Siyasetin yönetişim krizi

İktidar açısından amacı kurdukları katı merkeziyetçi sistemin sirayet edemediği alanları bertaraf etmek olan ve yerel yönetimlerin yetkilerinin yeniden tartışılması ile başlaması muhtemel bu yeni hesaplaşmada muhalefet nerede duruyor? Muhalefetin durduğu yer aslında içinde bulunulan yönetişim krizinin yalnızca iktidara ait olmadığını ama aynı zamanda muhalefette de olduğunu bizlere gösteriyo

Abone ol

Kerem Sarıalemdaroğlu*

Çin Halk Cumhuriyeti'nde ortaya çıkan, dünya gündemineyse daha geç ama daha şiddetli biçimde giren Covid-19 krizi, dünyanın diğer coğrafyalarında olduğu gibi Türkiye’de de siyasi krizlere neden oluyor ya da kronikleşmiş siyasi krizleri yeniden üretiyor. Aslında bu kriz bir yönüyle insan haklarının sıkça ihlal edildiği Çin Halk Cumhuriyeti siyasi sınırları içerisinde devletin bilgiyi halkla ve uluslararası toplumla şeffaf biçimde paylaşmamasından ve ifade özgürlüğünü kullanarak bunu paylaşmak isteyen özneleri baskı altına almasından da kaynaklandı. Ama bu krizin farklı coğrafyalarda yeniden üretimi kendisini daha ziyade siyaset alanında gösteriyor.

Bu krizin devletin sosyal yönünü güçlendireceğini ya da kamusal niteliği olan bütün hizmetlerin piyasalaştırılmasının sonuçlarının daha fazla sorgulanmasına yol açacağını düşünenler olduğu gibi, Yuval Noah Harari gibi zaten güçlenmekte olan totaliterleşmenin bu salgın sonucunda daha da artacağını düşünenler var. Medyascope tarafından Türkçeye kazandırılan Dani Rodrik’in orijinali Project Syncdate’te yayımlanan yazısında da belirttiği gibi bu salgın geçtikten sonra kartların yeniden dağıtılmayacağını, var olan ilişki biçimlerinin belki farklılaşarak ama büyük ölçüde devam edeceğini düşünen bir eğilim de var.

Bu yazı sağlık alanından kaynağını alıp siyasi bir krize dönüşen bu salgının Türkiye’deki iktidar tartışmasına katkı amacı ile kaleme alındı. Öncelikle görülmesi gereken, Türkiye’deki bu siyasal krizin, siyasetin tek bir tarafına değil bütün taraflarına sirayet etmiş; bu kutuplaşma halini içinde barındıran herhangi bir öznenin rahat bir biçimde karşıtına kendi krizini ithal edebildiği ve kutuplaşmanın sürdüğü ölçüde iktidar ilişkilerindeki değişimlerin kutup başları ile sınırlı kaldığı kronik hali.

Kriz bir yandan Süleyman Soylu örneğinde olduğu gibi öznelere kendi konumunu güçlendirme imkanları yaratırken diğer yandan da Recep Tayyip Erdoğan’a kuruluşunda başını çektiği bu yeni sistemdeki aksayan yönleri gösterdi. Erdoğan, kendi etrafındaki güç ilişkileri ile şekillendirilmiş katı merkeziyetçiliğe dayanan yönetim modelini hedeflediği anayasa değişikliklerinin aksayan yönlerini, 31 Mart 2019 seçimlerinde zaten görmüştü. Bu yeni salgınla şekillenen yeni kriz ise ona, yerellerde bir çekim alanı yaratarak ortaya koyduğu pratikle toplumun bütününe mesaj verme becerisini gösteren muhalefet belediyelerinin, kurmuş olduğu katı merkeziyetçi sistemi nasıl sarsabileceği riskini göstermiş oldu. Şu sıralarda kriz, bu yetersiz hali ile dahi merkez-çevre gerilimi üzerinden şekillenen siyasette ona, anayasa referandumunda neyi eksik yaptığını hatırlattı.

