Sonra tekrar hücreye geri getirdi. Halbuki serbest bıraktılar sanmıştım. Bir şeyler dedi Rusça ama anlamadım. Çantayı işaret ediyormuş, çantanı al diyormuş. Büyük bir çantam var diye düşünüyorlardı. Yoktu çantam. Hepsi hepsi çok küçük bir sırt çantası. Bir kere daha kuşkulandı galiba ama hücreye dönmedim. İnsanın fazla bir şeyi olmaması, her zaman şüphe çekiyor. ‘Mülk’ adaletin temeli bu düzende.
Rus sınırından girerken gözaltına almışlardı. Kafkasya tarafında bir şehir olduğu için tehlikeli bir Müslüman zannetmişlerdi. Her devletin bir düşmanı ve kendisinin yarattığı bir var olma nedeni var. Düşmansız devlet mi olur? Müslüman bir terörist olmadığını kanıtlamak da zor, eğer sünnetliysen. Halbuki uçakta en az yarım şişe viski içmiştim. Herhalde içmezler mesela canlı bombalar bilemiyorum. Hiç canlı bomba tanımadım. Tanımak isterdim. Gazeteci merakı bu.
Sonra kitaplarımı geri verdiler. Bu yüzden tehlikeli zannetmişlerdi. Kendi yazdığım kitaplar yanımda diye. Sonra Türkçe bilen bir ajan gelip, kitaplara baktı ve içinden ‘sosyalizm’ geçen bir şeyler söyledi yanındakine. Dedim ya Rusça bilmiyorum. Bildiğim birkaç kelime var. ‘Mujik’ mesela köylü demek, Gorki’den öğrendik biz de. Bütün cezaevlerinde solcu koğuşlarında vardı bu kitap. Adama bunu demek geldi içimden ama ne manası var ve belki yarım şişe viski bunu söyletmek isteten ama Sovyetler Birliği de çöktü. On yıldan daha fazla oluyordu o günlerde.
Sonra Türkçe bilen ajan bana döndü. Ajan bile değildir, ne bileyim. Daha önce Türkiye’de çalışmış bir sınır görevlisi de olabilir. Sovyetler Birliği yıkıldıktan sonra, aslında uzay mühendisi olan mesela, "Aa öyle mi, bir bira alabilir miyim?", o sırada garsondur uzay mühendisi, Sovyet devrimi sırasında da İstanbul’da kontesler filan çalışıyormuş, Rejans o zaman açılmıştı. Orada borş çorbası içerken de Gorki gelmişti aklıma, etkileyici bir yazardı kesinlikle…
Sonra hayatımın en önemli sorularından birini sordu Rus ajan, KGB’li diye düşündüm o sırada, KGB filan da kalmadı ama havalı görünüyor böyle düşününce bence. Size de Putin hep KGB ajanı gibi gelmiyor mu? Öyle bakıyor, belki de bir bakış öğretiyorlardı KGB’de, polis bakışları da böyle, iddiaya girerim bir barda bana bakan polisi hemen anlarım ya da işte lokantada filan. Gözlerinin önünden dosyalar akar gibi bakarlar. Bir arkadaşım var, -tanıdığım en iyi soyguncudur- o da bir çantada ne kadar para olduğunu doğru tahmin ederdi. Sonra çanta açılınca, o kadar para çıkardı.
Benimki sadece polis bakışı tespiti. Benim de arkadaşım gibi yeteneklerim olmasını isterdim ama işte her yetenek olmuyor insanda, iyi dans da edemiyorum….
Sonra hayatımın en önemli sorularından birini sordu ajan demiştim; "Niye bu kitapları yazdın?" dedi. Önünde Brezilya Topraksız İşçi Hareketi'ni anlatan ‘Topraksızlar’, Sub. Kumandan Marcos’la fotoğrafımın kapakta olduğu ‘Marcos’la On Gün’ filan vardı. Doğru bir soruydu, gerçekten, o zaman ilk defa bu soruyu kendime sordum. Niye yazdım diye.
Sonra dedim ya Putin de böyle. KGB sorusu bu. Viskiyle ilgisi yok, içtiğim yarım şişe, uçakta. Gerçekten afalladım. Viski de benim değildi. Yanımda oturuyordu birisi. "Ben hep geliyorum Rusya’ya tatile, kız arkadaşım var burada" dedi. "Kız arkadaşlar" diye ekledi. Sonra çantasından çıkarıp önündeki karton bardağa doldurdu gizlice, "İçer misin abi?" dedi, insan kırmamalı bence yolda bir insanı ve suç ortaklığını hep severim. Sonra bitirdik birlikte, bir buçuk şişe viskiyi, bulutların üstünde hissediyor insan ya da sahiden böyle oluyorsun uçakta ama yine de hissetmesi için yarım şişe içki bir bahane. Belki biraz daha fazla…
Ve "Ben gene alırım buradan abi" dedi.
Gerçekten en önemli sorulardan biriydi. Sahiden niye yazdım?
Sonra bıraktılar, güneş vardı dışarda, hücre kokuyordum kesin, ekşi bir koku bu, sidik kadar keskin değil….
Sonra kitap sayfalarının altına küçük çarpılar koyduğum numaralara bakıp yan yana yazıp, telefon ettim. Görüşeceğim Çeçen direnişçilerine götürecek numaraydı bu. Saf oluyor bu KGB ajanları. Belki de ajan filan değillerdi, basit sıradan sınır görevlisi.
Sonra bir votka söyledim barda, karışık bir şey bu hayat…