Ukrayna Direnişi’nde “Molotov Kokteyli”nin çarpıcı rolüne dair haberler okumuş yahut görüntüler izlemişsinizdir.
Polonya sınırında Lviv’deki bira fabrikası mesela, patron Yuri Zastavni’nin yönetiminde, tamamen “Molotov Kokteyli” üretimine koyulmuş durumda. Fabrika’nın adı da Pravda! Yani Gerçek.
Fakat hem patron, hem Ukraynalı bazı yetkililer, adı bir Rus’tan geldiği için, “Molotov Kokteyli” yerine “Bandera Smoothie” denmesini istiyorlar.
Direnen Kokteyl bir yana da, Molotov ve Bandera… Aslında tarihin pek hayırla anmayacağı iki zat.
Stepan Bandera’nın Ukraynalı bir Nazi işbirlikçisi lider ve 2. Dünya Savaşı’nda binlerce Yahudi’nin, Nazi karşıtı veya komünist Ukraynalı ve Rus’un katledilmesinden sorumlu olduğunu; en sonunda, bağımsızlık girişimi üzerine işgalci Naziler tarafından susturulduğunu ekleyeyim kokteyle.
Buradan şunu da anlayabiliriz:
İsrail’le yakın Zelenski de var sahnede, hala takdirle anılması İsrail tarafından protesto edilen Bandera da!
Yani hiçbir olay, millet, mücadele saf olmayabiliyor. Kokteyl oluyor!
O zaman “Kokteyl” hikâyeleri anlatmamı ister misiniz?
Bir zamanlar genellikle sanılırdı ki, “Molotov kokteyli” adı “bunu icat eden Molotov”dan gelir.
Tam tersine.
Molotov Kokteyli, Molotov’a, esas olarak Stalin’e karşı bir direnişten kalma.
Ondan önce de petrole, gaza, yağa dayalı, şişeye, kutuya tıkılmış yanıcı, tahrip edici benzer “silahlar” vardı. Bilhassa İspanya İç Savaşı’nda.
Tabii tarif vermeyeceğim. (Ukraynalılar tarifi Wikipedia’dan da alıp yapıyormuş kokteylleri. Ve terkibe göre “Odessa” benzeri farklı adları oluyormuş.)
Patlayıcının kadim adının konması 1939 Kış Savaşı’nı beklemişti.
Stalin’in adamı Molotov ile Hitler’in adamı Ribentrop anlaşmıştı. Yani Stalin ile Hitler.
Dünya Savaşı başlamış, Saldırmazlık Paktı’na yaslanan Stalin SSCB’si Finlandiya’yı işgale koyulmuştu.
Fin Direnişi, eksi 40 derecede Sovyet tanklarını tuzağa düşürüp yakmak üzere imal ettikleri “patlayıcı, yakıcı” kokteyllere de, kendilerini yakmak isteyen “Molotov”un adını verdiler. Başta bira fabrikası Alko’nun üretimi, 500 bin Molotov şişesiyle. Rus adı verilmişti Kokteyl’e, ama Ruslara karşı!
Lviv’deki biracı belki bunu bilmiyordu.
Tarih çok yaman, çok yanan bir şey.
Hitler ve takımı, Stalin SSCB’sinin küçük Finlandiya karşısında bile çuvallamasından ilham alarak, sözde anlaşma yaptıkları Sovyetler’e saldırıyı da planladılar.
Üstelik, SSCB ordusuna direnmiş ama toprak kaybetmiş Finlandiya’nın askerlerini, ordusunun ve hükümetinin bir kısmıyla gizlice anlaşıp yanlarında savaştırarak.
Yani Naziler ve Finliler bu kez Sovyetler’e saldırıyordu. Nazi işbirlikçisi olan ve Lviv’de örgütlenmiş Ukraynalılar gibi. (Putin, Finlandiya için de meydan okudu, değil mi?)
O günlerde, ünlü bir fizikçi, Madam Curie’nin Nobelli damadı, eşinin soyadını da taşıyan Frederic Joliot-Curie, zaten bitmiş 2. Dünya Savaşı’nın sonunu büyük bir katliamla getireceğini, binlerce Japon’u hemen ve yıllar boyunca da katledeceğini bilmeden, Norveç’te “atom çalışması” yapıyordu.
Naziler ilerlerken, yardımcısı Halban’ı “ağır su” ile önce Fransa’ya, orada da işgal başlayınca İngiltere’ye gönderdi.
Halban, İngilizler tarafından Montreal’deki “Manhattan Projesi Kanada Ayağı”nın, yani atom bombası çalışmalarının başına getirildi.
ABD’liler ise Sovyetler’e bilgi sızar endişesiyle onu kovdurdu.
Çünkü “atom bombası”nın yolunu açanlardan Frederic Joliot-Curie bir komünistti.
(Bu meselenin etrafında müthiş casusluk hikayeleri de vardır ama konumuz Kokteyl.)
Peki Frederic ne yapıyordu o sırada?
Atom bombasının bilgi kaynaklarından Nobel ödüllü fizikçi, işgal altındaki Paris’te Direniş’e katılmış, Nazilere karşı “Molotov Kokteyli” üretiminden sorumlu olmuştu.