Görmüş olduğu bu riski fark eden merkezi siyaset açısından salgınla başlayan kriz sona erdikten sonra belediyelerin yetkisinin ve de etkisinin azaltılmasına dönük yasa; yasal değişikliklerin amaca hizmet etmemesi halinde ise anayasa değişikliklerinin gündemleşeceğini öngörmek mümkün. 30 Mart 2020 tarihinde bir TV kanalının canlı yayınına bağlanan bakan Soylu’nun bağış kampanyası yapan CHP’li belediyelere dönük bölücülük eleştirisi, video konferans yöntemi ile 1 Nisan 2020’de AK Parti il başkanlarına seslenen Erdoğan’ın, CHP’li belediyelerin yaptığı yardım kampanyalarının valilik vesayeti dışında olmasına dönük eleştirisindeki temel argüman olan “devlet içinde devlet” ifadesi, ardından 19 Nisan tarihli sosyal medya paylaşımında AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Mahir Ünal’ın CHP’li belediyeleri paralel yapı olmakla nitelediği tweet'i ve nihayet iktidar koalisyonunun cismen küçük ancak etki alanı olarak belirleyici ortağı MHP’nin Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin CHP’li belediyelere dönük “paralel” vurgusu; iktidar bloğunda, belediyelerin yasal statüsü ile ilgili başlayaca -hatta başlamış olan- kampanyanın sloganının ne olacağı konusunda açık bir fikir veriyor. 2016 Temmuz’undan itibaren iktidarının sürdürülebilirliği için darbeye karşı mücadeleyi, kararlarının ve eylemlerinin temel meşrulaştırma aracı olarak kullanan iktidar, bu aracın zaman geçtikçe azalan etkisini yeniden kullanmak istemeye gönüllü. Salgın sonrası ve belki hatta salgın sırasında CHP’li Urla Belediyesi'ne yapılana benzer operasyonların yapılacağını iktidarın aklından geçirmediğini kimse söyleyemez. Üstelik hem “paralellik” hem de “bölücülük” suçlaması gibi kullanılsa da etkisini kolay yitirmeyen iki temel siyaset argümanını böyle bir tartışma başlığında kullanmak, iktidar içi çatışmalara ara vermeye ihtiyaç duyan Erdoğan için önemli bir işlev de görecektir.

İktidar açısından amacı kurdukları katı merkeziyetçi sistemin sirayet edemediği alanları bertaraf etmek olan ve yerel yönetimlerin yetkilerinin yeniden tartışılması ile başlaması muhtemel bu yeni hesaplaşmada muhalefet nerede duruyor? Muhalefetin durduğu yer aslında içinde bulunulan yönetişim krizinin yalnızca iktidara ait olmadığını ama aynı zamanda muhalefette de olduğunu bizlere gösteriyor.

Darbe girişiminin üç hafta sonrasında Erdoğan’ın Yenikapı’daki büyük sahnesinde rol üstlenen ana muhalefet, o girişimi ile büyük bir argümanını kaybetmiş oldu, o da kirli ilişki ağları ve gizli ajandası daha da deşifre olmuş Gülen Cemaati ile iktidar arasında geçmişte kurulan ilişkinin boyutu. Dolayısıyla muhalefet istediği kadar Erdoğan çevresinde kümelenen siyaset zümresinin geçmişte bu cemaat ile ilişkilerini hatırlatıp, aslında cemaat denen yapının bizzat AK Parti eliyle büyütüldüğünü söyleyip dursun; Kılıçdaroğlu’nun Yenikapı’da yaptığı konuşmada geçen her dakika, bugün CHP’nin Erdoğan’a doğrultmaya çalıştığı politik silahın hızla eridiğine işaret ediyordu.

Görüleceği üzere salgın sonrasında yaşadığı krizin derinliğini gören ve şimdiden hazırlıklara başlayan iktidar karşısında güçlü bir ana muhalefet yok. Güçlü ana muhalefetin olmayışı, muhalefetin güçlenmesi için uygun koşulların olmadığı anlamına tabii ki gelmiyor. Aslında ana muhalefetin büyük ortağı CHP’nin de parçalı bir yapı olduğunu söylemek gerek ve çarpıcı biçimde muhalefetin yaşadığı bu krizde de merkez- çevre çatışması kendini gösteriyor. Grup başkan vekillerinden oluşan meclis grubu troykası ve parti sözcüsünden oluşan dörtlü; CHP’nin neye karşı çıktığını, AK Parti’nin aslında nasıl yolsuzluklara karıştığını, onun bugün FETÖ olarak adlandırılan Gülen Cemaati'ni büyüten kirli ilişkileri nasıl geliştirdiğini, onun gerçek milliyetçi olmadığını anlatarak; bir kısmı ta Baykal döneminde, bir kısmı ise 2013 ve 2016 dönemlerinde, yani piyasa tabiri ile seneler önce satın alınarak tüketilmiş bir argümanı yeniden ve yeniden satmaya çalışarak fayda sağlamaya çalışıyor. Üzerinden iki cumhurbaşkanlığı seçimi, dört genel seçim, iki yerel seçim, bir referandum geçmiş bu hikayeyi yeniden anlatarak, iktidar kutbunun çevresindeki desteğin bir kısmının muhalefete geçmesini, yani senelerdir anlattıkları retoriğin bu defa seçmenin ilgisini uyandırmasını umuyor. Bu modası geçmiş, moda olduğu dönemde de bir fayda üretmemiş taktiğin başarıya ulaşmayacağını beklemek çok şaşırtıcı olmaz.

