Sokak hayvanlarıyla birlikte yaşamak
Dünya tüm canlıları ile bir bütündür ve sadece insanlığa ait değildir. Evcilleştirilen, daha sonra terk edilen ve türlü kötülüklere maruz kalan hayvanlara kendi etik standartlarımızı dayatmamalıyız.
Yaşadığımız semtte yürüyüş yaptığımız caddelerde, parklarda, yaşadığımız sitelerde, çalıştığımız şantiye, ofis gibi açık ya da yarı açık alanlarda sahipsiz kedi ve köpeklerle birlikte bu hayatı paylaşıyoruz. Ortak yaşama alanlarını paylaştığımız bu canlılarla ilişkimizin ahlaki boyutunu düşündüğümüzde, davranışlarımızın belirlenmesindeki zihinsel yapıyı sorgulamak önemli. Belki de bu davranışlar, dünyanın ve içindekilerin sadece insan mülkiyetine ait olduğu yanılgısından ve insanların diğer canlılarla empati kuramamasından kaynaklanıyor. Ancak, bu yanılgının ötesine geçerek, tüm canlıların yaşam haklarını kabul etmek gerek.
HAYVANLAR VE İNSANLAR
Fransız deneme yazarı Montaigne, “Herhangi bir insanla diğer bir insan arasındaki fark, insanla hayvan arasındaki farktan büyüktür.” diyor. Bu sözüyle insanlarla hayvanların aslında birbirlerinden çok da farklı olmadığının altını çiziyor.
Köpeklerin, insanların yanında yerleşik yaşama geçişte her zaman bir dost olarak var olduğu biliniyor. Aynı zamanda genetik kanıtlara bakıldığında köpeklerin evcilleşmesinin 27.000 ila 40.000 yıl öncesine dayandığı tahmin ediliyor. Evcilleştirilen ilk hayvan olan köpeklerin evcilleştirilmesindeki ana etkenin ise insan olduğu kabul edilmektedir. Köpeklerin insanlar tarafından belirli işlevlerde; avcılık, koruma, çobanlık ve taşıma işlerinde kullanılmak üzere evcilleştirildiği veya insanların yemek artığını yeme karşılığında onlara koruma sağlama gibi karşılıklı fayda sağlaması sonucu evcilleştiği yönünde bilgiler bulunmaktadır. Zamanla köpekler ile insanların bağı derinleşmiş ve gelişmiştir.
Kedilerin ise evcilleştirilme süreci, köpeklere kıyasla daha az belgelenmiş ve tarihi süreci saptanması zor bir konu olmuştur. Kedilerin yaklaşık 10.000 yıl önce insanların avcı toplayıcılığı bırakıp tarımla uğraşmaya başlaması döneminde yiyeceklerini haşerelerden korumak amacıyla evcilleştirildiği düşünülmektedir.
Tüm bunlar göstermektedir ki aslında köpek ve kediler günlük yaşamda insanlara kolaylık sağlıyor; güvenlik, taşıma, korunma gibi çeşitli konularda işlevsel oluyor. Sokak hayvanları insanlara fayda sağlamasa bile yaşama hakkına sahiptir. Her canlının dünyada olma sebebi biyolojik yaşam döngüsünde bir gerekliliktir. Bir canlıyı yok etmek ya da doğal yaşam alanından (günümüzde betonlaşmayla maalesef sokaklar doğal yaşamın yerini aldı) uzaklaştırmak ona yaşam hakkı tanımamaktır. Büyük kentlerin kurulması, inşaatlar, yeşil alanların yok edilmesiyle her geçen gün yaşam alanları ellerinden alınan hayvanların sokaklardan başka yaşayacakları yer kalmıyor ve bu durumda beslenme için de insana muhtaç hale geliyorlar.
HAYVANLAR NEDEN SOKAKTA?
Sokakların ve açık alanların tüm canlılara ait olduğu gerçeği “herhangi bir hayvanın girebildiği tüm açık alanlar onların yaşam alanıdır.’’ ifadesi ile vurgulanmaktadır. Örneklerle açıklamak gerekirse; kendimize ait müstakil bir evimizin olduğunu hayal edelim. Bahçede yaşayan karıncaların evimize girmesi bizi nasıl rahatsız ediyorsa bizim bahçeyi yok edip onlara yaşam alanı bırakmamamız da onlar için rahatsız edicidir.
