Profesyonellik. Profesyonel sıfatını hak etmeyen bir amatörlük. Çok sevilmek. Hiç sevilmemek. Riyakârlıktan beslenen bir saygınlık. Saygınlık talep eden bir had bilmezlik. Hizmet sunma vaadi. Hizmet alma isteği. Adam kayırma. Torpil. Etkileme. Etki edememe. Sen benim kim olduğumu biliyor musun? Yönetme. Yönetmeme. Yönetememe. Bilgiçlik. Cehalet. Adanmışlık. Hışırlık. Parmakla gösterilmek. Parmak gösterilmesi. Parmak sallamak. Çare. Çaresizlik. Umut. Umutsuzluk. İyilik. Kötülük. Samimiyet. Üçkâğıtçılık. Prestij. Süflilik. Evrensellik. Yerellik. Kasabalılık...
Bir çırpıda ne kadar çok şey çağrıştırıyor insana, siyaset ve vekâlet...
Bu güne dek, ‘genel oy hakkı’ ile ilgili çok gevezelik yaptım, bu yazıda eksik kalsın! Pek karmaşık bir tarafı yok aslına bakılırsa. 1848’de ‘yeğen’ Napolyon, işçi hareketliliğine karşı ‘tutucu’ köylüleri yanına alabilmek için ilk kez (erkek nüfus için) genel oy hakkını tanıdı ve 150 yıldır bir iki istisna dışında genel oy, şaşmaz biçimde burjuvazinin çıkarına hizmet etti.
Türkiye’deyse 1877’den bugüne, kısalı uzunlu aralar olsa da iyi kötü seçim yapıldı ve iki hafta sonra bir kez daha sandığa giderek oy kullanacağız. Birkaç asırlık tarihi olan modern ‘temsil’ ilişkisinin sonucu olarak, bizi yönetecek olanları belirleyeceğiz. Temsilcilerimizi seçeceğiz. Yeni, dumanı üzerinde milletvekillerimiz olacak.
Hayır, tam olarak bizi yönetecek olan milletvekillerini ‘seçmeyeceğiz’ aslında. ‘Seçmek’ fiili, ‘bilinçten’ ayrı düşünülemez. Çoğunu tanımadığımız, belirlenirken bize hiç sorulmayan, karşılaşmadığımız, ne yaptıklarını ve kim olduklarını bilmediğimiz ve büyük çoğunluğu ‘erkek’ olan bir kalabalığı, meclise göndereceğiz. Anayasa değişikliği ardından sayıları, 600 olacak. Peki o 600 kişi içinde, oturup bir bardak çay içmek isteyeceğiniz kaç kişi çıkar? ‘Çay içmek’ derken, eğitim düzeyinden ya da partilerden kaynaklanan bir ayrım yapmıyorum. İlkokul mezunu biriyle çok iyi anlaşıp üniversiteliden hazzetmeyebiliriz, misal. Kastım, ‘normal’ olarak tanımladığımız, gerginlik yaşanmadan iki satır konuşulabilecek, her neyi savunuyorsa samimiyetinden kuşku duymayacağımız, asgari demokratik ilkeleri benimsemiş ve "‘Bak bu adam iyi ki burada" dedirtecek insanlar...
Milletvekilleri, seçildiklerini o akşam öğrenecekler. Tebrik telefonları, hayırlı olsun dilekleri, aile içinde duygusal konuşmalar, mazbata ve yemin töreni için uygun kıyafet seçimi, ailelerin yemin törenine katılıp katılamayacaklarına dair bilgi alma, deneyimli vekillerden yararlı tüyolar... Kim bilir belki çok uzak akraba ve uzun süredir haber alınamayan tanışlardan daha ilk günden iletilen bazı ricalar.
Mazbata alınacak. Fotoğraflar çekilecek. Olabildiğince akılda kalmasına özen gösterilen ‘ilk’ mesajlar verilecek. Tecrübe sahibi vekiller, toy olanlarına yol yordam ve meclis berberinin yerini öğretecek. Kapıdan ilk girişte, görevlilere olgun bir "merhaba" denilecek. Yemin günü heyecanla sıranın gelmesi beklenecek ve ‘A’ ile başlayan şehirlerin vekillerinin ne denli şanslı oldukları düşünülecek; Zonguldak vekili, hüzünlenecek. Yemin sıraları beklenirken kulislerde, koridorlarda neler neler konuşulacak ve memleketin durumuna dair ne derinlikli analizler yapılacak, tahminlerde bulunulacak. Kimi vekil yemin metnini ezberleyecek ve "namusum ve şerefim" kısmında duygulanacak. Kimisi ezberlese de ne olur ne olmaz, diyerek kürsüdeki metne bakarak okuyacak. Biri, okuması gerektiği gibi. Birileri mutlaka ilkokul şiir müsabakası tonunda. Başkan seçilecek. Komisyonlar kurulacak. Herkese bir görev verilecek. Meclis’in Dikmen kapısından telefonlar ulaşacak, bir iki hafta sonra, taşra milletvekillerine, iki ay önce köylerine giderek oy istedikleri hemşehrilerinden. Çocuğun işi, köyün yolu, eniştenin tayini filan fıstık, rica edilecek...