Bununla birlikte Erdoğan çevresinde şekillenen yerel-merkez krizi, bir kriz olarak olmasa da ikilik şeklinde ana muhalefete de hakim. Muhalefet açısından Türkiye vizyonunu ne yapmayacağı üzerine inşa ettiği diskurla ifade eden merkeze karşı, vizyonunu ne yapmayacağı üzerine değil, neyi yaptığına ve hatta karşısına çıkan engelleri bertaraf etmek için alternatif olanakları araştırıp başarabildiği ölçüde kullanarak ne yapacağı üzerine inşa eden çevre vizyonu da var. Üstelik yerel seçimler sonrasında büyük oranda Ekrem İmamoğlu dolayısıyla İstanbul odaklı gelişen bu vizyon, daha da geliştirilerek orijini Ankara’ya hareket etmiş bir siyaset koordinatını da üretti. Zaten Erdoğan’ı ve iktidar bloğunu da asıl rahatsız eden durum, diskuru negatif dile odaklayan merkez muhalefet değil, pozitif dile ve pozitif siyasete odaklanan yerel muhalefet.

İktidar açısından ilk işaretleri verilen yönetimin daha da merkezileşmesi siyasetinde başarıyı ya da başarısızlığı belirleyecek olan da muhalefetin siyaseti yerelden mi yoksa merkezden mi kuracağı ile yakın ilişkili. Çünkü Erdoğan artık merkez siyasetteki mücadelesini yerel sahada yürütmenin zorluğunu net bir biçimde gördü. Fakat sonuç ne olursa olsun Erdoğan’ın içinde bulunduğu ve muhalefete de büyük olanaklar sunan bu krizi çözecek olan, muhalefetin bir bütün olarak ne yapacağı ile kuracağı ittifak ilişkileri. Özellikle Kürt sorununa belki adını koymadan ama merkez- çevre çekişmesi ile şekillenen kadim sorulara vereceği yanıtın Kürtler için ifade edeceği anlam. Eğer muhalefet tartışmayı kimlik ve kutup ekseninden çıkaramayıp, kimliklerin de taleplerine yanıt verecek bir haklar ve değerler siyaseti üretemezse hapsolduğu dar alandan çıkması zor. Aslında Kürtler açısından en görünür siyasi özne olan HDP’nin de bu siyaset krizinin parçası olduğunu söylemek yanlış olmaz ancak onun yaşadığı krizin dışsal boyutunu dikkate alıp, özellikle yerel yönetimlerdeki iktidar araçlarına el konulduğu gözetildiğinde, bünyesi açısından bir koma halini aldığını da söylemek mümkün.

Unutulmamalı ki güç ilişkileri tarihin hiçbir döneminde boşluğa yer vermedi. Evet, Erdoğan ve çevresinde şekillenen iktidar güç kaybetti ve kaybetmeye devam ediyor, o kadar ki içinden üçüncü siyasi partiyi çıkaran, zayıflığını MHP ve onun temsil ettiği bürokrasi ve siyaset ağı ile tahkim etmek zorunda kalan bir noktada.

Ama mesele hiçbir zaman ve hiçbir coğrafyada siyaseten yalnızca kimin kaybedeceğine ilişkin bir tartışma olmamıştır. Bu aynı zamanda kaybedenin yarattığı boşluğu kimin dolduracağına ilişkin de bir tartışmadır.

Bitirmeden aslında başka bir yazının konusunu oluşturacak genişlikte bir noktaya daha değinmek gerek. Son birkaç yıldır duymaya sıkça alışık olduğumuz “aynı gemideyiz” metaforu, sistem değişikliği sonucunda zaten mevcut olan başka bir krizi de ağırlaştırmış oldu. Yönetim sisteminde yaşanan dönüşüm, bir yandan siyaset yapmanın tek aracının siyasi partiler ve parlamento olduğu algısını bunun yerine yalnızca cumhurbaşkanını koyarak aşındırırken, bir yandan da siyasetin diğer asıl araçları olan sendikaları, sivil toplum kuruluşlarını, bilginin üretildiği üniversiteleri, baroları, parlamento dışı siyasi partileri, meslek odalarını, bir ölçüdebasını ve benzeri diğer özneleri de tümü ile çökertmiş oldu. Dolayısıyla yeni sistem, filonun diğer gemilerini birer birer batırırken, tek gemiden oluşan monolitik bir yapıyı da güçlendirerek üretmiş oldu. Sonuç olarak yaşanan krizin bir veçhesini merkez-yerel çatışması olarak ele alırken, diğer veçhesini de katılım krizi olarak görmek mümkün.

Son olarak merkez, yerel gerilimi üzerine şekillenen bu krizin Türkiye ile sınırlı olduğunu düşünmek de hatalı bir kavrayış olur. Bugün yerel yönetimlerin oldukça güçlü olduğu ABD’de federal hükümeti temsil eden başkan Trump’la, federe devlet başbakanlarına denk olarak niteleyebileceğimiz eyalet valileri arasındaki çatışma ya da buna benzer şekilde eyalet valileri ile büyük bir mücadele içine giren Brezilya devlet başkanı Jair Bolsonaro, yönetim krizinin küresel boyutunu ortaya koyan birkaç örnek.

*Avukat, aktivist