Epey bir süredir yazmadım, yazamadım. Koca bir yaz geçmiş.
Hepiniz gibi benim de üzerime geldi…dünya. Nihayetinde üzerinde
tepindiğimiz dünya, sitemini daha bir şiddetle yüzümüze vurur oldu.
Biz ona fazla geliyoruz, o da bize şimdi. Bir yandan okur bekliyor
ki New York’tan Soçi’ye uzanan devlet trafiği üzerine söz
söylensin. Gök kubbe altında söylenmemiş söz kalmadıysa da denemek
boynumuzun borcu.
En sondan başlayalım.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın mesaj kaygılı zorlama basketbol
videolarının Twitter’daki resmî hesabından paylaşılmasından iki gün
önce, Amerika’nın Türkiye uzmanları kategorisinde hâlâ iş yapan
Steven Cook’un, Amerikan dış politikasının müesses nizamı için
müstesna bir yeri olan Foreign Policy’de “hayırdır
inşallah” dedirten bir yazısı yayınlandı. Erdoğan’ın
son aylarda sağlığının kötülediğine dair emareleri sıralayan Cook,
yakın dönemde bütün Batı başkentlerinde üzerine kafa yorulan
“post-Erdoğan” (Erdoğan sonrası) dönemle ilgili şahsi yorumlarını
da analizine eklemiş. Beştepe’nin “azılı Türkiye düşmanı” diye
bellediği Cook’un Erdoğan’ın Türkiye’yi yönetemeyecek kadar hasta
bir görüntü verdiğini yazması çok da enteresan değil. Erdoğan’ın
fiziksel performansındaki tökezleme aylardır memleketin kahve
köşelerinde konuşulan ama tasmalı televizyon ekranlarında itinayla
yok sayılan bir mesele.
Bana kalırsa Steven Cook’un yazısında asıl dikkat edilmesi
gereken, ABD devlet kurumları içindeki birilerinin Erdoğan sonrası
dönemde AKP’ye liderlik edecek isim için en uygun adayı Savunma
Bakanı Hulusi Akar’ı gördüğünü deşifre ettiği bölüm. Cook’a göre
Erdoğan sonrası dönem için bir ara öne çıkan üç isimden biri olan
Süleyman Soylu’nun organize suç örgütü lideri Sedat Peker’in
ortalığa döktüğü yolsuzluk ve hukuksuzluk iddialardan sonra
“hasarlı mal” haline geldi ve taca çıktı. Cook bir diğer muhtemel
lider adayı Hakan Fidan’ın kapalı kapılar ardındaki kuvvetli
pozisyonu tercih etmeyi sürdüreceğine dair kanaatini paylaştıktan
sonra Akar ismi üzerine epey bir mesai yapıyor yazısında.
Uzunca zamandır Washington’da, özellikle Akar’ın asker
muhatapları tarafından dolaşıma sokulan “onunla iş tutabiliriz”
şeklindeki argümana kilit devlet kurumlarında ihtiyatlı bir
iyimserlikle yaklaşıldığını gözlemliyorum. Bu intibaının
oluşmasında Hulusi Akar’ın S-400 krizinin çözümü için verdiği
nispeten mülayim mesajlar, bir çıpa olarak NATO’ya kuvvetli biçimde
sarılması etkili oldu. Kapalı kapılar ardında Akar’ın Washington’da
daha ileri sözler verdiği de dedikodu kazanında hep kaynadı.
Steven Cook işte bu dedikodulara gönderme yaparak, Amerikan
devleti içindeki Akar’a sempatiyle bakan karar alıcıları kendince
şöyle uyarmayı uygun görmüş: “Akar’ı pragmatik bulmak
ve onunla iş yapılabileceğini düşünmek saçma bir pozisyon değil.
Ama hiç kimse Akar’ın ABD’ye karşı dostane olmasını beklemesin. O
da ideolojik olarak Erdoğan’a benzer bir yerden geliyor. Ayrıca
Akar bazı azgın ulusalcılar ve batı karşıtı subaylarla aynı davada
işbirliği yaptı.”
İçindeki siyasi magazin ve felaket tellallığı bir yana, Cook’un
yazısı Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 2021 sonbaharı itibarıyla dünyanın
güç merkezlerinden birindeki imajını açıkça ortaya koyuyor.
Erdoğan’ı siyasi kariyerinin sonuna yaklaşmakta olan bir lider
olarak gören tek güç merkezinin Washington olmadığını teyit eden
bir diğer yazı ise geçen hafta Kremlin’in
yayın organlarından Pravda’da yayınlandı, hem de Soçi’deki
Putin-Erdoğan zirvesinin hemen öncesinde. Pravda yazarı
Alexander Shtorm, Birleşmiş Milletler kürsüsünden Türkiye’nin
Kırım’ı Rus toprağı olarak tanımayacağını söylerken iki kere
düşünmemiş olmasının Erdoğan için sonuçları olacağını ima etti.
