Kendi dış politikalarını o kadar şahsileştirdiler ki müttefik ya da hasım ülkelerdeki iktidar değişimlerine "İlişkilerimiz devletlerarasıdır, kurumsallık esastır” diyebilecek rahatlıkta değiller. Diyorlar elbet, sözde. İcraatları erketeye yatan adamın halini andırıyor. Herkesten çok Washington’da dümene kimin geçeceğine, hangi koltuğa kimin oturacağına bakıyorlar.
Ya da Erdoğan’ın şantaj ve tehditleri karşısında AB’ye esneklik kazandıran Alman Şansölye Angela Merkel’in koltuğunu kime bırakacağıyla. Armin Laschet Türkiye için ne ifade eder? İktidardaki Hıristiyan Demokrat Birlik’in (CDU) liderlik yarışını kazanan ve başbakanlık koltuğuna geçmesi beklenen Alman siyasetçi. Belli alanlarda Avrupa’daki standart profillerden farklılaşıyor. Orta Doğu’da rejim değiştirme maceralarına karşı çıkmış, “savaş suçlusu” dese de Suriye Devlet Başkanı Beşşar el Esad’a ihtiyaç olduğunu söylemiş, Rusya’nın Suriye savaşına dahlini olumlu bulmuş, Kırım-Ukrayna yüzünden Moskova ile bozulan ilişkilerin düzeltilmesi gerektiğini savunmuş, Rusya’nın şeytanlaştırılmasını eleştirmiş, Çin’le ilişkilere vurgu yapmış bir isim. Gazeteci Julian Röpcke kimyasal silah kullanıldığı suçlamasının ardından ABD’nin Suriye’yi vurma olasılığı gündeme geldiğinde Laschet’in “Obama şimdi El Kaide ile aynı safta Esad’a karşı savaşmak mı istiyor?” diye sorduğunu hatırlatıyor. 2014’te dönemin ABD Dışişleri Bakanı John Kerry “IŞİD yok edilmeli” diye tweet attığında Laschet lafını esirgememiş: “Evet, Sayın Kerry. Fakat siz Suriye’de Cumhurbaşkanı Esad’a karşı IŞİD ve El Nusra’yı desteklediniz. Ve bunlar Katar ve Suudi Arabistan tarafından finanse edildiler.”
Laschet’te Erdoğan’ın üzerine alınacağı mesaj çok.
Türk dostu ama Erdoğan’ın şantajlarına boyun eğilmesini eleştiren, Türkiye’nin AB’ye üyeliğine karşı çıkan ama ahde vefa gereği sürecin askıya alınmasını istemeyen Laschet’in mülteciler, Kıbrıs, Yunanistan ve Doğu Akdeniz gibi ayrılık konularında selefinden ne kadar farklılaşacağını kestirmek zor. Foreign Policy’deki yazısında Noah Barkin, Lanchet’i hem “Merkel ayarında temkinli bir ılımlı” hem de “selefi Gerhard Schröder kadar her şeyden önce iş refleksine sahip otoriterlerle ilişki kurmaya hazır biri” olarak tanımlıyor. Farklılıklara rağmen Erdoğan da Laschet’te aradığını bulabilir.
Kuşkusuz AB’nin dış politika konularında Washington’a ayarlı olmasından dolayı bakılması gereken yer yine Beyaz Saray. Şimdi herkes Biden’ın ekibinde yer alacak isimlerin çetelesini tutuyor. Tweet avcıları geçmişi kazıyor. Dışişleri Bakanlığı’na aday gösterilen Antony Blinken’la ne değişir? Veyahut Ulusal Güvenlik Danışmanlığı’na atanan Jake Sullivan'la.
Müslümanlara seyahat yasağı getirmiş, kendisine “Aptal olma” demiş, “Ekonomini batırırım” diye tehdit etmiş Donald Trump’la gayet iyi anlaşan Erdoğan’daki Joe Biden tedirginliği arayışlara yansıyor. Biden’ın telefonuna çıkmasını bekliyor, haftalar geçmiş, gamsız!
Biden ilk imzalarından birini bazı Müslüman ülkelere seyahat kısıtlamasını kaldıran kararnameye atacak. Sınırların içinde ve ötesinde ‘siyasal İslamcı’ kanatlarda yelken şişiren Erdoğan bununla alakadar değil. Türkiye, kendinden emin olamadığı o kadar çok gerilim hattında dansa kalktı ki ötelerdeki iktidar değişikliklerinin etkisi olması gerekenin üç-beş katı. Haliyle Erdoğan tedirgin. Müşkülat büyük!
