Soçi'nin ardından dış politikada dağınıklık sürüyor

Ben sorabilirim, benimkinin kıymet-i harbiyesi demirci yestehlenmesi kabilinden ancak bunları Ankara’daki kançılaryalar da okuyor. Onlar da başkentlerinden gelen sorulara yanıt veriyor, olan biteni merkezlerine rapor ediyor. Üstelik ABD gibi devletler kendi ellerindeki bilgilerden sahadaki durumu birebir izliyor ve biliyor. Demek ki dış politikada ciddiyet, kaş çatmayla, çakmak bakışla, kasım kasım kasılmakla, her ağzını açtığında yargı dağıtır gibi konuşmakla olmuyor.   

Aydın Selcen yazar@gazeteduvar.com.tr

Dış politika darmadağınık. Uzgörülü, çokboyutlu, sağduyulu olmasını geçtim; derli-toplu, tutarlı, akılcı olması yeterli olacak. Bu bakımdan, muhalefetin en kolay ve en çabuk fark yaratacağı alan dış politika. Yeter ki, siyasi talimatın liyakatten önce geldiğinin, öyle olması gerektiğinin, esasen “cumhuriyetimiz demokrasiyle taçlanacaksa” zaten başka türlü olamayacağının ayırdında olsunlar.

Erdoğan’ın BM Genel Kurulu seferi, NY’da Türkevi’nde seçmece medya üyelerine ve yurda dönüşünde Cuma çıkışında yaptığı açıklamalarla bereketli bir veri kaynağı sağlamıştı. Şimdi elimizde İletişim Başkanlığı’nca paylaşılan Soçi’de mevkidaşı Putin’le görüşmesinden dönüşte uçakta gazetecilerin sorularına yanıtları, hemen peşine toplanan MGK’nın bildirisi, Kalın’ın Der Spiegel’e verdiği söyleşi ve Çavuşoğlu’nun Aydın’da yaptığı konuşma metinleri var. MSB Akar da ABD’li mevkidaşı Austin’le bir telefon görüşmesi yaptı. 

Doğal olarak, yapılanla söylenen, olanla anlatılan arasındaki çarpıcı farklar da yerinde duruyor. Ayrıca değindiğim aktörler, sözcüler, karar alıcılar birbirlerinden habersizce kendi kendilerine sesli düşünürmüş gibi açıklamalar yaparken, dünya dönüyor ancak Ankara’nın çevresinde değil.   

En basitinden bir çelişki örneği: Cumhurbaşkanı uçakta “Türkiye Kabil Havalimanı’nın güvenliğini sağlama ve burayı işletme düşüncesinden vaz mı geçti?” sorusuna, “şu an itibarıyla yokuz ama ileride olabilir” yanıtını veriyor. Ertesi gün yapılan MGK toplantısından çıkan bildiride ise “Kabil Uluslararası Havalimanının işletilmesi de dâhil olmak üzere desteğini sürdüreceği vurgulanmış” ifadesi yer alıyor. İkisi aynı mı, değilse hangisi doğru?

Hani ben sorabilirim, benimkinin kıymet-i harbiyesi demirci yestehlenmesi kabilinden ancak bunları Ankara’daki kançılaryalar da okuyor. Onlar da başkentlerinden gelen sorulara yanıt veriyor, olan biteni merkezlerine rapor ediyor. Üstelik ABD gibi devletler kendi ellerindeki bilgilerden sahadaki durumu birebir izliyor ve biliyor. Demek ki dış politikada ciddiyet, kaş çatmayla, çakmak bakışla, kasım kasım kasılmakla, her ağzını açtığında yargı dağıtır gibi konuşmakla olmuyor.   

Soçi, NY’da (veya hayal edildiği gibi DC’de) yapılamayan Biden görüşmesinden sonra, Ekim ayı sonunda G-20 marjında Roma’da yapılacak Biden görüşmesinden önce gerçekleşti. Aynı gün Türkiye’nin Ukrayna’da SİHA Bakım Merkezi açacağı duyuruldu. Peşine, Çavuşoğlu Türkiye’nin Rusya’yla anlaşamadığı konuları anılan ülkeden muhataplarının yüzlerine söylediğini belirterek, Kırım’ın ilhakını tanımadığımızı ve Ukrayna ile Gürcistan’ın toprak bütünlüğüne tam destek verdiğimizi belirtti.

Yine Soçi dönüşü Erdoğan, “PKK/YPG’nin Moskova’da olması üzerinde özellikle durduğunu” kaydediyor. Sonra “bu örgütün ABD’de de Beyaz Saray’da ağırlandığını ve burada da bunlara ilginin, maalesef ileri derecede” olduğunu vurguluyor. Devamla “Malum Amerikalı McGurk denilen bir adam var. Bu adam terör örgütlerinin adeta sevk ve idaresini yapıyor.” diyor. Erdoğan’ın adıgeçene hışmı dinmiyor. Bir başka soruya yanıtında da “Az önce bir isimden bahsettim; McGurk. Bu aslında teröre destek veren bir isimdir. Bu adam PKK/YPG/PYD’nin adeta yönetmeni durumundadır. Terör örgütleri ile el ele, kol kola oralarda dolaşan adamdır bu. Benim teröristlerle mücadele verdiğim bir bölgede bunun onlarla kol kola dolaşması beni ciddi manada rahatsız etmektedir. Şu anda da onun bu terör örgütleriyle iç içe olması, beraber olması, konumunu zaten ifade etmektedir.” vurgusunu yapıyor.

