Siyasetten azade üç Diyarbakır öyküsü

Kızılay'dan geldiğini söyleyen kadın, "Yemek dağıtıyoruz" dedi. "Depremde çadır satan Kızılay şimdi yemek mi dağıtıyor?" diye sordum, müstehzi bir tebessümle.

Vecdi Erbay verbay@gazeteduvar.com.tr

DOLMUŞTA

Dolmuşta, şoförün arkasında, ayakta yolculuk yapıyordum. Şans eseri üstteki fanın tam altında duruyordum. Fan serinletmiyordu ancak sıcağa karşı bir yelpaze işlevi gördüğü için durumdan şikayetçi değildim. Terlemiyordum.
Dolmuşun pencereleri açılabilir cinsten değildi. Şoför mahallindeki pencereler dışında, koca dolmuştaki tüm pencereler kapalıydı. İçimden, "Bu tür dolmuşları icat edenler Diyarbakır sıcağını ve Diyarbakır dolmuş şoförlerinin pintiliğini gözetmemişler" diye geçirdim. Esasında dolmuşlar klimalı ancak şoförler yakıttan tasarruf etmek için klimayı kullanmıyorlar. Yolcular terlemiş, perişan olmuş pek umursamıyorlar.
Dolmuş yolcu indirmek ya da almak için durduğunda iki pencereden giren rüzgar kesiliyor ve nefes almakta zorluk çekiyordu içerdekiler. Fanın tam altında duruyor olmak bir nimetti ve bu alanı kaptırmaya hiç niyetim yoktu.
Aslında klima açık olsa yolcular bu denli eziyet çekmeyecekti. "Şoför bey, klimayı açar mısınız?" diyebilirdik elbette. Ancak bu cümleyi kurmak cesaretini ve cüretini, ben dahil hiç kimse gösteremiyordu. Çünkü şoförde, "Taksiye binseydin birê min (kardeşim)" deme potansiyeli mevcuttu. Bu tecrübeyle sabittir.
Şoför, "Zam olacak" diyordu, yan koltukta oturan adama. Her şeye zam bekliyorduk zaten, dolmuş ücretine zam gelmiş, çok mu? "6 bin 500 lira nedir, mazot parasına yetmiyor" diyerek durumdan şikayet etmeye devam ediyordu şoför. "6 bin 500 lira değil, 6 lira 50 kuruş" diyerek şoförü düzeltebilirdim. "Boşver" dedim kendime, "Kürtler Ankara'da alınan birçok karara alışmakta zorluk çekiyorlar."
"Çoktan zam olacaktı ama seçimlerin bitmesini beklediler" diye devam etti şoför. Yan koltukta oturan adamın, "Ne kadar olacak?" sorusuna, "10 bin lira olsa da yetmez" diye karşılık verdi. "Ne diyorsunuz şoför bey, 10 bin lira asgari ücretten fazla" demek istedim hınzırca. Ama şoför böyle soğuk bir şakayı kaldıracak türden değildi. Sustum tabi.
Yolcular 10 liraya ne diyecekti? Şoför, "Oy verirken düşüneceklerdi" diyerek kestirip attı. Bugün, hatta uzun bir süre siyaset konuşmaya niyetim yoktu. Dilimin ucuna gelenleri memnuniyetsiz bir ifadeyle de olsa yuttum.
Ben dolmuştan indiğimde hâlâ zamlar konuşuluyordu.

