağı vaadi de çökmüş durumda. Papa bile fark etmiş. Fakat her iki modelin –aynı zamanda suç ortağı olan- egemenleri, bu boşluğun kullanışlı tarafları konusunda epey şey öğrendiler. Sadece kullanmayı değil genişletmeyi keşfettiler. Gösteri için mevcut dans grubunun pisti terk etmesini bekleyenler için ise aynı şey söylenemez.

Tüm yazılarını göster