“Amerikalı” McGurk’ün resmi ünvanı “Beyaz Ev (yani NSC) MENA* Koordinatörü”. Anımsayacaksınız MSB Akar’ın Sedat Ergin’e ABD’nin Ortadoğu’da Türkiye’yle çalışmak zorunda olduğu yollu demecinin hemen ardından CENTCOM Org. McKenzie Kuzey Doğu Suriye’ye giderek SDG komutanı Mazlum Abdi’yle görüşmüş ve Biden’in dayanışma mesajını ve alanda kalma taahhüdünü iletmişti. Erdoğan ya onun adını veya sözkonusu ziyareti anımsamıyor veyahut ABD yönetiminde eleştirilerini sivil kanatla kısıtlı tutmaya özen gösteriyor. İlgisi de yok, olacağını sanmam da, velev ki Roma’daki görüşmeye Biden yanında McGurk’le çıkagelse ne olacak? Zira, McGurk’ü yakın ekibine seçip, o görevi veren Biden. Yahut Biden de bizim Beştepe ekibinden birilerini bu üslupla hedefe koysa? 

Ayrıca Erdoğan hem Suriye’de PKK-YPG ile ilgili mutabakata uymaya davet ettiği, hem PKK-YPG’nin Moskova temsilciliği bulunduğundan yakındığı Putin’e Biden’e oranla daha müşfik: Rusya’yla “terörle mücadele konusuyla ilgili dayanışmamızı daha da artırmamız gerektiğini” söylediğini aktarmakla yetiniyor. ABD’nin Suriye’de bulunması konusundaysa “er veya geç Amerika buradan çıkmalı ve burası Suriye halkına bırakılmalı” diyor.

Sözcüsü ve başdanışmanı Kalın ise “sadece Türk askerleri Idlip’de olduğu için 2,5 milyon insanın bölgeden kaçmadığını” ve “Batı’daki dostlarımızın biz işgal gücüymüşüz gibi davranmakta” olduğunu söylüyor. “Suriye topraklarına göz dikmediğimizi, ancak bu adımı, kendi güvenliğimiz ve bölgedeki Suriyelilerin güvenliği için atmak zorunda” olduğumuzu belirtiyor. Sözlerini “Suriye'de uluslararası hukuku ihlal eden Esed ve PKK’dır. Bu iki sorun çözüldü mü? Bizim için orada meşru müdafaa hakkımız söz konusudur. Eğer Rusya ve ABD’ye Suriye’ye girme hakkı tanındıysa, biz de bu hakka sahibiz” şeklinde sürdürüyor. Demek aynı gerekçeler ne ABD için, ne Esat’ın davetiyle Suriye’de bulunan Rusya için geçerli. 

Çavuşoğlu da “Bugün bize mesela 'Afganistan, Libya, Suriye'de, Doğu Akdeniz'de ne işiniz var?' diyenler var. İçeride de var, dışarıda da var. Ama bugün Çin neden Afganistan'da, Fransa niye Doğu Akdeniz'de, ABD ve Rusya niye Suriye'de? Biz yanı başımızdaki bölgelerde olduğumuz zaman sorguluyorlar ama bunlara bir cevap buluyorlar. Bu sorulara cevap bulabilenler haddini aşarak bizi sorguluyorlar.” diyor. Fransa’nın Doğu Akdeniz’de bulunmasının tasasının bize düşmesini geçtim, yani Türkiye, hükümeti her türlü eleştiriden yalıtılmış, kendi gerekçelerinin yalnızca kendi eylemleri için geçerli olduğu bir devletlerarası ilişkiler evreninde bulunduğu varsayılıyor. 

İki lider arasında Soçi’de yapılan ve çeviri dahil 2 saat 45 dakika süren baş başa görüşmenin içeriğine dair Rus tarafından gelen bilgiler ve yapılan açıklamalar ise ele alınan başlıca konuların Kırım, Idlip ve nükleer santraller olduğuna yönelik. Oysa Erdoğan, savaş uçağı motoru üretiminden, denizaltı alımına, ikinci parti S-400’den, denizden karadan uzaya roket göndermeye varan genişlik ve derinlikte bir askeri işbirliği ile ikinci ve üçüncü nükleer santrallerin de Rusya’ya ihale edileceği bir gelecekten söz ediyor. Tüm bunlar NATO’nun başat hasmı Rusya’yla 1952’den NATO müttefiki Türkiye arasında olacak. Kaşını kaldıran çıkarsa da, “herkes işine baksın kardeşim” denilip, yola devam edilecek. Soçi dönüşü uçaktan, arayı düzeltmeye çabaladığımız Mısır, BAE ve Suudi Arabistan’a nanik yaparcasına iki elle dörder parmaklı “rabia” selâmıyla inen Erdoğan’ın bildiği bir şeyler olmalı.  

* MENA: “Middle East & North Africa” yani Ortadoğu ve Kuzey Afrika. 

Tüm yazılarını göster