Bu durum sadece sokaklar için değil deniz ve hava için de geçerlidir. Balkonumuza konan bir martıdan rahatsız olma hakkımız var mıdır? Denizde yüzerken bir yosundan ya da balıktan rahatsız olma hakkına sahip miyiz? (üstelik onların doğal ortamındayken)
Peki sokakta yaşayan kedi ve köpekten rahatsız olmaya hakkımız var mı?
Tüm bu sorulara verdiğimiz cevaplar, bizlerin “ne kadar insan olduğumuzu’’ anlamamıza vesile olacaktır.
Sokaktaki kedi veya köpeği bulunduğu bir yerden başka bir yere atma veya belirli bir alana hapsetme eylemini eğer gücümüz yetmese yapabilir miydik? Bu tür eylemleri neden denizdeki canlılara karşı aynı kolaylıkla yap(a)mıyoruz? Örneğin, denize girdiğimizde ayağımızın kumda yaşayan bir çarpan balığına basarak zarar görmesi durumunda, bu durumu kabul edip tedavi oluruz veya benzer bir durum ile tekrar karşılaşmamak için deniz ayakkabısı giyeriz ya da o bölgede yüzmeyiz. Linç kültürü ile onlara saldırmayı, onları zehirlemeyi veya bulundukları yerden alıp başka bir yere götürmeyi aklımıza getirmeyiz. Çünkü orası o canlının yaşam alanıdır. Köpekleri ve kedileri niçin ellerinde kalmış yegane barınma alanı olan sokaklarda huzur vermeden belirli yerlere hapsedip yaşamlarını sınırlamaya çalışalım ki?
Aşağıdaki gazete haber başlığına bakacak olursak; bu haber bir uyarı niteliğindedir ve aslında insanlara o bölgede denize girmemeleri gerektiğini belirtir. Neden benzer tutumu kediler veya köpekler için uygulamıyoruz. Bu durum gücümüzün sokaktaki dost canlılara kolaylıkla yetmesi ve bizimle aynı havayı soluyan diğer canlılara karşı insanların kendisini öncelikli hak sahibi görmesinden kaynaklanıyor. Dünya üzerinde 8.7 milyon ökaryotik ("karmaşık"/"gelişmiş"/zarlı hücre yapılı) canlı türünün var olduğu düşünülmektedir. İnsan türü bunlardan sadece 1 tanesidir. Ancak insanlık, kendini merkeze koyarak, sahip olduğu kültürel, dini, etnik, cinsiyet ve başka birçok diğer faktörlere dayalı ötekileştirme sistemi oluşturabilen tek türdür.
Ötekinin üzerinde baskı kurması ve onu merkezin dışına atarak ötekileştirmesi ne kadar anlamlı veya doğru olabilir?
HAYVANSEVERLİĞİN AHLAKİ BOYUTU
Sokakta insanların kötü davranışına maruz bırakılan bir kedinin, köpeğin veya çocuğun ruhsal veya bedensel sağlığını korumasını bekleyemeyiz. Bir köpeğin yapmış olduğu hatalı davranışın sorumluluğunu -esas sebebinin insan olduğu bilinmesine rağmen- tüm köpeklere yüklenmesi, aslında insanların siyahilere, kadınlara, eşcinsellere vb. yönelik ayrımcılığının ne denli benzer olduğunun bir göstergesidir.
Kediler veya köpekler, insanlar tarafından kolaylıkla her an mikrop saçan, tehlikeli ve zararlı canlılar olarak gösterilebilmektedir. Bu durumda onlara istediğimiz eylemi kolaylıkla uygulayabiliriz. Ne de olsa bu dost canlılar kendilerini “Ben zararlı değilim, mikrop saçmıyorum, bu dünyada benim de en az senin kadar yaşama hakkım var” diyerek savunamamaktadır. “Suçlu’’ olduğu ispatlanmış bir insana bile savunma hakkı verilirken, bu canlıların ötekileştirilerek suçlanmasının temel nedeni, insanların kendilerini üstün ve güçlü görmesiyle birlikte, bu canlılara karşı güçlerinin yetmesi ve kendi varlıklarının daha yüksek ahlaki değere sahip olduğuna inanmalarıdır.