DUT MEVSİMİ

Demiştim vakti zamanında, Diyarbakır bir dut şehridir. Mayıs ayının ortalarından bu yana şehrin kaldırımları dökülen dutlar nedeniyle yapış yapış. Gazi Caddesi'nde dut tezgahları açılalı çok oldu.
Dallarında dut görmezse dut ağacını tanımayacak kadar şehirli arkadaşım duta çok düşkünmüş meğer. Gazi Caddesi'ndeki tezgahtan yarım kilo kara hübür ve beyaz dut aldım. Dutun kilosu 40 lira olmuş. "Pahalı değil mi?" diyecek oldum. Satıcı, "Ma ucuz bi şey kalmış abê?" dedi. Sustum. Adam haklıydı.
Dutları bahçeli mekanın garsonuna verdim yıkasın diye. Yan masadan, "Yıkayınca dutun tadı kalmaz" uyarısı geldi. Biliyordum ama yine de yıkattım. Yıkanmış da olsa dutlar güzeldi.
Ancak az sonra bizi bekleyen sürprizle karşılaştık. Birkaç kişi mekana geldi. Altında oturduğumuz dut ağacına tırmandı biri. Diğerleri, dut toplamak için hazırlandığı belli olan çarşaf benzeri bir örtüyü açtılar. Ağaca tırmanan genç adam dalları sarstıkça dutlar yağmur gibi örtünün içine düşmeye başladı.
Dalından toplanmış taze dutlardan da yedik. Lezzetliydi.
Bu arada duta doyduğunu düşündüğüm arkadaşım şöyle dedi: "Ben belediye başkanı olsam personelden bir dut toplama timi oluştururdum. Dutları toplasınlar, satsınlar ve parayı yoksullar için harcasınlar. Böylece kaldırımlar da temiz olur."
Yapılmayacak bir iş değildi. Ama belediyeleri kayyımlar yönetiyordu. Kayyımların ve kayyımların atadığı meclis üyelerinin kaldırımlardan bihaber olduğunu düşünüyordum. Onlara ulaşmak da her babayiğidin harcı değildi. Kayyıma ulaşabilsem de en önce şunu derdim: Beyefendi, işgal ettiğiniz koltuğun sahibi halkın teveccühü ile seçilmişti ve şimdi bir katakulli ile mahpus. Bu durumda oturduğunuz koltuk rahatsız etmiyor mu sizi?"
Bence doğru söylüyordum. Bu sefer ikimiz de sustuk. Ama önce sıcak Diyarbakır'dan Büyükşehir Belediye Başkanı Doktor Selçuk Mızraklı'ya sıcak selamlar gönderdik.

KIZILAY'IN YEMEĞİ 

Kapım çaldı. Kapımı kargocudan, kapıcıdan, dilenciden başkası pek çalmaz. Gidip açtım. Başı kapalı üç kadın vardı kapıda. Ellerinde poşetler vardı.
"Buyurun" dememe kalmadan kadınlardan biri Kızılay'dan geldiklerini söyledi. Kızılay ile ne işim olabilirdi ki? Kızılay'dan geldiğini söyleyen kadın Yemek dağıtıyoruz" dedi.
"Depremde çadır satan Kızılay şimdi yemek mi dağıtıyor?" diye sordum, müstehzi bir tebessümle. Kadın bir şeyler geveleyecek oldu, arkadaşı araya girdi. "Ben seni tanıyorum abê. Sen yalnız yaşıyorsun. Biz de yaşlılara, yalnız yaşayıp yemek yapamayanlara, muhtaçlara yemek dağıtıyoruz. Sizin de ihtiyacınız vardır."
Lafı uzatmadım, "Ne yalnız, ne yaşlı ne de Kızılay'ın yemeğine muhtacım. Gidin ihtiyacı olanlara dağıtın" dedim.
Kadınlar propaganda yapma fırsatını bulamamış olmanın hayal kırıklığıyla üst katlara yöneldiler.
Seçimlerde arzulanan sonuçlara ulaşamayan muhalefet partileri iç tartışmalara yoğunlaşmışken, iktidar yerel seçimler için çalışmaya başlamış görünüyor. Yaklaşık 10 ay var seçimlere ve muhalefet partilerinin bir an önce toparlanması gerektiğini düşündüm. Onlar da bunun farkındadır umarım.

Bir kitap: Biri İstanbul'dan gelmiş, birkaç şairle sohbet ediyorduk. "Son dönemlerde sevdiğin şair kim?" diye sordu, İstanbul'dan gelen. Soru tuzak doluydu. Ama hiç tereddüt etmeden, "Emel İrtem" dedim.
Emel İrtem’in son kitabı "Hu!", Yitik Ülke Yayınları'ndan yeni çıkmıştı. Emel incelik gösterip imzalı göndermişti kitabı. Bütün kitaplarını okumuştum Emel'in ve Hu! ile ilgili bir şey yazmak istemiştim. Olmadı. Şimdi buradan, uzun zamandır görüşemediğim Emel'e "Hu! Emel" demek istedim. Hu'nun bütün anlamlarıyla...

"Hoşça kal şenlik ateşim, ter kokum
hoşça kal ormanda kaybolma cesaretim
mola yerlerinde unutulmuş gibiyim
yirmiler otuzlar kırklar hoşça kal
omuzlarımda çekirdek çitliyor melekler
ve vahşi köpekler arkadaşım" (Emel-Hak şiirinden)

Tüm yazılarını göster