Siyasetçilerin ırkçılıkla sınavı

Siyasetçilerin kanayan bir yaraya dönüşen ırkçılık sorununu -tam olarak ortadan kaldırmaya güçleri yetmezse dahi- şu an olduğundan daha düşük bir seviyeye indirebileceklerini söyleyebiliriz.

Abone ol

Amansız bir hızla yükselen ve ulaştığı seviye itibariyle artık tehlike arz eden bir problemimiz var; ırkçılık!

Tehlike arz ediyor çünkü sergilenen ırkçı davranışlar sadece onu sergileyenlerin düşük ahlaki seviyelerinin açığa çıkmasına yol açmıyor. Irkçılığın olduğu yerde ırkçılığa, doğal olarak zulme, haksızlığa, ayrımcılığa, maruz kalan birileri vardır ve bu birileri sadece farklı bir kültüre sahip olmalarından dolayı kendilerine yaşatılan acılardan sonra yüksek ihtimalle yaşamlarına kaldıkları yerden devam edemiyorlar. Farklı bir ruh hali ile, tükenmiş ve aşağılanmış olarak, mutluluğu daha az, sinir ve gerginliği daha fazla tecrübe ederek yaşamlarına devam ediyorlar.

Ve bu birilerinin sahip oldukları kültürden ötürü bu muameleye maruz bırakıldıklarını bilen ve onlarla aynı kültürü paylaşan kimselerin de benzer duyguları tecrübe ettiklerini, ruh hallerinin pozitiften negatife doğru bir geçiş sürecine girdiğini ya da en hafif tabirle bir travma yaşadıklarını da kolaylıkla tahmin edebiliriz.

Irkçılıktan yana saf tutanlar gibi travma yaşayan insanların da sayısı her geçen gün artıyor. Travmalarla boğuşan insanların sayısındaki artışın toplumsal refah açısından olumsuz bir gösterge olduğu ise ırkçı davranışları sergileyenler dahil herkesin malumu.

Irkçılığın toplumda ne derece yaygınlaştığının en açık delili ise sosyal medya platformları. Farklı bir kültüre, ırka, inanca sahip bir insanın bunu dile getirmesinin akabinde birdenbire saldırıya geçerek ağır hakaretlerde bulunan, beyan sahibinin derhal içeri tıkılmasını talep eden bir güruh var. Bunların münferit, sadece söyleyeni bağlayan ifadeler olduğuna inanmak istiyorsunuz ki karşınıza bu söylemi destekleyen yorumlar, paylaşımlar, sayısı on binleri bulan beğeniler çıkıyor.

Irkçılık artıyor, evet. Geç olmadan önünün alınması lazım, tamam.

İyi de nasıl olacak? Toplumu bu illetten nasıl arındıracağız?

Eğer bu yönde bir hedefiniz varsa nitelikli bir değerler eğitimi ile farklılıkları kucaklayan, en azından onlara saygı gösteren jenerasyonlar yetiştirebilirsiniz ama bu uzun vadede ulaşabileceğiniz bir hedef olur. Zaten halihazırdaki çokkültürlülüğün esamesinin okunmadığı müfredatlarımıza bakarak bu yönde bir hedefimizin olmadığını kolaylıkla fark edebiliriz.

Irkçı bir insanı, hele bir de yaşı kemale ermişse, nasıl değiştirebilir, bu yoldan nasıl geri çevirebiliriz onu konuşalım…

Sosyologların üzerinde hararetle tartıştıkları bir konu var; toplum mu siyasileri yönlendirir, siyasetçiler mi toplumu? Seçeneklerin ikisinin de geçerliğinin olması gibi bir ihtimal de var tabii. Toplum ve siyasetçiler karşılıklı olarak birbirlerini etkiliyor da olabilirler.

Konuyu ülkemiz bağlamında ele aldığımızda bize en uygun olanın üçüncü seçenek olduğunu söyleyebiliriz.