Fransız kokteyller Paris’te Gestapo ve SS işbirlikçisi Fransız meslektaşlarına karşı Direniş’e katılan polislerin ele geçirdiği Emniyet Genel Müdürlüğü’nde üretiliyordu. Zaten bu patlayıcıları en iyi kullananlar da o polislerdi.
Molotovcu Frederic binlerce binlerce şişeye ihtiyaç duyuyordu. Bir kısmını kayınvalidesi Madame Curie’nin laboratuvarından temin etti. Yetmedi tabii.
Derken Emniyet mahzeninde çok sayıda Pierre Tattinger şampanyaları bulundu.
Şampanyalar su gibi aktı ve o pahalı şampanya şişeleri işgalcileri yakan alev toplarına dönüştü.
O günlerde Paris İşgal Komutanı olan (“Hitler’in emrine rağmen Paris’i yakmayan adam” sayılan) ve Paris’i olabildiğince sağlam teslim eden Dietrich von Goltitz, 15 sene sonra kente ziyarete gelecek, kendisini o zamanlar Paris’i korumaya teşvik eden eski belediye başkanı, Fransız zenginle buluşacaktı.
O kişi, işgalci Almanları yakan Molotov kokteyllerine hizmet eden Tattinger şampanyalarının sahibi Pierre Tattinger’di…
20 yaşındaki teğmen oğlunu Fransa’nın “Şampanya Bölgesi”ndeki direnişte kaybetmişti.
Savaş bitmeden hemen önce, Finlandiya “Nazilerle işbirliği suçu”nu kabul etmiş, bu kez direnişe başlayarak Almanlar’a savaş açmıştı bile!
TÜRKİYE’DE TALİHSİZ TARİH
Hikayeler Türkiyesiz olmamalı tabii. Molotov da.
2. Dünya Savaşı o atom bombalarıyla bittiğinde, Harvardlı bir asker CIA’ye alındı. Derken Vietnam saldırı ve işgalinde “Anka Kuşu” isimli bir program yürüttü. Ve kendi hesabıyla 20 bin 587, başka bir hesapla 60 bin Vietnamlının öldürülmesini organize etti.
6 Ocak 1969’da ODTÜ’ye gelen ABD Büyükelçisi Komer’di o katliamcı. Arabasını, benzin deposunu kokteyl şişesine çevirerek yakan ve tutuklananları, Deniz Gezmişler’i, Taylan Özgür, Sinan Cemgil, Yusuf Aslan’ı anarak, esas başka birisiyle bitireceğim.
Ama 12 Mart askeri darbesiyle CIA’nın dediğinin olduğunu, “bağımsızlık” geleneğinden geldiği düşünülen bir ordunun, üç genci de astırdığını, ötekilerin öldürüldüğünü biliyorsunuz zaten. Üç siyasetçinin astırılmasına yananların bu gençlerin asılmasına nasıl iştahla oy verebildiğini de!
Atom dâhisi, Paris Direnişi “Molotov Kokteyli Komutanı” Nobelli Frederic Joliot-Curie, eğitimini ABD’de görmüş ve orada sosyalist olmuş Ankara Dil Tarih Coğrafya’dan bir sosyologla mektuplaşıyordu.
Nobel Ödüllü karısı, Marie Curie’nin kızı Irene kanserden ölmeden hemen önceydi ve Frederic Dünya Barış Konseyi Başkanı seçilmişti.
Türkiye Büyük Millet Meclisi, yanlış duymadınız, Milletin Meclisi; Fransa’da Naziler’e karşı direnişin sembollerinden “komünist” bilim adamıyla teması var gerekçesiyle, o parlak sosyolog kadını üniversiteden atan bir karar aldı 1948’de. Başka önemli bilim insanlarını da “temizlemek” üzere.
İktidarda CHP vardı.
Sonra Demokrat Parti geldi.
O sosyolog bu kez barış talep eden bir sosyalist olarak Kore Savaşı’na ve asker gönderilmesine karşı tavır aldı.
DP iktidarı da, yine “Frederic Joliot-Curie ile bağlantısından dolayı”, (artık Ukrayna’dan Rusya’ya geçmiş) Kırım’dan Tatar kökenli ailenin kızı Behice Boran’ı hapse atacaktı.
CHP ve DP ile bitmedi hikaye. 12 Eylül darbesi de hedef alacaktı onu! Sürgünde ölmeye yatırdılar Behice Boran’ı. Tabutu dönebildi Sevgili Yurdu’na.
Sevgili Yurdu’ndaki hapisçi, cezacı, sansürcü tarih ise bitmek bilemedi.
“Darbe karşıtıyım” diyenlerin de darbecilerin mirasçısı gibi davrandığı kadim bir siyasi-toplumsal baskıcı tarihin külleri talihimizin üzerine serilmişti!
Bakın nereden nereye geldik.
Bir Molotov atmış birileri, siz bin dinlediniz!
Demem o ki…
Tarih de bir kokteyldir.
İçi dışı bir olmayabilir. İçi beni, dışı sizi yakabilir.
Not: Frederic Joliot-Curie, Paris, Behice Boran bölümleri “Senin Adın Corona Olsun” başlıklı kitabımdan.