Soğukta Tostoyevski

Ali ve Rezan iki kuzen. Birinin asıl işi inşaat demirciliği, diğer fırıncılık yapmış yıllarca. Ekonomik kriz olup işler kötüye gidince seyyar tostçuluk yapmaya başladılar.

Abone ol

DİYARBAKIR - Diyarbakır’daki kafe adları başlı başına bir yazı konusudur. Çünkü kafelerin neredeyse tamamı adlarını filmlerden, mitolojiden, şiirden almıştır. Mesela kafelerden biri bir şiir akımından, bir diğeri ünlü bir casus kadından almıştır adını. Bir de Diyarbakır’a ilk geldiğim yıllarda, neredeyse her kafede bir kitaplık da bulunurdu. Birçok kafede hâlâ rastlanıyor kitaplara ama nedense raflar daha az, raflardaki kitaplar daha seyrek artık. Belki bir modaydı, geldi geçti.

Bana bunları bir kez daha düşündüren 'Tostoyevski' oldu. Yok, en sevdiğim yazarlardan birinin, Dostoyevski’nin adını yanlış yazmadım. Bu Tostoyevski başka, Batıkent Meydanı’nın karşısında açılan yeni bir mekanın adı. Aynı cadde üzerinde sayısını bilmediğim kadar kebapçı var. Kimi akşamlar fena acıkmışsam bu kebapçılarda doyuruyorum karnımı. Favori kebapçım ise camekanında Yılmaz Güney’in çok güzel gülen fotoğrafı bulunan kebapçıdır mesela. Fotoğrafta, Yılmaz Güney’e ait olduğu rivayet edilen şöyle bir söz vardır: “Biz de bilirdik yâre çiçek almayı, lakin açtık, ciğer yedik.”

Bilen bilir, Diyarbakır’a yaz erken gelir, uzun sürer. O yaz sıcağı o kadar bunaltıcı ve yakıcı olur ki, hiç bitmeyecekmiş gibi bir duyguya neden olur. Kış ise genellikle sonbaharı atlayarak ve birdenbire gelir. Dolayısıyla hevesli olanlar için bir sonbahar romantizmi yaşamak her zaman mümkün olmuyor Diyarbakır’da.

Bu yıl da böyle oldu. Ağaçların yaprakları doğru dürüst sararmadan, doğalgazın vanası açılmadan, insanlar tişörtlerle dolaşırken birden yağmur ve soğuklar gelmeye başladı. Ama belli de olmaz, kış günü bir güneş açar bazen Diyarbakır’da, “Yazdan kalma bir gün” dersiniz alışkanlıkla.

YOL KESEN TOSTOYEVSKİ

Tostoyevski böyle soğuk bir havada yürüyüş yaparken kesti yolumu. Kaldırımdaki tabela yağmurdan yıkanmış, araba farlarının ışığıyla bir aydınlanıp bir kararıyordu. Tabeladaki yazıyı yanlış okuduğumu sandım önce. Biraz dikkatli bakınca emin oldum, tabelada Tostoyevski yazıyordu. Tostoyevski’nin altında “tost balık&köfte” yazısı da kocaman yazılmıştı. Yan tarafta bir seyyar araba vardı. Arabanın camekanında da aynı yazılar vardı ve araba farlarıyla bir görünüp bir kayboluyordu.

Dostoyevski, tost, Tostoyevski. Bu kelimelerin çağrıştırdıkları bir anda canlandı gözümde. Dostoyevski adının tost gibi basit bir yemek için bu şekilde tahrip edilmesi hiç hoş değildi, ilk tepkim bu oldu. Kolay değil, Dostoyevski, başka bir iki yazarla birlikte, hayatıma tesir etmiş bir yazar sonuçta.

Ama öte yandan bu aklın fırlamalığı da sevimli geldi bana. Bir de şöyle düşündüm: Tostoyevski adlı bir yer açan kişi, mutlaka Dostoyevski hayranıdır.

DOSTOYEVSKİ VE İKİ KUZEN

Hava yağmurlu ve soğuktu. Seyyar arabanın üstüne bir branda çekilmişti. Brandanın altındaki masada iki genç adam oturuyordu. Beni bir Dostoyevski muhabbeti çağırıyordu. Ali Kaya ile Rezan Şahin iki kuzendi. Plastik koltuklardan birinde yer verdiler bana, ardından kaçak çay geldi hemen. Ali, liseye kadar okumuştu. “Okulda kendim için bir gelecek göremedim. Üniversiteye girebilirdim ama devam etmedim okula” dedi. Uzun zaman inşaatlarda demir işi yapmıştı. Dediğine göre inşaatlarda iş vardı hâlâ ama işçilerin parasını alması kolay olmuyordu artık. “Kriz var ya abê, kimseden para çıkmıyor artık” diyor.

