Siyasi istismar aracı olarak: İl bahşetmek

Bir ilçenin il olmakla kavuşabileceği imkanlar yabana atılacak türden değil. İl vaadinin yerel siyasi atmosferin oksijeni olduğu düşünüldüğünde siyasi istismarın etkisi de daha net kavranılmış olur.

Abone ol

Kağan Şeker

Devlet Bahçeli’nin 13 Haziran 2023 tarihinde MHP TBMM Grup Toplantısı’nda yapmış olduğu “Cumhuriyet'in 100'üncü yıl dönümünde 100 maddelik Anayasa teklif metnimiz de çoktan hazırlanmıştır. Yeni yüzyılda, 100 il, 1000 ilçeden müteşekkil idari yapısıyla gücüne güç katmış bir Türkiye’yi inşa ve ihya etmemiz mümkündür” çıkışı kamuoyunda olumsuz birkaç cılız sese karşın olumlu bir yankı buldu. Hangi ilçelerin il olacağına dair bahislerin ortalığa dökülmesi ile beraber muhalefetin kimi unsurlarının bu yankıya katmış olduğu ses gürültünün içinde harelenip sönmüş görünüyor, şimdilik.

Hal böyle iken, Bahçeli’nin konuşmasındaki yeni anayasaya dair ifadeleri başka bir yazının konusu yapmak üzere; Cumhuriyet’in 100’üncü yıl dönümünde 100 ilden müteşekkil idari yapıyı, kamuoyunda oluşan olumlu intibanın aksine siyasi tarihimizi anımsatarak ve bu kararın olası neticelerini gözler önüne sererek değerlendirmek kaçınılmaz bir zorunluluk.

Siyasi tarihimiz, ilçelerin il yapılması vaatlerinin sayısız örneği ile doludur. Bu yönde bir talep su yüzüne çıktığında siyasi figürlerin bu talebe kayıtsız kalmaları elbette beklenemez. Ancak, bu beklenti, eşyanın tabiatı gereği siyasi istismara son derece müsaittir. Nitekim siyasi istismar, hem bu beklentinin bir seçim rüşveti olarak başvurulacak etkili bir karta dönüşmesinde hem de seçim çevrelerinin değiştirilmesi ile siyasetin yine siyaset mühendisliğine kurban edilmesinde yatar.  

SİYASİ İSTİSMARIN İLK YÜZÜ: SEÇİM VAADİ

Rivayet edilen iki anekdotu anımsatmak, siyasi istismarın ilk yüzüne dair genel bir çerçeve sunmaya sanıyorum yeterli olacak. Her ne kadar ilk anekdot, ankedotun öznesinin adının siyasi gaflarla özdeşleşmesi nedeniyle bu bağlamda bir muameleye tabi tutulsa da esasen il kurma vaadinin ne denli yerleşik olduğunun ve son derece gelişigüzel dile getirilebildiğinin en somut örneklerinden birini sunar. Elbette bu isim dönemin Doğru Yol Partisi Genel Başkanı Tansu Çiller’den başkası değildir. Çiller, halihazırda il olan Sivas’a gittiğinde “Bacınız sizi il yapsın mı” şeklindeki sorusu ile hiçbir rekabetin söz konusu olmadığı bir alanda, boyuna birinci seçilmekten yorulacaktır. (1)

İkinci anekdot ise aynı siyasi geleneğin daha etkili bir figürüne aittir. Süleyman Demirel’e rivayet olunan bu hikayede ise, Demirel’in beklenilen düzeyde siyasi karşılık bulunamayan bir ilçeye seçim sürecinde gerçekleştirmiş olduğu bir ziyarette, seçimden sonra kendilerinin il olacağını vaat ettiği söylenir. Bu vaat üzerine, ilçede Demirel’in partisi lehine ciddi bir oy sıçraması yaşanır. Gelecek seçime dek, bu vaat başarıyla hasıraltı edilir. Seçim çanları çalmaya başladığında, Demirel bu kez aynı ilçede, il olma vaadini yineler ve bu kez vites yükselterek kendilerine plaka numarası verir. Bununla da yetinmez, ekler: “Altını çizerek söylüyorum.” Seçimler geçer, ilçeden bir heyet Demirel’in altını çizerek vermiş olduğu sözü hatırlatarak, sözün akıbetini sormak üzere Demirel’in kapısını çalar. Yanıt, rivayet olunan hikayenin Demirel’e ait olduğuna dair kuşkuları giderecek cinstendir: “Şimdi de üstünü çizin.”

Bu iki anekdot, siyasi istismarın ilk yüzüne dair çok şey anlatıyor. Zira, bir ilçenin il olmakla kavuşabileceği imkanlar yabana atılacak türden değil. İl hüviyetini almakla; merkezi idarenin taşra teşkilatı kurulmuş, kamu kurum ve kuruluşlarında personel istihdamları artmış, merkezi bütçeden aktarılan pay büyümüş, kimi mahalleler ilçe statüsüne kavuşmuş, parlamentoda temsiliyet imkanı bir lütuf olmaktan çıkarılmış olacak. Bir çırpıda sayılan bu örneklerin, yerel siyasi atmosferin oksijeni olduğu düşünüldüğünde siyasi istismarın etkisi de daha net kavranılmış olur.

