Hoşunuza gitti değil mi? Artık meşrebinize göre ister Beştepe,
ister Çankaya’da beyin takımınızı şöyle bir topladınız. Ulusal
güvenlik konularını masaya yaydınız. Görüş alışverişini
tamamladınız. Düşünceli biçimde çalışma odanıza çekildiniz. Kırmızı
telefona uzanıp Genelkurmay Başkanı’nıyla konuştunuz, bir brifing
almak istediniz. Derhal hazırlık yapıldı, Genelkurmay Başkanlığı’na
geçtiniz.
Hoşbeş, kahve ikramı faslı tamamlandı, ekranlar açıldı, sunum
başladı. Çizelgeler, grafikler, rakamlar, haritalarda oklar derken
dikkatiniz de biraz dağıldı hani. Karmaşık konular. Biraz bilerek
de karmaşıklaştırılmış ki “bunlar bizim işimiz” havası oluşsun.
Fakat sizin de kafanızda “askeri vesayet bitti, halk beni seçti,
kendi düşüncelerimi hayata geçirebilmeliyim” kaygısı var. Aniden,
beklenmedik bir şey oldu. Nedir?
Elinizi kaldırdınız, brifingi kestiniz. “Sayın Genelkurmay
Başkanım, arkadaşlarımız çalışmalarına devam etsin, biz bir müddet
baş başa görüşelim” dediniz. El ayak çekilip, makamda iki kişi
kalınca, uzanıp masadan bir A4 beyaz kağıt aldınız, cebinizden
dolmakaleminizi çıkarıp üzerine bir dikdörtgen çizdiniz.
Genelkurmay Başkanı hafif doğruldu yerinden, kaşları kalktı.
Başladınız anlatmaya.
Kalemi koydunuz sol üst köşeye. “Burası dediniz Balkan
düzlükleri. Yakın tarihimizde hep buradan gol yemişiz. Burada
coğrafi engel yok. Meriç Nehri’ni geçelim. Kim var şimdi burada?
Yunanistan-Bulgaristan. Demek burayı diplomasiyle sağlama almışız.
Nasıl? NATO ittifakıyla. Bunların her ikisi de müttefikimiz, öyle
değil mi?”
Devam ettiniz. Kalemi Ege’ye kaydırdınız. "Burada Yunanistan’la
kıta sahanlığı sorunumuz var." Genelkurmay Başkanı huzursuzlandı.
Durdurdunuz ve sordunuz “Ege yahut Trakya’dan ülkemize, ulusal
egemenliğimize yönelik bir saldırı bekliyor muyuz, bekliyorsak
olasılığı nedir?” Retorik bir soru. Geçtiniz. Dolmakalemin ucuyla
dikdörtgenin üzerine bu defa Karadeniz’i çizip, iyi kötü
kararlamadan Kırım’ı da ortaya koydunuz, yuvarlak içine
aldınız.
“Kırım, Sayın Genelkurmay Başkanım” dediniz, “önemli”. Ruslara
karşı yegane galibiyetimizin Kırım Savaşı’nda Fransız ve
İngilizlerle birlikte olduğunu anımsattınız. Kalemin ucunu
kaydırdınız dikdörtgenin alt çizgisine kaydırdınız. Siz konuşamadan
bu defa Genelkurmay Başkanı söze girdi “Kıbrıs” dedi, işaret
parmağının ucuyla Karpas’tan İskenderun Körfezi’ne hayali bir çizgi
çekti. Susarak önemini vurgulamış oldu. Siz de şimdilik sessiz
kalmayı yeğlediniz.
Dolmakalemin ucunu dikdörtgenin sağ kısa kenarına koyup, yukarı
aşağı karaladınız. “Bu sınırda sıradağlar var” dediniz. Çizginin
dışına “Ermenistan” yazdınız, yanına parantez açıp “Rus füzeleri”
notu düştünüz, sorgulayan bakışlarınızı Genelkurmay Başkanı’nın
gözlerine diktiniz. Ve nihayet geldiniz, eski hariciye deyimiyle
asıl “kanlı” mevzuya. Kalemin ucuyla Antakya’nın kuzeyinden Suriye
ve Irak sınırları boyunca bir çizgi çekip “911 artı 330, kabaca bin
kilometre diyelim” dediniz.