Demircilik işini neden bıraktığını Ali, güzel bir Diyarbakır Türkçesiyle, “O kadar emek veriyorsun, sonra paranı almak için günlerce adamların peşinden koşuyorsun. Baktım böyle olmayacak, her gün kavga gürültü, ben de bıraktım işi” şeklinde anlattı. Bir demirci için biraz cılız görünüyordu Ali. “Şişmanlardan daha çok iş yaparım” dedi.

.

‘DEDİK TOSTOYEVSKİ OLSUN’

Rezan Şahin, ailesiyle birlikte Hatay Dörtyol’da uzun yıllar yaşamıştı. Esas mesleği fırıncılık. Ortaokula kadar okumuş Rezan. Ailece Diyarbakır’a döndüklerinde, bir akrabasının yanında fidan satmaya başlamış. Eliyle de gösterdi Batıkent Meydanı’ndaki fidancıları, “Dayımın yeri orada” diyerek.

Bir süre dayısıyla birlikte çalıştıktan sonra kendi ayakları üzerinde durmak niyetiyle, kuzeni Ali’yle Tostoyevski’yi açmaya karar vermişler. Ekonomik kriz, elbette, fidan işi yapanları da etkilemiş. Nakliyesiydi, bakımıydı, epey masraf yüklenmiş. Tostoyevski fikri de Rezan’dan çıkmış zaten. “İsim arıyorduk, sonunda bu geldi aklıma” diyor gülerek. “İyi oldu” diyor Ali, “Soranlara ‘Bu çok ünlü bir Rus yazarıdır” diye anlatıyoruz. Belki merak edenler olur, gider bir romanını okur.”

‘KENDİSİ DE KUMARBAZDI’

Peki, Dostoyevski’nin romanlarını okumuşlar mıydı acaba? Ali, “Suç ve Ceza’yı bir de Kumarbaz’ı okudum” diyor. Rezan, sadece Dostoyevski’nin adını duymuş. Ama ikisi de Dostoyevski’nin önemli bir insan ve yazar olduğunu düşünüyorlar. Ali, “Suç ve Ceza’da bir tefeci öldürülmüştü. Roman bunu anlatıyor” diyerek söz alıyor. Söylediklerinden bir tefecinin öldürülmesini hoş gören bir eda seziliyor. Sonra Kumarbaz romanı için, “Bir kumarbazın hayatını anlatıyor” diyor ve ekliyor: “Abê, kendisi de bir kumarbazdı, belki de kendisini anlatmıştır, değil mi?”

KOSKOCA DİYARBAKIR’DA BİR METRE YER

Burayı kolay açmamışlar elbette. Arka taraftaki apartman sakinleri, çevredeki esnaf karşı çıkmışlar bu seyyar tezgaha. Ali, “Koskoca Diyarbakır’da bir metre yer kalmadı bize” diyor. Sadece tost yapmıyorlar bu seyyar arabada. Hamsi ve köfte de yapıyorlar. Yoldan geçenler, yan taraftaki kahvehanenin müşterileri, üşenip evde yemek yapamayan komşular sipariş veriyormuş kendilerine. Koskoca Diyarbakır’da bir yerleri olmuş artık, bunun gururunu ve huzurunu okumak mümkün iki kuzenin yüzlerinden. Üstelik, “İşler fena değil, kendini kurtarıyor.”

AKŞAMIN SONUNDA FUL TOST

Ben de bir tost istiyorum. Ali, nasıl bir tost istediğimi sormadan hazırlamaya başlıyor tostu. “Kaşarlı mı yapıyorsun?” diye sorunca, “Ful yapıyorum abê” diye karşılık veriyor. Ful tostta kaşarın yanı sıra yumurta, sucuk, biber de varmış. İçinden öyle geldi, diye düşünüp sesimi çıkarmıyorum. Acı ister misin?” sorusuna da “Olur” diyorum. Yüzündeki gülümsemeden acı sevmemin hoşuna gittiğini anlıyorum. Kim bilir, belki sadece acı biber vardı, ondandı bu memnuniyeti.

Tostun lezzeti hakkında lezzet ustaları konuşsun isterim ama Tostoyevski’de ful tost sadece 5 liraydı. Ali ile Rezan, hamsilerin taze olduğunu söylemişlerdi, belki bir gün hamsi yemeye de gelirim. İçimden, Keşke Tostoyevski güzel bir Dostoyevski muhabbetine de çağırsaymış, diye geçirerek çıkıyorum brandanın altından. Ben yağmura çıktığımda, camekanın arkasındaki iki kuzen, “Sohbet etmeye de gel abê” diyorlardı.