Skiathos Adası’ndan masal gibi öyküler
Aleksandros Papadiamandis'in 'Ada Hikayeleri' adlı öykü kitabı, Aslı Çete çevirisiyle Kutu Yayınları tarafından yayımlandı.
Skiathos Adası denince bildik Akdeniz evlerinden, denizden ve güneşten önce ismi orayla özdeşleşmiş Aleksandros Papadiamandis geliyor akla.
1851’de adada doğan Papadiamandis, bir süre uzak kaldığı memleketine 1909’da dönüyor, 1911’de ise orada ölüyor. Altmış yıllık ömrüne öyküler, romanlar ve çeşitli dillerde yayımlanan kitapların Yunancaya çevirilerini sığdıran yazarın okuldan daha çok zaman geçirdiği doğa, metinlerine de yansıyor.
Doğanın ortasında ve insanların içindeki Papadiamandis, seyrek yazıyor, dünyayı kavramaya uğraşıp insanları gözlemliyor. Ömrünün büyük bir bölümünü geçirdiği Skiathos Adası’nın rahatlığı, Papadiamandis’in hem yazarlığını hem de kişiliğini şekillendiriyor; aynı işte fazla çalışamıyor, görüntüsüne önem vermiyor ve bir noktadan sonra yalnızca yazmaya yoğunlaşıyor.
Papaz olan babasının etkisiyle aile ortamında esen dini rüzgâr, Papadiamandis’in felsefe okumak üzere evden ayrılmasıyla kendisi için biraz hafiflese de dini öğeler metinlerinde yer alıyor. Ardından romanlar geliyor: 'Hadula', 'Göçmen Kız', 'Çingene Kızı' ve 'Ulusların Tacirleri'. Bunların yanı sıra öyküleri, yaşadığı dönemde pek çok gazete ve dergide yayımlanıyor.
Romanlarının ve öykülerinin merkezine insanı koyan Papadiamandis, mekân olarak da bazen adını geçirdiği bazen yalnızca tasvirleriyle yetindiği Skiathos Adası’nı seçiyor. Adanın ve Yunanistan’ın diğer bölgelerindeki gelenek ve görenekleri, anlattığı hikâyelere yerleştiren yazar, aynı zamanda Yunan mitolojisinden de epey faydalanıyor.
Bütün bu öğelerin bir arada görülebildiği, kimi anlarda hayatından izler de taşıyan 'Ada Hikâyeleri'nde Papadiamandis; Yunanistan tarihinden, kutsal metinlerden ve on dokuzuncu yüzyılda coğrafyadaki günlük yaşamdan esinlenerek kaleme aldığı öykülerle çıkıyor karşımıza.
AÇIK DENİZLE EŞDEĞER HAYALLER
Papadiamandis’in adını vermediği; teknelerle, denizcilerle, zaman zaman uğrayan yabancılarla, limandaki gündüz gürültüsü ve gece sessizliğiyle çevrelenmiş adada, türlü insan hikâyeleri, bir ayağı aksak kişilerle ve yarım kalmışlıklarla örülü yaşam öyküleri, bu öyküler içinde demlenen özlemler özlemler de var: “Memleketi için her zaman öte derdi. Üzerinden ayın doğduğu, geceleri siyah, şimdiyse ay ışığında kül rengine dönmüş yeşil dağın ardındaki yüksek, beyaz dağın kimi zaman karla kaplı kimi zaman çıplak ve kayalık zirvesi görünüyordu. Memleketi, doğduğu yer, oradaydı. Öyle bir iç geçirirdi ki gören arada koca bir okyanus var sanırdı. Oysa topu topu on iki mil uzaklıktaydı. Gündüzleri yeşil dağın küçük sırtından beyaz daiın yüksek tepesi seçilebiliyordu. Memleketini öyle özlüyordu ki sanki yıllardır uzaktaydı.”
Hayallerin ve özlemlerin boyutu, sandallarla veya teknelerle gidilen açık denizle eşdeğer. Benzer şekilde, yaşanan veya yaşanamayan aşkların şiddeti de…
Papadiamandis, öykülerinde gidenler kadar kalanların ve denize yelken açamayanların ruh hâlini de anlatıyor. Bir türlü dümene geçip denize çıkamayanların üstüne sıcak ve karanlık gece bütün ağırlığıyla çöküyor. Bunlar, Homeros ve Hesiodos hikâyelerindekilere benzer şekilde, kimi zaman dalgalanan kimi zaman durulan bir denizi andırıyor. Bazen de bilinmeze doğru yol alan bir gemidekilerin endişesini ve sirenlerin denizcileri tuzağa düşüren tatlı sesini çağrıştırıyor. Söz konusu tereddütler, evlendirildiği kendisinden yaşça büyük adam ve genç âşığı arasında bocalayan kadını betimlemek için de uygun. Papadiamandis, adanın gelgitlerinde böyle bir aşkın ve kaçışın hikâyesiyle yüzleştiriyor okuru. “Birbirini seven iki varlığın kavuşabilmesi için bir köprü, öbür dünyada âşıkları buluşturan Kharon gibiydi” cümlesi, sürüncemedeki sevdanın anlatımını güçlendirirken olup bitene mitolojik bir hava katıyor.