Siyasetçiler, toplumun beklentilerine göre tutum geliştirebiliyor hatta bir ömür boyu takip ettikleri çizgiden dahi kolaylıkla ayrılabiliyorlar.

Ne var ki bunun tam tersi de olabiliyor, siyasetçilerin ağzından çıkanlar toplumun düşünce yapısına yön verebiliyor. Hassas bir konu hakkında bir karara varmadan önce siyasilerin gözlerinin içine bakan ya da bir siyasinin söylemi üzerine kendi fikrinden kolaylıkla cayabilen çokça insan var toplumumuzda. Siyasetçi nasıl düşünüyorsa onlar da aynı şeyi düşünüyor aynı şeyi söylüyorlar. Siyasetçinin popülerliği, baskın bir karaktere sahip olması, hayran kitlesinin büyüklüğü ile dile getirdiklerinin toplumda kabul görmesi arasında ise doğru bir orantı var.

Buradan bakınca özellikle toplumda bir karşılığı olan siyasilerin eğer isterlerse kanayan bir yaraya dönüşen ırkçılık sorununu -tam olarak ortadan kaldırmaya güçleri yetmezse dahi- şu an olduğundan daha düşük bir seviyeye indirebileceklerini söyleyebiliriz.

Mesela…

Taksim meydanında seyyar satıcılık yapan bir genç kendisine uzatılan mikrofona Kürt ve Mezopotamyalı olduğunu söylüyor. Bunu işiten ırkçı güruh derhal saldırıya geçerek akıl almaz paylaşımlarda, hakaretlerde bulunuyor. Paylaşımlar çok sayıda beğeni ve destek alıyor. Konu birdenbire tüm ülkenin haberdar olduğu, üzerine konuştuğu bir hale geliyor.

Tam olarak bu noktada gözler ister istemez söylemleriyle kitleleri yönlendirme gücüne sahip olan siyasilere yöneliyor. Çok daha basit ve önemsiz toplumsal konulara ilişkin derhal birtakım yorumlarda bulunan bu siyasilerin bu konu hakkında da iki çift söz etmelerini, en azından bir kınamada bulunmalarını bekliyorsunuz.

“Bir Kürdün, Kürt olduğunu dile getirmesinin ne gibi bir sakıncası olabilir” vari bir paylaşım dahi ırkçı söylemlere prim veren kesimin içerisinden bir grubu yolundan çevirebilir. Nitekim hiçbir geçerli sebebe sahip olmadan farklı bir kültüre nefret besleyen bir profilden bahsediyoruz. Bomboş bir düşünce yapısıyla hayatlarını idame eden bu insanlar sadece birilerinden görüp duydukları için ırkçı fikirlerden yana saf tuttular. Aynı insanların, onlar için daha büyük anlam ifade eden başka bir kimsenin tersi yönde görüşlerinden etkilenerek yanlıştan dönmeleri düşük bir ihtimal değildir.

En basit konularda dahi görüşlerini derhal açıklayan siyasetçilerin bu konuya uzaktan bakmalarının sebebi meseleyi konuşmaya değer seviyede görmemelerinden kaynaklanmıyor. Muhtemelen konuyu zihinlerinde ölçüp tarttıktan sonra menfaatlerine en uygun olan seçeneğin havaya bakarak ıslık çalmak olduğuna kanaat getiriyorlar.

Ne var ki pragmatik bir bakış açısıyla duruma yaklaşarak günü kârlı bir şekilde kapattıklarını düşünen siyasilerin kaçırdığı bir şey var; ırkçılık insan evladının sahip olabileceği kötü hasletlerden sadece biridir ama diğer bütün kötü hasletlere göre çok daha hızlı bir yayılma potansiyeline sahiptir. Bu kötü ve yüksek düzeyde bulaşıcılık özelliği taşıyan illetin önü alınmazsa yakın gelecekte toplumsal huzura kalıcı etkilerde bulunma ihtimali hiç de azımsanacak bir oranda değildir. Kendilerinin, çocuklarının, torunlarının da içerisinde yaşadığı, yaşıyor olacağı toplumun huzuru…