SİYASİ İSTİSMARIN DİĞER YÜZÜ: SEÇİM ÇEVRELERİ

Kimi ilçelerin il yapılması hiç şüphesiz seçim çevrelerinin değişimini de beraberinde getirecek. Muhalefetin bazı bilhassa yerel mahfilleri tarafından siyasi istismarın ilk yüzünün karşısına çıkma cesaretinin gösterilemeyip koştur koştur bu kervanda saf tutulması ne denli öngörülebilirse siyasi istismarın diğer yüzünü öngörmeksizin es dahi vermeden bu yankıya ses katma çabası da kurumsal muhalefetin genel kodları bakımından o denli sürprizsiz oldu.

İlk soru, siyaset mühendisliği bu işin neresinde?

Seçim hukukumuzun en can alıcı problemlerinden biri seçimlere ilişkin düzenlemelerin Anayasa’da çerçeve nitelikte yüzeysel ele alınmış ve buna dair hayati önemdeki konuların parlamentonun yani siyasi iktidarın sahasına bırakılmış olmasıdır. Bu nedenle de seçim kanunlarında yapılan değişiklikler ile iktidardaki siyasi partinin siyasi mühendislik ile seçim çevrelerinde değişiklik yapabilmesi imkan dahilindedir. Büyükşehir düzenlemesi de 19 ve üzeri milletvekili bulunan illerin birden fazla seçim çevresine bölünmesi de bu seçim çevrelerinin iktidarın oy potansiyeline göre belirlenmesi de bu çabanın ürünüdür. Seçim çevrelerinin siyasi iktidarın menfaat elde etmesine uygun olarak belirlenmesi bu topraklara özgü değildir aksine doktrinde bu gibi uygulamalara “Gerrymandering” adı verilmektedir. Uygulamaya adını veren isim olan Elbridge Gerry, 1812 yılında, Massachusetts eyaletini, semender denilen sürüngen bir canlıyı andıracak biçimde seçim çevrelerine ayırarak siyasi menfaat elde etmeyi amaçlamış ve amacına ulaşmıştır.(2)

Bunun güncel bir örneğine Bursa ilinin iki seçim çevresine bölünmesi sırasında Mudanya’nın mülki bütünlüğe aykırı olarak iktidar partisine menfaat sağlamak amacıyla 2. Bölge seçim çevresine dahil edilmesinde rastladık.(3)

Son olarak 6 Nisan 2022 tarihinde yapılan değişikliklerin de bu saikle yapıldığı kamuoyunda defaatle tartışıldı. Anayasanın siyasi istismara karşı güvence sağladığı tek hüküm olan, seçim kanunlarında yapılan değişikliklerin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde yapılacak seçimlerde uygulanmayacağına ilişkin hükmü de, bir yıllık sürenin hesabında seçim başlangıç tarihinin değil seçim oy verme gününün esas alınmasıyla, bizatihi YSK eliyle ortadan kaldırılmış oldu.

Bu örneklerden hareketle, seçim çevrelerinin nasıl belirlendiği, seçim sistemini doğrudan etkilediği için siyasi iktidarın toplumsal rıza üretiminin de en başat nüvelerinden biri haline gelir. Yerel seçimler öncesinde bu gibi bir değişikliğin göze alınıp alınamayacağı, hiç şüphesiz göklerden gelecek bir kararın konusu fakat böyle bir ihtimalin gerçekleşmesi halinde bunun hukuken mümkün olup olamayacağı değerlendirilmelidir.

İkinci soru, yerel seçimlerden önce böyle bir değişiklik yapılabilir mi?

İktidar kulislerinde değişikliğin yerel seçimlerden sonraya bırakılabileceği konuşulsa da yerel seçimlerden önce bu yönde bir teklifin getirilmesinin hukuki açıdan mümkün olup olmadığı bir başlık olarak karşımızda durmaktadır. Anayasa’nın 67 inci maddesinin son fıkrasının, “Seçim kanunlarında yapılan değişiklikler, yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde yapılacak seçimlerde uygulanmaz” hükmünü ihtiva ettiği ve bu hükmün bir nebze de olsa anayasal güvence sağladığı ancak YSK eliyle fiilen bu güvencenin ortadan kaldırdığı yukarıda ifade edilmişti. İllere ilişkin getirilecek düzenleme ise hukuki açıdan farklı sorunlar barındırmaktadır.