İnsanların davranışlarında “Kendine yapılmasını istemediğini başkasına yapma’’ ilkesinin geçerliliği ve doğruluğu, toplumun ahlaki bir temele dayanan düzen ve uyum içinde yaşaması için büyük önem taşır. Günlük yaşamda herkes, herhangi bir durumda en iyi faydayı elde etmeyi arzular. Örneğin, evimizin dolabını yapan bir marangozdan kaliteli işçilik bekleriz. Marangoz da hastalandığında kendisine bakan doktorun, kendisini en iyi biçimde muayene etmesini bekler. Aslında işin özünde, her insanın birbirinden “ahlaklı olma’’ beklentisi bulunmaktadır.
Hayvansever ve vicdanlı insanlar hayvanların sokaklarda maruz kaldıkları şiddet, açlık, ötekileştirilme gibi sorunları çözmek için büyük çaba sarf ediyor. Aslında, ahlaksız kişilerin sorumsuz davranışlarının sorumluluğunu üstlenmek zorunda kalıyorlar. Çünkü insan tarafından evcilleştirilen bu canlılar, beslenme, sevgi, barınma, ısınma, bakım, korunma gibi temel ihtiyaçları için insanlara muhtaçtır. Sokakta üşürler, hastalanırlar, aç kalırlar, şiddet görürler, otoyolda ezilirler, sahipleri tarafından terk edilmiş ise bunalıma girebilirler. Bu durum vicdan sahibi insanları derinden etkiler.
Vicdan sahibi insanlar, sokaktaki canlıları besleme, sahiplen(dir)me, tedavi etme gibi konularda maddi ve manevi olarak destek olmaya çalışırlar. Hayvansever insanlar için sokaktaki dost canlılara destek olmak kolay bir iş değildir. Çünkü çevrelerindeki pek çok insan bu karşılıksız yardımı yadırgar, zaman ve para kaybı olarak görür. Oysaki sokaktaki bir hayvana yardım etmek hem kendi vicdanımıza iyi gelir hem de doğal dengenin korunmasına katkıda bulunmuş oluruz. Yadırganan tarafın aslında hayvanları koruyan, onlara yardım eden değil, onları iteleyen, şiddet gösteren, yaşam alanlarından uzaklaştırılması gerektiğini düşünen taraf olduğu açıktır.
SOKAK HAYVANLARI İÇİN NE YAPILABİLİR?
Sokaklarda zor koşullar altında yaşayan kedi ve köpeklerin yaşam mücadelesi çözülmesi gereken bir sorundur. Sokak hayvanları konusunda her iki taraf için sürdürülebilir ve karşılıklı faydaya dayalı çözümler konusunda Zülal Kalkandelen’in 25 Ağustos 2023 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde yayımlanan ‘‘Sokak köpeklerini hapsetmek ne yasal ne de çözüm’’ başlıklı yazısındaki bir paragrafı aşağıda paylaşıyorum:
"İnsancıl ve yasal çözüm de bellidir: Belediyelerin tümünün geçici hayvan bakımevi açmasının zorunlu hale gelmesi, yeterli veteriner hekim istihdam edilmesi, kısırlaştırma seferberliğinin sağlanması, merdiven altı hayvan üretimine caydırıcı cezalar getirilmesi, katalogdan hayvan satışının yasaklanarak yuvalandırmanın bakımevlerinden yapılması, gönüllülerle işbirliği içinde besleme faaliyetlerinin belediyelerce organize edilmesi, saldırganlığa eğilimi olan hayvanların rehabilite edilmesi için uzmanlarla çalışılması, toplumda hayvanlar konusundaki bilincin geliştirilmesi ve medyada kamu spotlarının yayımlanması."
Yukarıdaki çözümlere ek olarak, insanlara kedi ve köpeklerin vücut dilini anlama konusunda eğitim verilmesi ve psikolojik destek sağlanması gerekmektedir. Ayrıca, çocuklara hayvan sevgisi de verilmelidir.
8.7 milyon canlı türünden sadece 1 tür olan insanların yaratmadığı, fakat efendisi gibi yaşadığı bu dünya doğal döngüsü için tüm canlıları ile bir bütündür ve sadece insanlığa ait değildir. İnsan tarafından evcilleştirilen, daha sonra terk edilen ve sokaklarda türlü kötülüklere maruz kalan bu dost canlılara kendi etik standartlarımızı tamamen dayatmamalıyız. Bundan dolayı sokak hayvanlarını ötekileştirip onları kötü ve suçlu göstermek yerine her iki tür için var olan iyiye ve faydaya dayalı çözümleri birlikte harekete geçirmeliyiz.
YARARLANILAN KAYNAKLAR: