AKP hükümeti ve Cumhur İttifakı bütün yaşananlara rağmen hala yüzde 40’lar civarında oy alıyor, haliyle ittifak ve adayı yarıştan kopmuyor. Dahası bu sabit oy, hem Tayyip Erdoğan’ı hem de Cumhur İttifakı’nı seçimlerin kazanılması yönünde şanslı kılıyor gibi görünüyor.
Benim şahsi gözlemim, hem Cumhur İttifakı’nın hem de Tayyip Erdoğan’ın seçimleri kaybedeceği yönünde, şu son düzlükte bu durum biraz daha netleşecek. Ekonomi bozuk, Tayyip Erdoğan’ın sağlığı bozuk, saraylıların birbirleriyle arası bozuk. Titanik’in güvertesinde dombıra çalmaya devam etse de, şimdilik herkes seçimlere odaklanmış gibi görünse de çaycısından iletişimcisine, seçmeninden danışmanına herkes, post-Erdoğan sonrası için filikalarda yer bakıyor.
Bunu özellikle taşradan baktığımızda daha net görebiliyoruz. AKP’nin kurucu kadroları diyebileceğimiz birinci nesil, ya siyaset dışına itilmişler ya da kendileri bırakmışlar. 2010 sonrası AKP’ye yetişen ikinci nesil AKP’liler siyasette biraz daha temsil edilir durumdalar ama taşrada AKP siyasetinin aktörleri tümüyle loofer ayakkabılı, dar paçalı nargileci gençler.
Yandaş sendikacıdan, muhafazakar oda yöneticilerine, AKP ile altın yıllarını yaşamış kindar memurdan, gene AKP-MHP referansları ile devlet kadrolarına doluşmuş güvenlik bürokrasisine kadar herkes bu “seri köz getir” gençliğinin siyaset yapışını, diriliş Ertuğrul izler gibi ama biraz da endişeyle izliyorlar. Ve elbette bir yandan da AKP’nin kazanma ihtimalini düşünerek çok da açık vermeden, ama AKP’nin gitme ihtimalinin epey yüksek olduğunu görerek ayazda kalmamak için, tercihen İYİ Parti’ye, DEVA’ya, Gelecek’e doğru ufak ufak yanlamaya çalışıyorlar.
Dip dalga denilen bir şey varsa işte burası olacak.
Ekonominin sağlığının tıpkı Ecevit’in son günlerindeki gibi, Tayyip Erdoğan’ın kaburgalarına bağlanmış olması, saraydaki fetreti, sefirliklerin ve dünya piyasalarının, AKP hükümeti ile araya soğukluk sokmasını ve ilişkilerdeki dengeli gerginlik pozisyonunu güçlendiriyor.
Hepsinden önemlisi, ard arda gelen mafya üyelerinin ifşalarından da anlıyoruz ki, devlet dediğimiz yerde, devletin mafya sistemi içinde mayalanmasına müsaade edecek kadar bile bir devlet nüvesi kalmamış. Devletiz diyenler, tıpkı Do Not Look Up filmindeki gibi kendilerini korumaya almış, dünyayı gök taşı ile kaderi arasında terk etmeye hazır bir avuç türedi zengin.
Tüm bunlar seçimleri kimin kazanacağı sorusundan bağımsız olarak, AKP’nin bünyesini tükettiği, entropiye soktuğu gibi, oyun kurmasına engel oluyor. AKP bütün oyun kurma gücünü kaybettiği gibi, geçmişte kurduğu oyunlar, muhalifler tarafından yeterince çalışıldığı için, ya ifşa edilerek, ya da ön alınarak boşa çıkarılıyor.
***
Pazartesi günkü yazımda, AKP’nin tek adamlaşması ve merkezileşmesinin onun çok küçük bir kentte bile oyunu nasıl yanlış kurmasına yol açtığını anlatmıştım.
Bugün gene Burdur, Antalya ve Denizli taşrasındaki gözlemlerime dayanarak, AKP’nin sorununun kendisi için oyun kuramamaktan daha büyük olduğunu anlatmaya çalışacağım. Zira, sıklıkla söylendiği üzere AKP’nin siyaseten iki büyük gücü var. Birincisi yalan, kindarlık üzerinden kutuplaştırma ve kitleyi zinde ve konsolide tutma. İkincisi ise, şantaj, vaad, para, ceza gibi pek çok yöntemle, muhalifleri trojanlaştırmak, Truva atına dönüştürmek ve zamanı geldiğinde de bütün muhalefet cephesini detone edecek, boşa düşürecek, gerçeklik algısını ve moralleri bozacak şekilde kullanmak. Ulusalcılar, Milli Görüşçüler, solcular ve Milliyetçiler arasında münferit ve kitlesel trojanlaşmanın boyutları tahmin edilenden daha büyük.
AKP iktidara geldiği 2002 seçimlerinde, Genç Parti’nin yaklaşık yüzde 7’lik oyu ile DYP ve MHP’nin baraj altında kalması sonucu yüzde 32 ile meclisin yüzde 66’sına sahip olmanın tadını çıkartmıştı. Sonraki yıllarda, AKP tıpkı selefi olan sağ muhafazakar siyasi damar gibi sistemin matematiksel boşluklarında büyüdü, ölü alanlarını kendisi için yaşam alanına dönüştürdü. Bunun için Osmanlı’dan kalma vilayet yasaları ve sınırları kevgire döndürüldü.
