Siyasetin bilgisini özgürleştirmek

Foucault toplum sözleşmesi kuramlarının karşısına toplumsal çatışma kuramlarını koyar. Liberalizmin temelini oluşturan toplum sözleşmesi kuramlarında baskı (oppression) iktidarın kötüye kullanılmasıdır. Temel soru iktidarın meşru mu, gayrimeşru mu olduğudur. Toplumsal çatışma kuramlarındaki bastırma (repression) ise iktidarın mütemmim cüzüdür, onun bir etkisidir, devamıdır. Temel soru iktidara boyun eğme veya ona karşı mücadele etmektir.

Sinan Birdal sbirdal@gazeteduvar.com.tr

1960’lar İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan toplumun her yönüyle sorgulandığı bir dönem oldu: Siyasi rejimler ve partiler, sömürgecilik, aile, cinsiyet ve cinsellik, sağlık sistemi, eğitim sistemi, çalışma rejimi, sanat… Toplumsal hareketler sabit olduğu vaaz edilen idari, kültürel ve bilimsel hiyerarşileri onarılmaz bir şekilde sarsarak bu hiyerarşilerin üzerine kurulduğu tarihî mücadeleleri tekrar keşfettiler. Michel Foucault’nun çalışmalarını bu dönemin bağlamı içinde değerlendirmek gerekir.

Bugünden bakınca 1968’de billurlaşan toplumsal muhalefetin 1970’lerin ortalarında Yeni Sağ’ın yükselişiyle yenilgiye uğradığını tespit etmek mümkün. Yeni Sağ’ın zaferindeki en önemli nokta 68’in itirazlarıyla zayıflamış kurumsal hiyerarşileri radikal hamlelerle yıkıp, yerine yeni hiyerarşileri tesis etmekti. Şiddet araçlarının cömertçe kullanıldığı bu dönemin sonunda toplumsal hareketlerin iddialarının bir kısmı Yeni Sağ tarafından seçici bir şekilde yeni hiyerarşilere dahil edildi. Savaş sonrasının sosyal devleti neoliberal devlete dönüşürken toplumsal hareketlerin (ekonomi, kültür ve siyaseti bir arada düşünen) bütüncül toplum eleştirileri salt bir kimlik ve farklılık tanınması talebine indirgeniyordu. (1) Foucault bu döneme başından sonuna kadar tanık olmadı. Ancak 1970’lerin ikinci yarısından itibaren önceki araştırmaları üzerine yeniden düşünmesi, yeni bir kitap yayımlamak yerine düşüncelerini gözden geçirmesi, düşünürün içinde yaşadığı dönemi daha yakından gözlemleme ve çağa tanıklık etme arzusunun ağır bastığını düşündürüyor.

BOYUN EĞDİRİLMİŞ SİYASET BİLGİSİ

Foucault 7 Ocak 1976’da seminerinin ilk dersinde araştırma programını dönemin güncel gelişmeleri bağlamında konumlandırıyor: Düşünüre göre kendi araştırmaları öncelikle 1960'lardan itibaren ortaya çıkan (hukuktan cinselliğe, ahlaka ve psikiyatriye) dağınık ve kesintili mücadelelerle ilgilidir. (2) Kurumlar, uygulamalar, söylemler giderek yaygınlaşan eleştirilerin hedefi haline gelmiştir. Bu ortamda teorik üretim özerk, adem-i merkezî (merkezi olmayan), yerel eleştiri karakteri taşımaktadır. Marxizm ve psikanaliz gibi teorik bütünler hâlâ yerel eleştiri için kullanılabilir ama eleştirinin temel niteliği yine de yereldir ve geçerlilik için teorik bir bütünlüğe ihtiyaç duymamaktadır. İkinci olarak, eleştirilerin hedefindeki sistemlerin tarihsel olarak bastırdığı “boyun eğdirilmiş bilgiler” yeniden dirilmektedir. “Boyun eğdirilmiş bilgiler” aslında modern hakim sistemler içinde gömülü olan tarihsel bilgilerdir, ancak bunlar hiyerarşik olarak küçük görülmüş, kavramsal olmadıkları için diskalifiye edilmiştir. Foucault bu bilgileri diriltmeye çalışarak bilgi hiyerarşisini, dolasıyla disiplinlerle iktidar arasındaki ilişkileri ifşa etmeyi hedefler. Peki, boyun eğdirilmiş bilgiler siyaset alanında ne anlama gelir? Bu bilgiler hangi kaynaklardan derlenebilir?