Erdoğan’ın Ukrayna ve Kırım politikasının bumerang gibi dönüp
kendini vurabileceğini söylemekle yetinmedi, bir de siyasi
kehanette bulundu:
“Erdoğan’ı anlamak da kolay, zavallının yeniden
seçilme şansı yok. Siyasi kazanımlar elde etmek için Suriye’nin bir
parçasını mı işgal etmek istiyor? Osmanlı İmparatorluğu çoktan
gitti. Öyle görünüyor ki bu ilginç bir oyun olacak ve hepimiz Putin
ve Esad’ın nasıl oynayacaklarını bekleyip
göreceğiz.”
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in hükmettiği alanın kalem
erbapları, Erdoğan’ın patronları nezdindeki algısını da yumuşak
karnı neresiyse onu da en şeytani biçimde yazılarına dökmekte beis
görmüyorlar. “Biden’dan yüz bulamadı yine bize geliyor” şeklindeki
görüntünün farkında olduklarını, dahası patronları Putin’in bu aciz
görüntüden ziyadesiyle faydalanacağını son derece cüretkâr
yorumlarla açığa vuruyorlar.
Nitekim Erdoğan’ın dış dünyadaki tüm muhatapları,
Washington-Moskova tahterevallisini kullanarak dış politikada
kendine kısa süreli nefes alanı yaratma stratejisinin sonuna
geldiğinin farkında. ABD de Rusya da Erdoğan’ın blöfünü görüyor
ancak kendisi hâlâ bu elle oyunu alabileceği sanrısıyla fena halde
görünür hale gelen hatalarında ısrar ediyor.
Erdoğan’ın BM Genel Kurulu toplantıları için gittiği New York’ta
ABD Başkanı Biden ile görüşebilmesi için Beştepe kadrosunun iki
aydır ne kadar ter döktüğünü dünya âlem biliyor. Beyaz Saray’ın
“pandemi nedeniyle ikili temas pek olmayacak” yanıtı verdiğini de…
Buna rağmen son dakikaya kadar Biden’la görüşebileceğini sanmak,
hadi onu geçin, görüşülse Biden yönetiminin S-400’ler ya da YPG
konularında politika değiştireceğini sanmak Erdoğan’ın gerçeklikle
bağlarının koptuğunu sergilemesi açısından dramatik.
Haziran ayında Brüksel’de yapılan NATO zirvesinde görüştükleri
günden itibaren, iki hafta önce New York’a gidene kadar Biden’a
çiçekler atan Erdoğan’ın dönüş yolunda “Bu Joe kadar fena başkan
görmedim” tonuna savrulmasının arkasında ne var diye epey bir
yokladım etrafı. Acaba bizim bilmediğimiz, kamuoyuna yansımayan
yeni bir kriz mi yaşanmıştı Türkiye ile ABD arasında? İki taraftaki
diplomatik kaynaklarımla yaptığım konuşmalardan edindiğim izlenim
şu; var olan krizlere ek yeni bir krizimiz yok, Erdoğan Biden’ın
New York’ta başka ülke liderleriyle ikili görüşmeler yapmış ancak
kendisine aynı fırsatı vermemiş olmamasına kızgın.
Anlaşılıyor ki o fotoğraf iç politikada hâlâ iş yapıyor. Zira
çeviriyle birlikte yarım saate inecek olan ve Biden’ın tüm
kurmaylarının yer alacağı bir görüşmeden Erdoğan’ın kamuoyuna
verilecek fotoğraf dışında ne beklediği muamma. Dokuz ayda net
biçimde ortaya çıkan iki şey var. Birincisi, Biden o Erdoğan’ın
hâlâ medet umduğu “kişisel ilişki” hattına girmeyecek. İkincisi,
Biden yönetimi Erdoğan’ın tercih ettiği “farklı krizli dosyaları
büyük bir pazarlık sepetinde halledelim” yaklaşımına geçit
vermeyecek. Washington önce güven artırıcı adımları görmek ve
bunların kalıcı olduğuna ikna olmak istiyor. 14 Haziran’daki
buluşmanın ardından Erdoğan’ın verdiği ılımlı mesajlar üzerine
S-400’ler krizini derin dondurucu olmasa da buzdolabına atan Biden
yönetimi, Erdoğan’ın son çıktığı kafa topuna karşı sessiz
kalamayacaktır. Hele de Kongre’nin HDP’nin kapatılmasına yönelik
iddianamenin kabul edilmesi gibi demokratik alana giren konularda
Biden’ın Erdoğan’a karşı net tutum almasını talep etmeye başladığı
şu günlerde.
Görünen o ki Cumhurbaşkanı Erdoğan açısından asıl işleri
karıştıracak şey, Biden ile görüşemeden New York’tan dönmüş olması
değil, görüşemedi diye verdiği orantısız tepki olacak. İşine
gelmedi mi kamuoyu önünde ABD’yi terör destekçisi ilan edip
harcayan, ikide bir cebinden “S-400’lerin ikinci partisi ha geldi
ha geliyor” kartını çıkartan bir Erdoğan’ın Washington’da bıkkınlık
duygusunu pekiştirmekten öte bir etki yaratması mümkün değil.