Michel Foucault’nun düşüncesinde biyopolitika kavramının gelişimi günümüzdeki teorik ve güncel siyasi tartışmalar açısından önem arz ediyor. Siyaset kuramının merkezine hangi kavramı oturtmalıyız? Hukuk mu, yoksa savaş mı? Foucault’nun 7 Ocak-17 Mart 1976 arasında verdiği Collège de France dersleri bu açıdan önemli bir dönüm noktası teşkil eder. Düşünürün Şubat 1975’te yayımlanan Disiplin ve Ceza (Surveiller et punir) ve Ekim 1976’da yayımlanan Bilme İstenci (La Volonté de savoir) adlı kitaplarının piyasaya çıktığı tarihlerin arasına denk düşen bu dersler siyasetin egemenlik hukuku çerçevesinde yorumlanmasını amansızca eleştirir (1). Kanımca bu derslerdeki argümanları üç açıdan değerlendirebiliriz: Uluslararası ilişkiler ve siyaset bilimi arasındaki sunî sınırların silikleşmesi, hatta ortadan kalkması; tarih yazımının toplumsal kuramın temeli olarak yeniden gözden geçirilmesi ve değerlendirilmesi; tıp biliminin (ve diğer yaşam bilimlerinin) siyasetle ilişkisinin belirginleştirilmesi.
Derslerin temel katkısının disiplinlerarası sınırların sorgulanması olmasında şaşılacak bir şey yok. Nitekim Foucault’nun derdi tam da modern bilgi hiyerarşisini ve bu bilginin akademik örgütlenmesini sorgulamaktır. Böylece düşünür hakikatin bilgisine ulaşmaya çalıştığımız kavramların, teorilerin de iktidar mücadelesinin izlerini taşıdığını vurgular; Nietzsche’den aldığı ilhamla bilgi ve iktidar arasındaki ilişkiyi ifşa eder. Peki, bu çabanın güncel siyasetle nasıl bir alakası olabilir?
Güncel siyasete ilişkin hâkim tartışmalar hukuku temel alarak siyasetin yol aldığı esas menzili gözden kaçırıyor. İktidarı eleştiren yorumların çoğunluğu, geçerliliği ancak bir hipotez olarak test edilebilecek bir hukuk düzenini veri kabul ediyor: Yeni bir anayasal düzenleme talebinden, oy oranlarının aritmetik toplamına dayanan siyasi stratejilere kadar, hukuk düzeni varsayımı sayısız öngörülere rağmen bir türlü sorgulanmıyor. Muhalefet güçlendirilmiş parlamenter sistemde ısrar ederken siyasi hedeflerini açıkça telaffuz etmiyor ya da edemiyor. Oysa parlamenter sistem bir hedef değil, bir araç olabilir ancak. Parlamenter sistemin tek başına ekonomik krizi önlemediğini, toplumsal refahı arttırmadığını, insan haklarını korumadığını, demokratik bir rejim anlamına gelmediğini AKP öncesi dönemi bilenler gayet rahat hatırlar. Keza, Cemil Çiçek’in İkinci Tanzimat seferberliği döneminde parlamentodaki Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nun memleketin en yakıcı sorunlarını çözememesi hâlâ dimağımızdadır. Anayasal saati geri alınca ne değişecektir?
SİYASET VE ULUSLARARASI İLİŞKİLER KURAMLARI
Uluslararası ilişkiler kuramında İngiliz Ekolü olarak bilinen yaklaşımın öncülerinden Martin Wight 1966’da yayımlanan bir makalesinde “Neden uluslararası ilişkiler kuramı yok?” diye soruyordu (2). Wight’a göre uluslararası ilişkilerde siyaset kuramında Platon, Aristoteles, Hobbes, Locke, Rousseau gibi yazarların metinlerinden oluşan bir kanon yoktur. Kuşkusuz uluslararası ilişkilere dair tarih boyunca yazılmış bazı düşüncelere rastlanabilir ancak bu düşünceler siyaset teorisinde olduğu gibi birbiri üzerine bina eden, birbirini takip eden bir kanon oluşturmaz. Wight’a göre bunun nedeni uluslararası ilişkiler teorisi ve diplomatik pratik arasındaki uçurumdur. Şöyle açıklar Wight:
“Bunun nedeni, teorinin siyaset teorisi ve hukuk dilinde yapılması zorunluluğudur. Ancak bu, insanın kendi toplumsal hayatı üzerinde kontrolüne uygun bir dildir. Siyaset teorisi ve hukuk, normal ilişkiler ve hesaplanabilir sonuçlar alanındaki tecrübelere ve eylem sistemlerine ilişkin haritalardır. Bunlar iyi yaşam teorisidir. Uluslararası ilişkiler kuramı hayatta kalma teorisidir. Siyaset teorisi için aşırı olan bir durum (bir devrim ya da iç savaş) uluslararası ilişkiler için sıradan bir durumdur.” (3)
Başka bir deyişle, siyaset kuramı 'iyi yönetim nedir' sorusunu soran bir “iyi yaşam” kuramıdır. Siyasetin zamanla, reformla iyileştirilebileceği “ilerlemeci” bir tarih yazımına dayanır. Dünya devletinin olmadığı, anarşinin hüküm sürdüğü, savaş ve güç rekabetinin belirlediği uluslararası ilişkilerde ise “hayatta kalma kuramı” egemendir. Uluslararası ilişkiler ilerlemeci değil, “döngüsel” bir tarih yazımına dayanır. Savaşın, rekabetin kuralları Antik Atina ve Sparta kadar, ABD ve Sovyetler Birliği için de geçerlidir. Dolayısıyla uluslararası ilişkilerde siyaset teorisinin karşılığı ancak farklı tarihlerde aynı kuralların nasıl tekrarlandığını gösteren bir yoruma denk düşer. Wight’ın formülasyonuyla:
“Siyaset : Uluslararası Siyaset = Siyaset kuramı : Tarihsel yorum”
İYİ YÖNETİM VE HAYATTA KALMAK
İyi yönetim, liyakat, ehliyet bugünkü resmî muhalefetin başucu kavramları haline gelmiş durumda. Bir makalemde bu kavramların Türkiye’deki sistem partilerinin ortaklaştığı bir ideoloji olduğunu vurgulamıştım:
“Ehliyet meselesi Platon’a göre bir doğru bilgi meselesi, epistemolojik bir meseledir. Bir işin nasıl yapılacağının doğru bir modeli vardır ve hayattaki tüm uygulamalar bu soyut modele uygunlukla ölçülür. Dolayısıyla genel anlamda siyaset, özel anlamda dış politika, bir doğru siyaset ve bir doğru dış politika modelinden türetilen mantıksal önermeye uygunlukla değerlendirilmelidir. Bu felsefi duruşun günümüzdeki pratik ifadesi hem Kemalistler, hem liberaller hem de muhafazakârlar için aynıdır: Siyasetteki doğruluğu soyut kültürel öğelere indirgeyen bir idealizm.”