İKTİDAR FETİŞİZMİ

Foucault’nun ortaya çıkarmaya çalıştığı ekonomiye indirgenemeyen bir iktidar kavramıdır. Eleştirisinin hedefinde iktidarın hukukî, yani liberal tanımı vardır. Düşünüre göre liberalizmle Marxizm etiketini kullanan bazı güncel kuramlar bu tanımda ortaklaşırlar. Buna göre iktidar hukukî bir işlemle (örneğin bir anayasayla) havale edilebilen, yabancılaştırılabilen, kişinin bir başkasına devredebileceği bir “şeydir”. Sözleşmelerle el değiştirebilen emtia bu iktidar kavramına model oluşturur. Foucault bu yaklaşıma “iktidar kuramında ekonomizm” adını verir. Marx’ın toplumsal kuramının iktidarı bir “şey” veya bir “meta” değil de toplumsal ilişkiler olarak kavramsallaştırdığını vurgulamak adına, iktidarın liberal tanımına (“meta fetişizmine” atıfla) iktidar fetişizmi de denebilir. Nitekim emtiayı eşyadan ibaret gören liberal ekonomi politik gibi bu siyaset kuramı da iktidarı (Sauron’un Tek Yüzüğü gibi) kendi başına gizil güçlere sahip bir fetiş olarak görür. “Boyun eğdirilmiş siyaset bilgisi” ancak bu fetişin nasıl üretildiğini, dolaşıma girdiğini, hakim hale geldiğini ortaya çıkararak elde edilebilir.

POULANTZAS’IN ELEŞTİRİLERİ: FOUCAULT VE YENİ SAĞ

Foucault ekonomizme alternatif bir iktidar kuramı için iki başlangıç noktası belirler: 1) İktidar alınıp verilebilen, değiş tokuş edilebilen bir nesne değildir; ancak eylemde var olabilir, uygulanması, kullanılması gerekir. 2) İktidar öncelikle ekonomik ilişkilerin devamı ve yenilenmesi değildir, kendi başına bir güç ilişkisidir. Bu düşüncelerle Foucault aslında kendisiyle aynı dönem Paris’te ders veren Marxist siyaset kuramcısı Nicos Poulantzas’a paralel ilerlemektedir. Poulantzas’ın da temel derdi Marxizm içinde yaygın kabul gören ekonomizmi eleştirmek, ekonomiye indirgenemeyecek bir siyaset kuramı geliştirmektir. Ancak Foucault’dan farklı olarak Poulantzas iktidarı sınıf ilişkileri içinde değerlendirir. 1970’lerin ortalarından itibaren Poulantzas o dönem Paris’te iyice popülerleşmiş Foucault’nun çalışmalarına eğilir, bunlardan istifade eder. Stuart Hall’un deyişiyle, Poulantzas bu çalışmalardaki “mikro-iktidarların çoğulluğu” kavramını “1968 tarzı bir sol liberteryenizmden” “1979 tarzı bir sağ liberteryenizme” savrulan Yeni Filozoflar’ı (Nouveaux Philosophes) koruyan, onlara kılıf hazırlayan bir çaba olarak görür. (3)

Poulantzas’ın eleştirileri geçerliyse Foucault’nun bazı eleştirilerinin de Yeni Sağ tarafından kullanıldığını tespit etmek mümkün. Poulantzas ve Foucault üzerine bütünlüklü bir değerlendirme bu yazının sınırlarını aşıyor. Burada her iki düşünürün iktidarın ilişkiselliği üzerinde ortaklaştığını vurgulamak istiyorum. Foucault’nun seminerlerinde iktidar meselesine tekrar yönelmesinin bir yandan Yeni Sağ’ın ve Yeni Filozoflar’ın yükselişi, diğer yandan Poulantzas ve Marxist kuramın gelişimi bağlamında nereye oturduğu kuşkusuz dikkate değer, ancak böyle bir çalışmayı beni Foucault’nun kendi metinlerinden uzaklaştıracağı için ertelemeliyim. Şu anda analizimin esas hedefi düşünürün kör noktalarını ve çıkmaz sokaklarını tespit etmek. Başka bir deyişle, temel sorum Foucault’nun “boyun eğdirilmiş siyaset bilgisini” ne kadar ortaya çıkarabildiği.