***
Trump’ın giderayak attığı adımlar dış ilişkilerde Biden’ı da bağlayacak yeni çentikler atıyor. Özellikle İsrail’i alakadar eden adımlar. Bunlar Biden'ın önündeki eşiği yükseltiyor. En son Trump iki önemli karara imza attı. Biri Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Bahreyn'i ABD'nin “Başlıca Güvenlik Ortağı” ilan eden açıklamaydı. Diğeri Katar’a kazık çakmış Merkez Kuvvetler Komutanlığı’nın (CENTCOM) sorumluluk alanına İsrail’i ekleyen karardı. Biri İsrail’i koruma-kollama yükümlülüğünü farklı bir düzleme taşırken diğeri İsrail’i tanıyan ülkelere ‘İçiniz rahat olsun’ diyor. Arapların hassasiyetine binaen İsrail coğrafi olarak Avrupa Kuvvetler Komutanlığı’nın (EUCOM) kapsama alanındaydı. Arap ülkeleri İsrail’e Filistin sorunu üzerinden bakmayı artık bıraktı. Yegâne düşman İran! Trump Abraham Anlaşmaları ile Arapların İsrail’le ilişkileri normalleştirmesi sürecini İran’ı etkisiz hale getirme stratejisine dayandırarak işleri bu noktaya getirdi. Katar komşularıyla kavgalıyken ve abluka altında İran hava sahası sayesinde nefes alırken belki bu adımlar atılamazdı. Türkiye’nin Suudi Arabistan, BAE ve Mısır’ın başını çektiği eksene karşı Müslüman Kardeşleri siyasi alternatif yapmaya çalışırken ortak bellediği Katar zamanı gelince ötekilerin katarına atlıyor. Tercihen ya da mecburen! Aslında Katar ne hasım bildiği komşular ne de dostluk kurduğu Türkiye’nin beklediği şekilde düz bir çizgide yürüdü. Cüssesiyle orantısız heveslerin ülkesi: Kendisi küçük, çelişkileri büyük.
Biden’ın Dışişleri’ndeki iki numaralı koltuğa İran’la nükleer anlaşmanın baş müzakerecisi Wendy Sherman’ı aday göstermesi Tahran’la diyalog sözünün altını çiziyor. Dışişleri’nin üç numarası için aday gösterilen Victoria Nuland da İran’la müzakerelerde yer almıştı. Fakat bu, Biden’ın Abraham Anlaşmaları ile açılan yoldan çıkacağı anlamına gelmiyor. İran’la farklı bir stratejiyle uğraşacak, hepsi bu. Biden’ın ekibinin, Abraham Anlaşmaları’nın yürütücüsü Jared Kushner’den bilgi alması bu konudaki devamlılığı garanti ediyor. Yani İsrail’in tanınması ve güvenliğinin tahkim edilmesi, Arap sokağının da buna göre dizayn edilmesi bir politika önceliği olarak Biden’a devrediliyor.
Dışişleri yetkilisi Clarke Cooper, “Abraham Anlaşmaları’nın temel amaçlarından birisi Orta Doğu ordularının birbirleriyle olduğu kadar ABD ile birlikte çalışır hale getirilmesidir” diyor. Bu siyaset Katar’a “Hizaya gir”, Suudi-Emirlikler-Mısır eksenine de “Katar’la düşmanlığı bitir” denilmesini gerektiriyordu, öyle oldu.
İsrail odaklı bölge politikası bu minvalde belirginleşirken Suudi-İsrail ekseninin bozucu aktör olarak suçlayacağı tek bir Amerikan müttefiki kalıyor: Türkiye. İşte bu durum Erdoğan’ı erkenden bir şeyler yapmaya itiyor. Liderden lidere diyaloğun günü kurtardığı bir dönem üç gün sonra kapanıyor. Washington’da Türkiye’yi etkileyecek çevresel olumsuzlukları bertaraf etmek zorlaşacak. Sonunda Trump’ın da koyuverdiği S-400 yaptırımları ve Halk Bankası davası varken bir de yeni Orta Doğu düzeninde Türkiye’nin ayrıksılığı üzerinde duruluyor olacak.
Suriye Özel Temsilciliği görevini bıraktıktan sonra Biden yönetimine istikamet verme gayretine kapılan James Jeffrey S-400’ün yansımalarına dair şunları söylüyor:
“Türkiye'nin bugüne kadar yaptığı hiçbir şey, ki buna 1974 Kıbrıs (Harekatı) da dahil, ilişkilere bu kadar darbe vurmadı çünkü Washington'da kimse bu kararı savunamıyor… Askeri işbirliğimizden, özellikle Türkiye'nin İsrail'le ilişkilerinden çok mutlu olan kişiler vardı. Bu kişiler de Türkiye'ye karşı düşmanca kakofoniye katıldı."
***
Türkiye’nin kavgalar barındırsa da içinde bulunduğu ittifak alanlarında ilişkiler harman olurken Erdoğan içeride ve dışarıda müthiş derecede kırılganlaşmış bir zeminde duruyor. Eskiyi sürdürmenin maliyeti dayanılmaz hale gelirken AB’ye üyelik hedefi hatırlanıyor; Yunanistan’la ‘Mavi Vatan’ pazarlığına oturuluyor; İsrail’le yeni bir sayfa açma arayışı başlıyor; Mısır’ın nabzı yoklanıyor; Kürtlerle ilgili siyasetin açmazları kendini hissettirdiği için Şam’la temasa geçiliyor; komşularıyla el sıkışan Katar’ın Türkiye için kolaylaştırıcı olup olamayacağı tartışılıyor. Velhasıl yeni koşullar emir buyuruyor “Ayak uydurma zamanı” diye. Türkiye ve Katar’ın himaye ettiği Hamas bile yaklaşan fırtınayı kestirip güvenli liman arıyor; 2011’de Suriye yönetimine tavır alıp terk ettiği Şam’a dönmek için İran ve Hizbullah’tan yardım istiyor.
Ancak kendisini dayatan bu uyum ihtiyacı Suriye başta olmak üzere Türkiye’nin içine sürüklendiği hiçbir soruna yanıt içermiyor. Belirsizlikler dağlar kadar. Telefonlar çalacak, fikirler teati edilecek, kartlar alttan üste üstten alta geçecek. Bakalım zaman ne getirecek.