“Asıl konumuz bu değil mi” diye sorarak, arkanıza yaslandınız.
Hatta belki teatral olmak adına dolmakalemin kapağını vidalayıp,
ucunu dudaklarınıza götürerek, uzaklarda bir noktaya baktınız.
Genelkurmay Başkanı, Zeytindalı ve Fırat Kalkanı ceplerine dair
bilgi verdi. Kuzey Irak’taki duruma değindi. Belki Kandil’den
Amanoslara Kürt Kemeri’ne ve Kürtlerin Akdeniz'e uzanma emelinden
söz etti. Dönüp, “ya İran?” dediniz.
Genelkurmay Başkanı, İran’ın ulusal orta ve uzun menzilli füze
kapasitesine, sınır korumada işbirliğine ve belki nükleer anlaşmaya
değindi. Hava savunma sistemimizi ve tehdit algımızı sordunuz. Hava
savunmamızın önlemekten çok, hava kuvvetlerimizle yıkıcı yanıt
vermeye yani caydırıcılığa dayandığı ancak malum nedenlerden ötürü
pilot sıkıntımız olduğu yanıtını aldınız. Kürecik Radarı ve NATO
katkısının niteliklerini dinlediniz.
Dolmakaleminizi elinizde bir iki tur çevirdikten sonra düşünceli
sessizliği bitirdiniz: “Sayın Genelkurmay Başkanı, kısıtlı
olanaklarımızı etkin kullanmak, dış siyasetin ulusal güvenliğimize
desteğini sağlamak amacıyla akılcı ve barışçıl davranmalıyız.
Mutabık mıyız?” diye sordunuz. Genelkurmay Başkanı başıyla belli
belirsiz sözlerinizi onayladı. Avucunuzu kağıda kendi çizdiğiniz
haritanın üzerine koyarak devam ettiniz.
“Akrabalarımız da olan Suriye ve Irak Kürtleriyle karşılıklı
faydacı ilişkiler geliştirmemiz komşumuzdaki yangınla aramıza doğal
bir set çekecektir. Aynı zamanda sıkletimiz üzerinde bir diplomatik
ağırlığa kavuşmak için Şam ve Bağdat’la da işlek iletişim
kanallarımız bulunmalı. Hava Kuvvetlerimiz ve Özel Kuvvetlerimiz
(ÖK) elimizdeki mızrağın delici ucu. Bunlara özel önem vermeli,
ÖK’yi kuvvet komutanlığı düzeyine yükseltmeli ve komuta kademesinde
yükselme için burada deneyim kazanma koşulu getirmeliyiz.”
Artık hızınızı aldınız, devam ediyorsunuz. “Kıbrıs’a barış
getirmek konusunda son dönemde ahlak yüksek zeminine bizim
yerleştiğimiz yadsınamaz. Adada garantörlük hakkımızı koruyarak,
asker mevcudiyetimizi beş yüz düzeyine kadar çekmeye bile ilke
onayı verdik. Şimdi şaşırtıcı bir adım atarak, bu sayıyı tek yanlı
yarı yarıya azaltacağımızı açıklamak istiyorum. Gereken planlamayı
bu yönde yapalım lütfen.”
Genel doğrulara da değindiniz. “Lozan ve Montrö başta
uluslararası antlaşmalara sadakat dış politika bakımından
cumhuriyetimizin taşıyıcı kolonlarındandır. NATO ittifakı, ülkemiz
savunmasının belkemiği, ortak çarpanı. Hava savunma ve
siber-güvenlik konuları NATO’suz olmaz.” Ve “eh” diyerek,
“konuşacak konu kalmadı” anlamında avuçlarınızı iki yana açıp
toplantıyı sonlandırdınız. Karınlar da acıktı. Artık heyetlerle
birlikte yemek masasına oturma, askerlik anıları paylaşma
vaktidir.
Nasıl, sevdiniz mi Cumhurbaşkanı olmayı?