Aradaki tüm gerilimlere rağmen, muhalefetin bütün renklerinin büyük bir cephe oluşturmuş olması, AKP’nin bütün matematiksel hesaplarını boşa düşürüyor ve bu yüzden AKP şimdi yeniden, bütün muhalefet sistemini içine çekecek bir kara delik yaratmak zorunda. Bu yüzden gerçek bir tek adam olan Muharrem İnce, ulusalcı keskin sirkeler için, başından beri yüzde 2-3’lük bir kara delik olarak köpürtüldü. Belki de doğrudan sarayın bir operasyonu olmamakla birlikte, Sinan Oğan da, Kılıçdaroğlu’na özellikle İYİ Parti-HDP gerilimi üzerinden oy vermeyecek seçmen için bir yüzde 2’lik vakum olarak tasarlandı.
Peki sarayın aleni desteklediği önünü açtığı İnce ve zımnen desteklediği Oğan’ın dediğimiz gibi Teke Yöresi’ndeki karşılığı ne?
Öncelikle Muharrem İnce’yi ele alırsak, İnce’nin benim gözlemlediğim kadarıyla iki temel kitlesi var. Birincisi, özellikle 18-25 yaş arası gençler, ikincisi de, 40-50 yaşlarında, 2-3 ay öncesine kadar İYİ Partiye üye olmuş ya da sempati duymuş kişiler. Bu iki demografik grup da net bir şekilde erkeklerden oluşuyor. Çoğunluğu ilk defa oy kullanacak olan gençler, genelde işsiz, liseden yeni mezun olmuşlar, vakitlerini kafelerde geçiriyorlar ve neredeyse tamamının ailesi AKP’li ya da MHP’li. Pek çoğu “aman babam duymasın” yerinden bir İnce taraftarlığını sürdürüyorlar. Onları İnce’ye sempati duymaya iten şey, bir yanıyla CHPKK söylemi. Buraya park etmemekle birlikte, AKP-MHP ittifakına da yanaşmıyorlar, zira Cumhur İttifakı’nın kendilerine sunduğu geleceksizliği her gün yaşıyorlar.
Dolayısıyla, ulusalcı tabanı boşa düşürmek için tasarlanmış Muharrem İnce projesi, AKP’nin artık oyun kurma yeteneğinden yoksun olması nedeniyle, aslında işler örneğin 2010’lardaki gibi ‘yolunda’ gidiyor olsa, AKP’li olabilecek gençleri boşa düşürüyor.
Orta yaşlı grup ise, çoğunlukla küçük esnaf, hayvancılar ve köylülerden oluşuyor. AKP’nin tarım-hayvancılık politikalarının darbesini yemişler ama Altılı Masa ve HDP arasındaki ilişkiden rahatsızlık duydukları için, İYİ Parti'den İnce’ye doğru hicret etmişler. Fakat bu orta-yaşlı sabık İYİ Partili İnceciler, epey münferit.
İnce’nin alacağı yüzde 2 civarında oyun en azından benim gözlemleyebildiğim kentlerde, neredeyse tamamına yakını aslında, Cumhur İttifakı’nın siyasi yayılma alanlarından, Reisçiliğe teşne demografik, sınıfsal katmanlardan gibi görünüyor.
Dahası, kanaatimce, iktidar bu durumun farkında ve son düzlüğe girilirken, Muharrem İnce daha az görünür, gösterilir duruma bu yüzden getirildi. Başka türlü söylersek, Muharrem İnce’nin geride kalan 3 ay boyunca çıkarttığı gürültü Millet İttifakı'nı siyasal olarak epey yordu ama bunun sandığa yansıması tahmin edildiği gibi olmayacak ve Muharrem İnce, Cumhur İttifakı’ndan daha fazla oy kırpmış olacak.
Sinan Oğan’ın bu hesaplar içerisinde durumu biraz daha karışık. Zira, kendisini net bir biçimde Türk Milliyetçilerinin adayı olarak tanıtıyor. MHP yönetimine vaktiyle kazan kaldırmış bir isim, dolayısıyla Cumhur İttifakına muhalif pozisyonunu sürdürüyor. Onun bu pozisyonu, özellikle Sinan Ateş’in öldürülmesinden sonra MHP’den istifa eden ya da öncesinde küskünleşmiş milliyetçiler için uygun bir aday hale gelmesini sağlıyor. İşte bu durum denklemi epey zorlaştırıyor, çünkü Sinan Ateş cinayeti sonrası, MHP’den istifalar arttı ama bunlar doğrudan İYİ Parti ya da başka bir sağ (sol) partiye doğru aktılar diye bir şey yok. Bu kitle büyük oranda araf’ta bekliyordu ve Sinan Oğan bu kitle için Ergenekon’dan onurlu çıkışın ismi oldu.
Dolayısıyla Sinan Oğan’ın alacağı yüzde 2’lik oyun önemli bir kısmı aslında, belki de Oğan olmasa sandığa gitmeyecek, ne Cumhur ne de Millet İttifakı’na çok da sıcak bakmayan bir demografiden besleniyor. Burada illa ki bir hesap yapmak gerekirse de, rahatlıkla söylenebilir ki, Sinan Oğan'ın net bir şekilde Cumhur İttifakı’ndan koparttıkları, Millet İttifakı’ndan koparttıklarından kat be kat daha fazla.
Sonuç olarak baktığımızda, bu kadar paraya, imkana, basın gücüne, devlet gücüne ve aday çeşitliliğine rağmen, Cumhur İttifakı, ne kendisi için ne de rakipleri için oyun kuramadığı gibi, geçmişte kendisine yaramış olan oyunlar artık onun eline, ayağına dolaşıyor.