Papadiamandis’in mitolojik ve romantik öğelerle şekillenen öykülerinde, dünyayı “çarkıfelek” olarak gören, yaşamda her şeyin bir çırpıda değişebileceğini düşünen karakterler de çıkıyor karşımıza. Aniden dönen hava nedeniyle denizde kopan bir fırtınayı çağrıştırıyor bu benzetme.
Fırtına daha sonra denizden karaya çıkıyor, dalgalar ve rüzgâr kıyıyı dövüyor. Tıpkı zihninin oyunlarında boğulan bir dervişin veya çobanın ruh hâline benziyor bu durum. Hâl böyleyken hayaller ve hakikatler birbirine karışıyor. Bu arada, ahaliden biri söz alıp adanın senelerdir değişmeyen bir geleneğini hatırlatıyor: “Bizim ada halkı denizcilikten başka mesleğe önem vermezdi. Hiçbir zaman içlerinden karada çalışan bir tüccar, bir sanayici ya da zanaat ustası çıkmadı. Bir meslek öğrenecek olsalar, oynak âşıkları deniz yüzünden vazgeçiverirlerdi.”
SÜTRE GERİSİNDEKİ MİLLİYETÇİLİK
Papadiamandis’in öykülerinin önemli bir özelliği, talihli ve talihsiz karakterlerin yan yana bir yaşam sürmesi. Bu kişiler, Hıristiyan gelenekleriyle, tarihin ağırlığıyla ve ailelerinden görüp uyguladıklarıyla talihlerini ve talihsizliklerini devam ettiriyor.
Yazarın anlattığı ada ve oranın ahalisi, hem Yunanistan tarihinin tanıkları hem de on dokuzuncu yüzyılda o coğrafyadaki günlük yaşamın özneleri. Düğünlerin, aşkların, köy hayatının, limanların ve denizlerin tam ortasındaki bu insanlar, yazarın elinde sıradan olduğu kadar, özel birer karaktere dönüşüp kahvehanelerde, tavernalarda ve kiliselerde, anlatıcı ve dinleyici hâline geliyor. Onların hemen hepsi, kimi zaman limandan denize açılıyor kimi zaman da sığınacak bir liman arıyor. Öte yandan, denizcilerin gerçekleri eğip bükmediğinin farkında olarak yaşamaya devam ediyorlar. Bu da adadaki en önemli geleneklerden biri.
Papadiamandis’in öykülerinde, 1800’lerde yeni bir boyut kazanan Yunan kimliğinin ve dönemin moda akımı milliyetçiliğin izlerine rastlamak da mümkün. Halk arasında o dönemler yaygın olan Yunanlılarla başka ulusları karşılaştırma eylemi, yazarın hikâyelerinin sütre gerisinde bulunuyor. Başka bir deyişle 1800’lerin sonundaki politik ortam, Papadiamandis tarafından bazı öykülerde fon olarak kullanılıyor. Buna, kutsal kitaplara atıflar ve onların halk arasında nasıl yorumlandığına dair ifadeler de ekleniyor.
Papadiamandis’in, 1800’lerin sonunda Yunanistan’ın çeşitli bölgelerinde Hıristiyanlar ve Yahudiler arasında yaşanan, pek çoğunda kan dökülen olaylardan esinlenerek kaleme aldığı metinler de var kitapta. Mitler ve önyargılar nedeniyle enikonu harlanan bu kavgalara tanık olan yazar, hem meselenin absürtlüğünü ortaya koyuyor hem de etkisi uzun süren bu tarihi gelişmeleri öyküleştiriyor.
Bu noktalardan baktığımızda 'Ada Hikâyeleri'; edebiyatın, tarihin, politikanın, 1800’lerin sonu ve 1900’lerin başında Yunanistan’daki günlük hayatın, Papadiamandis’in yaşamından parçaların, mitolojinin, dini motiflerin yazar tarafından bir potada eritildiği, zaman zaman masallara benzeyen satırların yer aldığı bir kitap olarak duruyor karşımızda.