Yaklaşık 3 yıldır, derin ve artık süreklileşmiş bir siyasal krizin, bununla bağlantılı gelişmelerin bunaltıcı göğü altında yaşıyoruz. 1 Kasım 2015 ve 15 Temmuz 2016, bu kara göğün iki büküm noktası oldu. Ve özellikle 15 Temmuz’dan beri gün günden ağır...
Sırf şu geçtiğimiz cumartesiden dünkü salı akşamına kadar yaşananlar, ‘normal’ bir ülkenin siyasal tarihini yıllarca etkileyebilecek ölçekte. Cumartesi günü bir kanun hükmünde kararnameyle kapatılan Dicle Haber Ajansı’ndan pazartesi günü operasyon yapılan Cumhuriyet’e, pazar akşamı tutuklanan Gültan Kışanak’tan pazartesi sabahı gözaltına alınan Kadri Gürsel’e, muhalefetin tüm renklerdeki kurum ve kişilerine yönelmiş bir kampanya...
***
29 Ekim Cumartesi günü yayınlanan bir kanun hükmünde kararnameyle kapatılan dergilerden biri Evrensel Kültür’dü. Sıklıkla dile getirildiği gibi, Türkiye’nin en eski ve köklü kültür dergilerinden biriydi. 1991’de, Doğu Bloku’nun çöktüğü, sosyalizm ve işçi sınıfının tarih sahnesinden çekildiğinin vaaz edildiği, neoliberalizmin küresel bir diktatörlük ilan ettiği koşullarda yayına başlamıştı. Tüm dünya, “postmodernite” markalı bir kültürel gericiliğin, Aydınlanma’nın kazanımlarını ve insanlığın nesnel kültürel birikimini, en hafif tabirle “kuşkulu” hale getiren şımarık ideolojik saldırısı altındaydı.
Sosyalist bir kültür dergisi için “zor” olduğu söylenebilecek zamanlardı.
Ama Evrensel Kültür ve onun “kurucu baba”sı, büyük emekçisi Aydın Çubukçu, bu derginin etrafında, dünyanın o anki gidişatına meydan okuyan, onbinlerce yıllık kültürün evrensel değerlerinden, tarih biliminden, Aydınlanma’nın kazanımlarından vazgeçmeyen sosyalist bir okul yarattı. Derginin, kimi zaman küçücük bir odadan ibaret, kimi zaman koca bir kültür merkezine yayılan bürolarında bir araya gelip “memleket ve dünya” konuşan; üniversitelerde, fabrikalarda, kuru taşra ıssızlığının ortasında... Bu dergiyi okuyan, ona yazan tüm ‘öğrenci’leriyle sosyalist bir okul...
Evrensel Kültür, “bilinen dünya”nın yıkıldığı ve statükonun sonsuzca değişmeyecekmişçesine yeniden kurulduğu bir dönemde, üstelik solun bir cunta silindiriyle ezildiği bir ülkede, bu yeni statükoya bir itirazdı.
12 Eylül faşist cuntasının ‘caydırıcı’ gücü karşısında ‘imana gelmiş’, yılgın, inkarcı ve hatta itirafçı bir ‘pozisyon’, özellikle kültür alanına hakim olmuşken; kültür alanını hızla işgal eden ‘yeni kapitalist’ bir yönelim, bu alanı ‘reklam-satış’ departmanının bir türevi olarak yeniden örgütlerken, Evrensel Kültür bu fırtınanın karşısında durdu.
1991’de, ‘sosyalizm yıkıldı mevsimi’nde solcu olan, lise öğrencisi çocuklardık biz de... Bu dergi, gördüklerimizden büyülendiğimiz, okuduklarımıza şaşırıp hayran kaldığımız bir ‘harikalar diyarı’ idi bizim için. Yıllar sonra, bu dergide çıkacak ilk yazısını sabaha dek uyuyamadan bekleyecek çocuklara, geçmişin, bugünün ve geleceğin gerçeklerini gösteren bir harikalar diyarı... Sıralarında büyüyeceğimiz bir okul...
Bu okulu cumartesi günü kapattılar...
***
Özgürlük Dünyası dergisi, 1988’de, koyu 12 Eylül faşizminin fiziki ve örgütsel olarak imhasına giriştiği işçi sınıfının, bir politik güç olarak yeniden örgütlenmesinin önemli bir aracı olarak ortaya çıktı. 1989’daki büyük madenci grevi, 1990’daki genel grev, 1 Mayıs’ın yeniden kazanılması ve tüm bunlarla birlikte, neoliberalizmin, daha o zaman Özal eliyle hayata geçirmeyi hayal ettiği “başkanlık sultası”nın durdurulması, Özgürlük Dünyası’nın da bir sözcüsü olduğu emekçilerin mücadelesiyle mümkün oldu.
Tiroj, “bir arada yaşama”nın ama kültürü, dili ve haklarıyla yok sayılmış Kürt halkının kültürünü güçlendirmenin, yaymanın ve Türk emekçilere de tanıtılmasının, kısaca “halkların kardeşliği” ülküsünün bir mevzisiydi.
Cumartesi günü bu iki dergiyi de kapattılar.
Pazartesi günü, Cumhuriyet gazetesine operasyona başladılar.
Arada yaşadığı onca değişime, sarsıntıya rağmen, son noktada bir ‘iyi insan’ figürü olan ‘solcu’nun koltuk altında, onun görüntüsünü tamamlayan bir nişan olageldi Cumhuriyet... Bundan birkaç yıl önce, şimdinin sakıncalısı Fethullahçılar tutukluyordu Cumhuriyet yazarlarını... O zaman ‘liberal’ gazetelerden, “askeri vesayeti bitiriyoruz” diyerek bu Fetullahçı operasyonların başından aşağı gül dökenler; şimdilerde Genelkurmay başkanıyla neşeli selfiler çektirirken, bu kez yeni müttefikleri Aydınlıkçılarla birlikte, yine Cumhuriyet operasyonu alkışlıyorlar. Bu pişkin, bu arsız manzara hepimizin canını burnuna getiriyor. Olanları okumak da yazmak da zorlaşıyor.
Ama...
Yurtsever, sosyalist, laik ve demokratik kültürün araçlarını, bütün bunları temizlemeye yemin etmiş ve giderek bir “son şeyler ülkesi”ne dönüşmekte olan bir ülkenin yangınının ortasından, el birliğiyle, gönül ve ümit birliğiyle çıkarabileceğimizi biliyoruz. Ya Türkiye’nin Cumhuriyet gazetesine yerel sorunlar anlatan Kürt belediye başkanı Gültan Kışanak’ı okumanın ‘normal’liğini kazanacağız, ya da bu son şeyler ülkesinde... Canımız burnumuzda...