Meclis lokantasında yemekler yenecek hep birlikte ve çaylar içilecek; vekil, vekâleti verene kahve ısmarlayacak. "Milletin temsilcisi millete çay içiriyor" şakaları uçuşacak küçük vekil odalarında. Bir süre sonra vekiller, aldıkları maaşın ısmarladıkları yemeklere dahi yetişmediğinden şikayetçi olacak. Yeni pasaportlar alınacak. Tüm avantajlar kısa zamanda öğrenilecek. Sık sık "Her şey vatan için, halk için" denilecek. 600 kişi içinde pek azı memleket için emek harcayacak, ancak kuşkusuz hepsi her gün vatana hizmetten yorgun düşecek. Arada bir meclis konuşması yapacaklar, aziz kürsüden, aziz millete, sayın başkanın izniyle. Vekiller kendilerini gösterecek, hiç kimsenin olmadığı, dinlemediği oturumlarda. Soru önergeleri verecekler, hiç kimsenin yanıtlamayacağı. Sıralarından sataşacaklar konuşana. Konuşan, sıradakilere sataşacak. Biri diğerine, "Terbiyesiz, vatan haini"; beriki de ona "Babandır vatan haini" diyecek. Bazen yumruklu kavgalar yaşanacak. Birileri, yumruklaşanları ayıracak. Konuşan, sayın başkana, sayın başkan konuşmacıya laf yetiştirecek ve ‘saygınlıktan sorumlu müdür yardımcılığı’ işini üstlenen birileri de, olup bitenin Meclis’in ‘saygınlığına’ gölge düşürdüğünü söyleyecek.
Oturumda birbirlerine küfredenlerin bir kısmı, meclis lokantasında sohbeti koyulaştıracak. Birileri çok daha ciddi davranacak. Birileri, diğerlerini ciddiyete davet edecek. Özellikle sol ‘tandanslı’ vekillerin bir kısmı, ‘tandanslarına’ uygun davranmak için özel çaba harcayacak. Beriki de, o ‘tandansa’ sövecek. Biri, şahane bir konuşma yapacak bir oturumda ve vekâletin hakkını verecek. O konuşma yutub kanalında rekor kıracak. Gazetelere söyleşiler verilecek. "Bu böyle gitmez" denilecek. Biri anti emperyalist olduğunu iddia ederken, diğeri asıl anti emperyalistin kendisi olduğunu söyleyecek. Anti emperyalizm borsası kurulacak. Vekiller, ‘sehven’ açıklama ve işlem yapacaklar. En çok göze batanlar, en çok ‘sehven’ iş yapacak. Arada bir sehven twit atacaklar. Her gün mutlaka twit atacak ve sosyal medyayı son derece verimli kullanacaklar. Diyelim ki bir maden faciası oldu ve onlarca işçi öldü. Hemen twit atacaklar ve o twitlerde en etkileyici cümleleri kuracaklar. Bir şairin ölüm yıl dönümünde o şairden dize paylaşacaklar, twit ile. Bir twit, bir twit, bir twit, bir twit ve bir twit daha... Aklını alacaklar twitleriyle, sayın müesses nizamın. Yalnızca twit atmayacaklar elbette; cenazelere de gidecekler.
Gerçekten, içtenlikle bir şey yapmaya çalışan az sayıda vekil, hemen her toplumsal olaya, her davaya ve her halk talebine koşmaya çalışacak. Birileri de komisyon işlerinde sabahlara dek çalışacak; adlarını pek işitmediklerimiz. En çok çalışanların isimleri, en az duyulacak. Gel gör ki, gerçekten emek harcayanların sayısı pek az olacak. Diğerleri, “halkı, halk için ve halk tarafından” yönetecekler! Arada bir, oturuma yarım saat ara verilecek...
Ve çalışkanıyla, düzenbazıyla, emek harcayanıyla, kaytaranıyla, torpilcisiyle, dürüstüyle, efendisiyle, kavgacısıyla, samimi olanı ve iki yüzlüsüyle milletvekillerimiz, aslında çoğu zaman bir ‘sayıdan’ ibaret olacaklar. İçinde yer aldıkları sistem, fazlasına izin vermeyecek. Pek çoğu hiç dert etmeyecek bunu, liderlerinin gereksinim duyduğu bir ‘sayı’ olmayı.
Dert edenler, nitelikli ve hakikaten çaba harcayan az sayıda vekil, o kalabalığın ve kuralları belirlenmiş oyunun dişlileri arasında, öğütülecek. Vekâleti verenler, bizler, o az sayıda insana bakıp "Yine de hiç yoktan iyidir" diyeceğiz. Az ile yetinmeye alışmış, kanaatkâr yurttaşlar hüviyetiyle.
‘Perşembe yazısına’ çok sevdiğim bir kitaptan söz etmek için başladım ve fark ettiğiniz üzere, konu konuyu açtı! Kitap, Çetin Altan’ın ‘Ben Milletvekili İken’ adlı eseri. İnkılâp Yayınlarından, 2005 tarihli. 1960’ların siyasetçisini, sosyalist vekillerin yaşadıklarını ve Türkiye’de siyasetin halini, Çetin Altan’ın ‘diliyle’ anlatmaya niyetliydim. Ancak yazı neredeyse bitmek üzere. Güzelim kitabı ve gülümseten, hüzünlendiren, kızdıran 1960’lar hatıralarını, Türkiye sağının görkemli sığlığını, memleketin hali pür melalini, kalan yarım sayfaya sıkıştırmak istemiyorum. Rahmetli Çetin Altan’ın lezzetli mi lezzetli satırları, haftaya kalsın.
Nazım Hikmet’in büyük şair olduğunu düşündüğü için, parlamento çatısı altında linç edilmek istenen Çetin Altan’ın...
Not: Gazete Duvar okurlarına güzel, sağlıklı ve mutlu bayramlar dilerim.