Yeni illerin kurulmasına ilişkin kanuni düzenleme müstakil kanunlar eliyle yapılmakta, buna ilişkin düzenlemeler seçim kanunlarında yer almamaktadır. Haliyle, yeni kurulan illerin yerel seçimlerde yeni seçim çevreleri olarak kabul edilip edilmeyeceği değerlendirilmelidir. Kanaatimce, burada seçim kanunu ifadesinden neyin anlaşıldığının netleştirilmesi ile söze başlamak mecburidir. Zira, Anayasanın ilgili maddesi seçim kanunu değil, seçim kanunları diyerek geniş bir lafza sahip olmakla birlikte, hangi düzenlemenin seçim kanunu olarak değerlendireceği hususunu içtihada bırakmış görünmektedir. AYM de bu yönde bir ifadeyle, öncelikle herhangi bir kanuni düzenlemenin Anayasa’da belirtildiği biçimiyle seçim kanunu hükmü olup olmadığının tespiti ile işe girişmektedir.

“Bu çerçevede bir kuralın Anayasa’nın 67. maddesinin yedinci fıkrası bağlamında seçim kanunu hükmü olup olmadığı tespit edilirken içeriği esas alınmalı, yalnızca kanunun adında geçen seçim, seçmen, siyasi parti gibi ibarelerden hareketle niteleme yapılmamalıdır. Başka bir deyişle kuralın içinde yer aldığı kanunun seçimlere ilişkin bazı hususları düzenlemesi, o kanunda yer alan kuralların tamamının anılan anayasal hüküm çerçevesinde seçim kanunu hükmü olması sonucunu doğurmamaktadır. Aynı şekilde seçimlerle ilgisiz kanunların içeriğinde de Anayasa’nın 67. maddesinin yedinci fıkrası bağlamında seçim kanunu hükmü niteliğinde kuralların yer alması mümkündür.”(4)

AYM’nin aktarılan içtihatları, büyük ölçüde Yargı mensuplarına ilişkin yapılan değişikliklerin seçim kanunu hükmü niteliğinde olmadığına dair dayanağın altlığı olarak ileri sürülmüş olsa da seçim kanunları ibaresinden yalnızca temel seçim kanunlarının anlaşılmayacağına ilişkin de dayanak sunmaktadır. Misal, Siyasi Partiler Kanunu şekli anlamda bir seçim kanunu olmasa da, ihtiva ettiği hükümler itibariyle maddi anlamda seçim kanunu hükümleri içermektedir. Bu bahisten hareketle, yeni illerin kurulmasının, seçim çevrelerini değiştireceği göz önüne alındığında; haritadaki renk tonlarının elde ettiği kutucukların sayısını artıracağı veya azalacağı açıktır. Hal böyle iken, yeni illerin kurulmasına ilişkin getirilecek kanuni düzenlemenin seçim süreci ve sonucu üzerinde etki yaratma, dolayısıyla seçmen iradesinin anayasal ilkelere uygun olarak seçim sonucuna yansımasını etkileme ya da seçime katılanların bir kısmına avantaj veya dezavantaj oluşturma gibi bir işlevinin olduğu tartışmasızdır.(5) Anayasa’nın seçim kanunlarında yapılan değişikliklerin bir yıl içerisinde gerçekleşecek seçimlerde uygulanamayacağına ilişkin hükmü gereğince seçim kanunu hükmü niteliğinin bulunan değişikliğin yerel seçimlerde uygulanabilmesi hukuken mümkün değildir.

Pek tabii, anılan değişikliğin siyasi maliyetinin en düşük mertebede seyrettiği bir anda bu gibi bir değişikliğin gerçekleşmesi siyasi iktidarlar için tercih sebebidir. Öte yandan, siyasi istismarın ilk yüzünde bahsettiğimiz gibi bu türden değişikliklerin büyük ölçüde seçimlerin akabinde gerçekleştirildiği vakıadır. Buradaki açmaz, iki bayram arasında bu düğünün yapılıp yapılamayacağında yatıyor. Rüzgarın ne yönde seyredeceğine bağlı olarak büyükşehirler üzerinde siyasi mühendisliğe girişmek yine olası bir ihtimal ve fakat bu kez üçüncü kez adaylığa cevaz verilmesi nevinden bir karar için YSK’nın değil AYM’nin kapısının çalınması gerekecek ki o kapının misafirperverliğinin teklifi dillendiren konuğu her daim memnun etmediği de malum. 

NOTLAR:

(1) Tomris Uyar’ın Turgut Uyar ile aralarındaki ilişkiye dair kurmuş olduğu bir cümle.

(2) Erdoğan Teziç, Anayasa Hukuku, İstanbul, 21. Bası, Beta, 2017, s. 321.

(3) Kemal Gözler, Türk Anayasa Hukuku, Bursa, 4. Baskı, Ekin, 2021, s. 539.

(4) AYM, E.2022/50, K.2022/107, 28/09/2022, § 121-122 Aynı doğrultuda bkz. (AYM, E.2019/14, K.2019/16, 14/03/2019, § 14)

(5) AYM, E.2022/50, K.2022/107, 28/09/2022, § 121-122 Aynı doğrultuda bkz. (AYM, E.2019/14, K.2019/16, 14/03/2019, § 14)