Yaşadığınız toplumdaki durumları sürekli olarak ideal varsaydığınız bir başka toplumla karşılaştırarak ele alırsanız bu durumların neden böyle olduğunu araştırmaya zihniniz bile izin vermez. Çünkü verili durumun nedenselliği için bugünden geçmişe çok ciddi düşünmeniz, araştırmanız gerekir. Oysa olması gereken üzerinden olanı yargılamanın konforu müthiştir. Bir eksikler, “bizde yok”lar listesi bile size aydın yapmaya yeter!
Modernleşme toplumlarında özellikle modern eğitim almış kesimlerin en önemli açmazı budur. Bir yandan verili toplumla ilgili en fazla analitik söz söyleme potansiyeli olan onlardır çünkü müfredat ve maarif açısından çok daha şanslılardır. Ancak idealize ettikleri Batı’yla kendi toplumlarını sürekli olarak karşılaştırmak ve hep bir eksikler veya yokluklar envanteri çıkarmak şeklinde neredeyse genetikleşmiş bir düşünme (belki de aslında düşünmeme) biçimine hapsolurlar. Zihni bu şekilde yapılanmış bir aydın sanki cebinde sürekli Türkiye’de eksik olanlar, hiç olmayanlar listeleriyle dolaşır. Hatta bu ethos giderek aydın olmanın alâmetifarikası haline gelir. Yani o listeyi ne kadar uzatırsanız o kadar çok aydın olursunuz.
Özellikle yurt dışı seyahatlerimde zaman zaman kendimi tam da bunu yaparken yakalarım. Gündelik hayatta gördüğüm bir şeyi, tutumu, olguyu hep Türkiye ile karşılaştırmak. “Batı ve Biz” oyunu hepimizi biraz esir almış gibidir. Burada esas mesele bu karşılaştırma sonucunda yapılan değerlendirmenin doğru ya da yanlış olması değildir. Zihnin bizatihi böyle çalışmaya ayarlanmış olmasıdır.
Oysa aynı zihniyet aydın için, yaşadığı toplumu anlamada, analiz etmede önemli bir engel oluşturur. Normatif yüksek değerler, verili olanı tespit edebilmek için gereken en basit bir analitik bakışı bile zorlaştırır. Olması gerekene gömülmüş idrak, olanı tespit edemez, olanın ardındaki nedenselliği çözümleyemez. Hatta eğer siyasi bir amaç varsa bu çözümleyememe nedeniyle verimli bir siyaset de üretemez. Solcu aydını iktidarsızlaştıran işte tam da burasıdır.
Bilinç farkındalıktır. Ne kadar çok şeyin farkında olursanız o kadar bilinçli olursunuz. Bu anlamda solcu aydın aslında ciddi bir bilinç kaybı halindedir. Bunun temel nedeni olanın ardındaki nedenselliğin zaten olması gereken tarafından ikame edilmesi gerektiği yönündeki çok güçlü idealizmidir. Türkiyeli solcu aydın tersi yönündeki bütün söylemine rağmen öncelikle idealisttir, materyalist değil. Marksizm, tarihsel ve diyalektik materyalizm sadece malumat düzeyinde “iyi şeyler”dir onun için. Verili toplumun somut, materyalist bir analizi bu bakışla maalesef imkânsızlaşır. Yeterince bilmediği, anlamadığı, neden böyle olduğunu tam olarak açıklayamadığı bir topluma sürekli nasıl olması gerektiğini söyleyen, toplum öyle olmayınca da topluma kızan bir figüre dönüşür solcu aydın. Toplumdan kopuk aydın tipolojisinin ardında yatan zihniyet dünyası budur. Aslında solcu aydın toplumdan kopuk değildir. Sürekli olarak onu kurtarmayı hayal etmektedir. Ama bunu bir türlü başaramamaktadır.
Solcu aydın inanılmaz şekilde idealist, fedakâr, cefakâr bir tiptir aslında. Ama modernleşme toplumunun solcu aydını olmanın krizinden bir türlü sıyrılamaz ve toplumu kendi deyimiyle sığ bir sağcılığa mahkûm edenin kendi ethos’u olduğunu fark etmez. Farkındalık bilinçtir dediğimi bir daha hatırlatayım. Gramsci’nin deyimiyle organikleşemez. Toplumu analitik olarak da, politik olarak da kavrayamaz. Toplumu gericilikle, cehaletle suçlar ama onlarla nasıl mücadele edeceğini de tam olarak bilemez. Oysa sorun öncelikle kendisindedir, kendi seçimlerindedir. Solcu aydının krizi, başına gelenlerin aslında kendi seçimlerinden kaynaklanmasıdır.
Bu kadar donanımla, diplomayla, müfredatla, maarifle kaliteli üniversitelerin diploma törenlerinde “orantısız zekâ” gösterisi yapabilmek ama antropolojik kültüre kapanmış topluma, sağ karşısında bir seçenek yaratamamak sadece solcu aydınların değil aynı zamanda Türkiye’nin krizidir.
Oysa karanlığı tarif ederken bile kullandığınız dil, üslup karanlığı aydınlatabilmelidir. Sadece karanlıkta değil, tam ışıkta da göremezsiniz. Karanlıkla konuşabilecek, onunla iletişim kurabilecek bir dil, bir üslup bulamamak, en azından kendinde Pessoavari bir heteromik seçenek üretememek, kendine atfettiği bütün o doluluk söyleminin içerdiği büyük boşluğa da işaret eder. İşte tam da bu boşluktur o doluluğun toplumsallaşmasını, kamusallaşmasını engelleyen. Solcu aydın, haznesi tıka basa dolu ama musluğu bozuk olduğu için su içilemeyen çeşmeler gibidir.
Belki de solcu aydının ihtiyacı olan bir tür antropolojik kamptır! Claude Levi-Strauss’un Hüzünlü Dönenceler kitabını çantasına koyup, bir seferliğine Ege veya Akdeniz sahilleri yerine tatili Derin Anadolu’nun bir kasabasında geçirmektir! Orada kendini dayatmadan, kendini erteleyerek, geçici bir süre de olsa kendini iptal ederek, bir süre o cehaletle, o gericilikle, o karanlıkla, o antropolojik kültürle birlikte yaşamaktır! O atmosferi derin derin içine çekmektir. Hatta o kısa tatilde Pessoa’nın yaptığı gibi yapmak ve topluma en azından heteronomik bir kimlikte dokunabilmektir. Belki de bu tecrübe solcu aydına sözünü ettiğim o dili, o üslubu bulmasına yardımcı olabilir.
En büyük devrim, en büyük kurtarma operasyonu bu olacaktır. Toplum için, topluma rağmen falan da değil hani. Toplum için, dünya için, insanlık için. Ama her şeyden önce kendimiz için. Yani herkes için.
Bu arada sağcılar sevinmesin. Haftaya da “Sağcı Aydının Krizini” yazacağım. Hatta aslında yazdım bile. Siz haftaya okuyacaksınız.