Sokağın mukavemeti: Engin Sustam

Akademisyen ve yazar Engin Sustam’ın “Kırılgan Sapmalar-Sokak Mukavemetleri ve Yeni Başkaldırılar” kitabı Kalkedon Yayınları tarafından yayımlandı. Sustam bu kitabıyla okuru, göremediklerini düşünmeye davet ederek ayaklanmaların öngörülemezliğine işaret ediyor.

Abone ol

Fatih Tan

Engin Sustam 2015-2016 yılında ’’Barış için Akademisyenler’’ imzacısı olarak işinden atılmadan önce, Türkiye'de farklı üniversitelerde sosyoloji, felsefe ve sanat üzerine dersler vermekteydi. Diğer birçok akademisyen gibi akademik kariyerine yurt dışında devam eden Sustam, şuan hali hazırda Paris 8 Üniversitesi’nde Deleuze, Guattari ve Foucault üzerine, Çağdaş Felsefe dersleri vermesinin yanında ayrıca Avrupa’da farklı sanatçılarla ortak projelerde de yer almaktadır. Son dönemde Kürt coğrafyasındaki post-kolonyal durumlar üzerine yoğunlaşan Sustam’ın, özellikle çağdaş sanat ve sinema üzerine de önemli makaleleri bulunmaktadır. Devrimci bir gelenekten gelen ve Koçgirili bir aileye mensup olan Engin Sustam’ın Kırılgan Sapmalar: Sokak Mukavemetleri ve Başkaldırının Yeni Alanları adlı yeni kitabı geçtiğimiz ay Kalkedon Yayınları’ndan çıkarak okuyucuyla buluştu.

Sustam, kitabında 20. ve 21. yüzyıllarda ağırlıklı olarak Avrupa ve dünyanın farklı yerlerinde yaşanılan siyasi dalgalanmaları sanat ile bağıntılı bir şekilde kronolojik olarak anlatıyor. Ancak buradaki bağıntı olgusunu, bir örtüşmeden ya da formel bir determinizmden ziyade ontolojik bir durumun olduğuna işaret ediyor Sustam. Kitabın önsözünde geçen “Sanat gösteren değil bütün bu ayaklanma formları içindeki ilişkiye sızandır. Sanat, yaşamın kendisi olarak başkaldırının kolektif rezonansıdır” cümlesi bizlere kitabın içinde geçen birçok şeyin ipucunu da vermektedir. Heidegger kendi felsefesinde “var olmak” terimini genellikle “ikamet etmek” olarak kullanır. Sustam da kitabında sanatın, siyasalın ve toplumsalın içinde nasıl ikamet ettiğini, ne gibi bir işleve sahip olduğunu ve geçmişten günümüze ayrıntılı bir şekilde güncel olanı önümüze seriyor. Kitapta geçen şu bölüme yer vermek istiyorum: “Sanatın başından beri angaje olmadan, gösteren olmadan şimdide olan güç ve tahakküm ile doymuş hiyerarşik alanı bertaraf eden dili, başkaldırılarla kurulan dilin diyaloğunun yolunu da açıyor. 17. yüzyıldan itibaren modernitenin ünlü eserlerine, Goya, Courbert, Evans, Sander veya Roselini gibi sanatçılara baktığımızda her dönemin kurulan bu diyalog üzerinden toplumsal alandaki başkaldırıya eklemlediğini de görüyoruz. 1968’in izleklerinden biri olan sanatçı Jean-Jacques Lebel’in ‘Ayaklanmalar’ Mison Rouge ya da MAMCO’daki happening’lerle yoğrulmuş hafıza ayaklanma alanını anlatan sergisini örnek verebiliriz. Artaud’dan Deleuze’e Dada’dan Fluxus’a Michaux’dan Guattari’ye Duchamp’dan Aimé Césaire’e kadar bütün sanatsal, entelektüel ve toplumsal ayaklanmaların boyutunu arşivleyen Lebel, isyanın otorite karşısında kurduğu ilişkiselliğe bakarken sanatsal biçimlere politik, entelektüel veya duygusal başka yaklaşımlar üzerinden eğilir.”

Sustam’ın kitabından hareketle sanat ve politika üzerine onun kitabından kısmen bağımsız, ancak içerik olarak da bir o kadar bağlantılı olan bu iki başlık hakkında, ben de birkaç şeye değinmek istiyorum.

SANAT VE POLİTİKA

Sanat, katı modernist tutumları deforme ederek, yeni bir düşünce ve söylem alanı içinde kendisini yeniden kavramsallaştırmaya çalıştı. Bu kavramsallaştırmayla birlikte ‘öjenik’ terimini de dışarda bıraktı. İstisnai olarak, herhalde bir tek sanatın -olumlu anlamda- bir bağışıklığa sahip olduğunu söyleyebiliriz. Sanatın genel anlamda ve yine her koşulda ötekiyi benimseyen bir olgu olduğu ortada. Bifo Berardi’nin estetik ile ilgili şu çarpıcı söylemini hatırlayarak devam edelim: “Estetik, organizmayla çevresinin ahenkli hale getirildiği disiplindir” (1). Günümüzde ötekiye bir aura oluşturan ideolojik terimler değil, günün sonunda daha yaşamsal olanın pratikte sergilediği davranışlardır. René Girard, “Mimetizmi düşünmek, kaçınılmaz olarak ‘insanı düşünmek’ demektir” der (2). Gündelik olan, sanat için doğal olan ve mimetik olandır bir anlamda. Sanat için doğal olanın imgesi politik bir mimesisdir. Sanatın bu gerçeğin farkında olması esasında birçok duruma da ön ayak olabiliyor, özellikle de güncel politik eylem planları içerisinde bu ahengi çoğu defa görebiliyoruz. Ancak bu aynı zamanda iktidarları da rahatsız eden bir durumdur. Sanatın ve politikanın arasındaki içsel bağlantı geçmişten günümüze hep süregelmiştir. Sanat bu bağlantı halini kayıt altına alıp işaret ettiği gibi, yeni olası oluş eylemlerini de arar. Sanatın şüphesiz birçok açıdan uluslararası politikaları ve kapitalizmin yeniden inşası üzerine çok fazla kuramsal araçların peşine düştüğünü ve hızla gelişen küreselleşme karşıtı hareketlerde etkin rol aldığını dünyanın farklı yerlerinde de görebiliyoruz.

Kırılgan Sapmalar, Engin Sustam, 400 syf., Kalkedon Yayınları, 2020.

KÜLTÜR KAVRAMI

Bruno Lataour, “Kültür kavramının kendisi, bizim doğayı bir kenara koymamızla yaratılmış bir artefaktır” der (3). Buradaki artefak bana göre yine olumlu anlamda sanatın kendisidir. Sanat, doğa ile kültür arasındaki kopukluğu gidermeye çalışan içsel bir uzlaşma alanıdır. Grek estetiğinden bu yana mimesis olgusunu dışarda bırakan, kültür kavramından ziyade politik-ideolojiler olmuştur. Doğayı taklit etmek toplumsal değerleri belirler. Bu bağlamda Naziler toplumsal değerleri yok ederken, aynı zamanda özünde mimesisi de yok etmişlerdir. Sanat, politika ile doğa arasındaki yaşanılan bu tarz durumları anlatmaya, anlamlandırmaya ve karşı bir direnişi konumlandırmaya çalışan bir tür eylemsellik işlevi görür. İnsan söylemi artık bir kimlik-kültür üzerinden değil, dilin söylemi üzerinden farklılaşır. Bu dil, doğayı da barındırdığı sürece belirginleşir. Buradaki doğa, popülist olan salt ekoloji nosyonu ile sınırlı değildir. Toplumsal bellek, politik ağ ile estetik üretim sisteminin yeniden yan yana kurulmasının ve buna karşı direnişin, reaksiyonun da yan yana var olduğunu düşünmek bir hayal olarak görülebilir. Ancak siyaset, çeşitli çıkar gruplarının hem geçmişte hem de bugün kabullenilmek için çatıştıkları bir alan iken, sanat daha önce iktidar ideolojisinde meşru görülmeyen bireysel yaklaşımların ve toplumsal tahakkümün politik ağlarını ifşa etmeye çalışır. Ve tüm söylemlerin, işaretlerin, formların ve şeylerin meşru birer sanatsal temsil nesnesi olarak kabullenilmesi için mücadele verir.

Sustam’ın metaforik dili yaşanılan politik olayları kafkaesk bir atmosfere çekmeye çalışarak, içinden çıkılması zor bir sistemi, okuyucu için daha anlaşılır bir hale getiriyor. Eylem halindeki sanat, alımlayan ve kendini yenileyen bir mimesisle işler. Üstüne çalışılan imge ile imgenin çalışma tekniği doğal bir döngüdür. Buradaki döngü Sustam’ın da yukarda belirttiği gibi bir gösteren değil, o döngünün içine sızandır. Bu sızma her zaman doğal olmayanı açığa çıkarır ve ifşa eder. Bundan dolayı da buradan genellikle güçlü bir direniş ağı çıkar.

Yüzyıllardır tek başına bir sözcük olarak bütün genel ve özel tarihsel olayları anlatma gücüne sahip olan kavram herhalde bir tek sanattır. Bu kavram kapitalizmin ve neo-liberalizmin doğuşunu, ırkçı ideolojiler ve soykırım politikaları gibi oldukça farklı konular üzerine düşünmek için bir araç oldu. Sanatın bu rolü iktidarların günümüzdeki pozisyonlarını anlamak, eleştirmek, çözümlemek için önemli bir direniş ağını oluşturdu. Bunların yanında ayrıca bugün post-kolonyal politikaların küresel ortaklıklarını, cinsiyet ve beden üzerindeki söylemleri, çevre meselelerini ve daha birçok yeni-dünyanın gelecekte bizi bekleyen ağlarını da kendi doğası içinde görünür kılmaya devam ediyor. Yukarda sıraladığım bütün bu kavramların ve daha fazlasını kitabında irdeleyen Sustam, kendine özgü dili ve anlatımıyla birçok başlığı sanat ve estetik bağlamında bizlere yeni ve fraklı bir perspektiften sunuyor. Aslına bakılırsa sonuç olarak Sustam bu yeni kitabında, bu tartışmanın yoğunluğu ve sanatın önemini, kavramın çağımızda asli olan kimi politik konuları -tam da kalbinden yakaladığını- etkili bir şekilde göstermektedir.

KAYNAKLAR

  1. Ruh İşbaşında s.116 Franco -Bifo- Berardi Metis Yay. Çev. Fırat Genç
  2. Kültürün Kökeni s.11 René Girard Dost Yay. Çev. Mükremin Yaman, Ayten Er
  3. Biz Hiç Modern Olmadık s.123 Bruno Lataour Norgunk Yay. Çev. İnci Uysal