Soğuk Toprak: Olay yerine Che Guevara tişörtüyle mi gelinir?
Güç ve iktidar mefhumlarının merkezinde olduğu hikâye, olay örgüsü ve gerçekçi atmosferi ile dikkati çekse de asıl etkileyici gücünü sahici diyaloglarından alıyor, diyebiliriz. Her ne kadar eğlenceli bir tip olsa da, karikatüre asla dönüşmeyen Duffy, cinayet mahalline gittiği bir gün şefi tarafından, “Sen tam bir andavalsın. Olay yerine silahsız, spor ayakkabı ve Che Guevara tişörtüyle mi gelinir?” cümleleriyle azarlanır.
DUVAR - İbrahim Yıldız ve Osman İşçi çevirisiyle Dipnot Yayınları tarafından yayımlanan Adrian McKinty imzalı Soğuk Toprak, aynı yayınevinden çıkan politik polisiye serisinin ikinci kitabı olma özelliğini taşıyor. Evvel zamanda Dominique Manotti’nin 'Firar' kitabını yayımlayan Dipnot, Kızıl Tugayların odağında olduğu bir polisiye hikâyenin okur ile buluşmasını sağlamıştı.
Bu kez IRA’nın öznesini oluşturduğu bir hikâyeyi Komiser yardımcısı Dedektif Duffy’nin gözünden, Soğuk Toprak adlı kitap aracılığıyla ile okuyoruz. Kuzey İrlanda’da dedektif olarak çalışan Duffy, önceleri önemsiz ve ufak dosyalara baksa da, amiri tarafından verilen seri katil dosyasına amiyane tabirle söylersek uçarak atlar. Başlarda 'Kuzey İrlanda’da seri katil olmaz' düşüncesiyle olayı küçümsese de, peş peşe gerçekleşen cinayetler zamanla ilgisini çeker. Dönem, IRA’nın gücünü arttırdığı, Belfast sokaklarında her gün ve gece eylemlerin yapıldığı, Bobby Sands’ın ve arkadaşlarının açlık grevlerinde hayatını kaybettiği dönemdir. Üstelik İngilizlerin Demir Lady’si Margaret Thatcher iktidardadır. Hem kendi ülkesindeki muhaliflere hem de Kuzey İrlanda ve İskoçya gibi ülkelerde yaşayan 'geçmiş dönem' sömürgelerine zulüm etmektedir.
İki eşcinsel karakterin aynı gece öldürülmesi ile başlayan bir dizi cinayeti konu alan dosyaya çok geçmeden hamile bir kadın cinayeti de eklenir. Dönemin Kuzey İrlanda’sında eşcinsellik suç olarak nitelenmektedir. Üstelik hem devlet, hem de IRA –ki kitapta sık sık "Diz kapaklarından vururlar" cümlesi ile cezalandırma yöntemine atıf yapılmaktadır- bu meselesinin karşısında bir yerde pozisyon alırlar. Ancak, Dedektif Duffy’nin deyimiyle, "Eşcinsellik suç fakat birini öldürmek de suç"tur. Bu motivasyonla, katili yakalamaya girişen kahramanız, çok geçmeden kendisini başka cinayetler içerisinde bulur. Çok trajik olsa da IRA’nın siyasi kanadı olarak nitelenen Sinn Fein’den ve aynı kanadın basın danışmanı olan Freddie’den yardımını ister. Duffy’ye göre, şu günlerde basın açlık grevlerine sık sık yer vermektedir. Ancak bu seri katil meselesi uzarsa, açlık grevlerine verilen yer azalacak ve insanlar artık sadece seri katili konuşuyor, olacaktır. Sinn Fein’e yaptığı bu açıklama, onlar tarafından da ilgi görür. Ancak, ortalık fazlasıyla karışıktır, şu an kimse bu meselesinin üzerine düşünmek istemez.
Dedektif Duffy ise üniversitede aldığı psikoloji eğitimine güvenmekte, bir dizi ipucu olarak gördüğü belirtilere yumulmakta ve var gücü ile meselesi çözmeye çalışmaktadır. Öyle ki, bazı zamanlar akıl sağlığını yitirdiğini bile düşünürüz. Ancak çok geçmeden aynı dosyadan el çektirilir ve yerine başkası atanır. Duffy pes etmez ve canı pahasına da olsa olayın peşini bırakmaz. Odağında devlet ve örgüt arasındaki çatışmanın olduğu bir dizi olayın kapısı muhbirin evine açılır. Ve meselenin nefret cinayetleri olmadığı ortaya çıkar.
Güç ve iktidar mefhumlarının merkezinde olduğu hikâye, olay örgüsü ve gerçekçi atmosferi ile dikkati çekse de asıl etkileyici gücünü sahici diyaloglarından alıyor, diyebiliriz. Dönemin siyasal ve kültürel olaylarının da karakterler aracılığı ile yorumlandığı diyaloglar, kitabı neredeyse tarihi roman olarak bile niteleyebilir. Gerçek kişilerin sık sık göründüğü, tarihi olayların hikâyeyi yönlendirdiği bölümler ayrıca dikkat değer. Karakterlerin ritüelleri ve geçmiş hikâyeleri, yazarın mekân tasvirleri ve yalın anlatımı ile birleştiğinde gerçekçi fotoğraflar ortaya çıkarıyor.
Dedektif Duffy’nin karakteri ise özenle çiziliyor. Her sabah arabasının altında bomba olup olmadığını kontrol eden, kendisine taş atan protestoculara sivil itaatsizliği öneren ve kafasına taş yiyen Duffy, sert ve hoyrat bir yapıya sahip değildir. Her ne kadar eğlenceli bir tip olsa da, karikatüre asla dönüşmeyen Duffy, cinayet mahalline gittiği bir gün şefi tarafından, “Sen tam bir andavalsın. Olay yerine silahsız, spor ayakkabı ve Che Guevara tişörtüyle mi gelinir?” cümleleriyle azarlanır. Neden polis olduğu sorusuna ise, “Havalı üniformalar… Her sabah işe giderken öldürülme ihtimalinin verdiği heyecan…” diyebilecek kadar ukala ve alaycıdır. Bir yanıyla apolitik görünse de, “Tarafımı seçmeye en yakın olduğum an Kanlı Pazar* ertesinde babamla birlikte Derry’deki cenaze törenlerine katıldığım gün oldu; o gün yirmi-dört saat IRA’ya katılma konusunu düşünmüştüm” diyebilecek kadar savrulma yaşamıştır.
Kitabın diğer gücü ise polisiyenin dar kalıplarına sıkışmadan, katilin kim olduğuyla fazlasıyla ilgilenmeden ve olayları sadece neden ve sonuçlarına indirgemeden, dönemin gerçekçi bir tahlilinin gözler önüne serilmesidir. 80’li yıllar Kuzey İrlanda’sının pek çok özelliği bu romanda karşımıza çıkmaktadır. Yazar, dramaturgiyi polisiye olayların üzerine kursa da, asıl etkiyi atmosfer yaratmadaki beceresinden dolayı sağlamaktadır. Bu becerenin su götürmez yanı ise olaylar arasındaki ritmin sürekliliğinden ve bir an bile olsa sekteye uğramamasından kaynaklanmaktadır. Anlatım düz ve akışkandır. Yazar, okurdan kendisini suya bırakmasını istemektedir.
*Bilindiği gibi 30 Ocak 1972’de Kuzey İrlanda’nın Derry kentinde düzenlenen protestoya İngiliz askerleri tarafından ateş açılmış ve on dört kişi yaşamını yitirmiştir. Bu olaya Kanlı Pazar ismi verilmiştir.