SAVAŞ VE BARIŞ

Foucault iktidarı her şeyden evvel bir güç ilişkisi olarak anlamayı öneriyor. Clausewitz’in “savaş siyasetin başka araçlarla devamıdır” tanımından yola çıkan düşünür üç sonuç çıkarıyor: 1) Toplumdaki güç ilişkileri belirli bir tarihte sonuçlanan bir savaşın sonucudur. Savaş bitmiş olabilir ancak etkisi sürmektedir: Savaşın mühürlediği güç eşitsizliği, sessiz savaş devam etmektedir. Siyaset son savaşta ortaya çıkan güç dengesizliğini tasdik eder, müeyyide altına alır ve yeniden üretir. 2) Medeni (civil) barışın hüküm sürdüğü bir toplumda bütün siyasî mücadeleler savaşın devamı olarak yorumlanmalıdır. Barışın ve onun kurumlarının tarihini yazarken aslında hep geçmiş savaşın tarihini yazmaya devam ederiz. 3) Savaşta (yani siyasette) son söz her zaman silahlardadır.

Augustus Barışı Sunağı

Foucault’nun bu satırları Roma barış tanrıçası Pax’a adanmış Augustus Barışı Sunağı’nı (Ara Pacis Augustae) akla getirir. Senatonun, Hispania ve Gallia eyaletlerinde üç yıl süren seferden dönen imparator Augustus şerefine M.Ö. 13’te diktiği bu sunak aslında bir barış (pax) değil, bir pasifikasyon, bir asayiş anıtıdır. Roma’nın yendiği düşmanlarının silahları üzerinde baştan aşağı silahlanmış bir şekilde temsil edildiği bu anıtta, kentin o zamana kadar siyasî kültüründe rastlanmayan bir şekilde imparatorun ailesi yüceltilir. Burada barış şiddetle dayatılmış iktidardan başka bir şey değildir.

TOPLUMSAL SÖZLEŞME Mİ, TOPLUMSAL ÇATIŞMA MI?

Foucault böylece toplum sözleşmesi kuramlarının karşısına toplumsal çatışma kuramlarını koyar. Liberalizmin temelini oluşturan toplum sözleşmesi kuramlarında baskı (oppression) iktidarın kötüye kullanılmasıdır. Temel soru iktidarın meşru mu, gayrimeşru mu olduğudur. Toplumsal çatışma kuramlarındaki bastırma (repression) ise iktidarın mütemmim cüzüdür, onun bir etkisidir, devamıdır. Temel soru iktidara boyun eğme veya ona karşı mücadele etmektir. Düşünür çalışmalarının toplumsal çatışma-bastırma kuramı içinde yer aldığını ancak giderek bu modelin de sorunlu olduğunu düşünmeye başladığını söyler. Ceza hukuku, psikiyatri, çocuk cinselliği tarihinden yola çıkarak, iktidarın bastırmanın (repression) ötesinde bir şey yaptığını vurgular. Bastırma kavramı ise iki nedenle Foucault için sorunludur: Bir yandan hukukî egemenlik kavramına, diğer yandan disipline eden, normalleştiren psikolojik bir söyleme atıf yapar. Düşünür yetersiz kaldığını iddia ettiği çatışma-bastırma modeline bir alternatif geliştirir mi? Bunu da önümüzdeki hafta ele alalım.

(1) Bu dönemi ikinci dalga feminizm açısından değerlendiren önemli bir yazı için bkz.: Nancy Fraser, “Feminism, Capitalism and the Cunning of History”, New Left Review, 56, 2009, ss. 97-117.

(2) Michel Foucault, “7 January 1976”, “Societ Must Be Defended”, Lectures at the Collège de France, 1975-1976 içinde, David Macey (Çev), New York, Picador, 2003, ss.1-21.

(3) Stuart Hall, “Nicos Poulantzas: State, Power, Socialism”, New Left Review, I/119, Ocak-Şubat 1980, s.65; Ayrıca bkz.: Bob Jessop, Nicos Poulantzas: Marxist Theory and Political Strategy, Londra, Macmillan, 1985.

Tüm yazılarını göster