Bugün sistem-içi muhalefetin içinde bulunduğu aczin nedeni iktidarla paylaştığı bu idealizmdir. Yöneten-yönetilen, efendi-köle ilişkilerini sorgulamadan iyi yönetim iddiasıyla oy devşirmeye çalışmak, hayatta kalmanın kural olduğu bir siyasette hiçbir şey yapmadan AKP’nin kendi kendine iktidardan düşeceği beklentisinin çizdiği bir stratejik hattır.
İyi yaşam, iyi yönetim vaadinin asla sahip olamayacağımız bir ürün reklamından ibaret olduğu, ufkumuzun bir gün daha hayatta kalmak, batmamakla sınırlı olduğu bu konjonktürde Martin Wight’ın muhafazakâr tezleri maya tutmuyor. Ne devlet (siyaset) iyi yaşamın yeşereceği bir vaha, ne de uluslararası ilişkiler (anarşi) tarihin sürekli kendini tekrarladığı bir çöldür. Dahası, iç ve dış, devlet ve anarşi, siyaset ve uluslararası ilişkiler arasındaki siyasî ayırımları epistemolojik ve ontolojik ayırımlara indirgemek mevcut ulusal iktidarları, sınırları meşrulaştıran, doğallaştıran ideolojik bir varsayımdan başka bir şey değildir. Gerçekten insanî bir hayat istiyorsak öncelikle kendimizi türümüzün diğer üyeleriyle, diğer türlerle ve doğayla beraber düşünen bir tahayyüle ihtiyacımız var.
Wight’a karşı Foucault’yu takip ederek siyaseti bir savaş olarak yorumlamak, siyaset kuramı ve uluslararası ilişkiler kuramı arasındaki akademik sınırları gayrimeşru hale getiriyor. İç ve dış politika ayrı alanlar olarak tanımlanmaktan ziyade birbirinin tamamlayıcısı haline geliyor. Yani: İç politikayı hesaba katmayan bir dış politika analizi, dış politikayı hesaba katmayan bir iç politika analizi eksik ve yanıltıcı oluyor. Bir uluslararası ilişkiler kuramcısı olarak bu yaklaşım akademik kariyerimin temel yörüngesini oluşturdu. Ancak bu yazı dizisinde odaklanmak istediğim nokta bu değil.
FOUCAULT’NUN KARİYERİ
Geliştirmeye çalıştığım düşünce açısından benim değil ama Foucault’nun kariyeri önemli. Aralık 1976 ve Mayıs 1984 arasında Foucault yeni kitap yayımlamadı. Ancak bu düşünürün sessizliğe gömüldüğü anlamına gelmiyor, aksine bu dönemde düşünür sıra dışı bir şekilde kendini denemelerde, derslerde, röportajlarda, ve özellikle Collège de France’taki derslerinde ifade etti. Bu derslerde Foucault’nun bir yandan daha önce girmediği yeni alanlara girdiğini, diğer yandan da eski çalışmalarını yeniden gözden geçirdiğini görüyoruz. Davidson düşünürün bu dönemindeki seminer notlarının önemini çarpıcı bir şekilde özetler:
“Foucault’nun modern cinsellik söylemine içkin iktidar stratejileri ve taktiklerinin analizinden (1976) kişinin kendisini cinsel davranışın ahlakî öznesi olarak kurguladığı kendisiyle ilişkisinin antik biçim ve kiplerinin analizine (1984) doğru yön değiştirmesini bu derslere başvurmadan anlamak son derece zordur.” (4)
Cinselliğin Tarihi’nin birinci cildinden ikinci cildine giden bu uzun ve dolambaçlı yolun başlangıcı önümüzdeki yazının konusu olacak.
1- Alessandro Fontana ve Mauro Bertani, “Situating the Lectures”, Michel Foucault, “Societ Must Be Defended”, Lectures at the Collège de France, 1975-1976 içinde, David Macey (Çev), New York, Picador, 2003, ss.273-293.
2- Martin Wight, “Why is There No International Theory?”, International Theory: Critical Investigations içinde, James Der Derian (Der), Londra, Palgrave Macmillan, ss.15-35.
3- Wight, “Why is There No International Theory?”, s.32.
4- Arnold I. Davidson, “Introduction”, Michel Foucault, Security, Territory, Population, Lectures at the Collège de France, 1977-1978 içinde, Graham Burchell (Çev), New York, Picador, 2009, s.xviii.