Osman Kavala’nın bir yıldan uzun bir süredir adaletsiz bir
biçimde, iddianame bile hazırlanmadan hapiste tutulması ve son
olarak da onun kurucusu olduğu Anadolu Kültür’e yönelik gözaltı
hamlesinin iç politika kadar bir de uluslararası bağlamı var ve bu
yazıda söz konusu iki dinamiğin nasıl birbiriyle örtüşerek
geliştiği üzerinde duracağım. Buradaki temel argümanım ABD’den
başlayan küreselleşmeden çekilmenin ortaya çıkardığı sorunların
giderek kendisini hissettirdiği, bu süreçte artık dünyanın her
yerinde Soros ve onun faaliyetlerinin algılanmasının radikal bir
dönüşüme uğradığıdır. Bu yaşananların küreselleşmenin geleceğine
dair bir semptom olarak önem taşıdığını Soros ve kuruluşlarının
yaşadığı dönüşümü merkeze alarak tartışacağım.
KÜRESELLEŞME VE SOROS
Daha önceki yazılarımda dünya siyasetinde ve küresel
ekonomi-politikte yaşanan bir dönüşümün içinde olduğumuzdan, içte
neoliberalizmden vazgeçmeden, küreselleşmeden kısmi bir çekilme
süreci yaşandığını tartışmaya çalışmıştım. Genel olarak Batı
merkezi kapitalizmi içinde 1970’lerde küreselleşmeci kesimlerin
ağırlığını koyduğu bir süreç yaşanmıştı ve bu durum 2010’lara kadar
devam etti. Bu dönemde Soros gibi bir figür, savunduğu neredeyse
her şeyin küreselleşmeye uygun olması nedeniyle öne çıkmıştı.
Arkasında Clinton yönetimi (ya da Clinton’un arkasında Soros!) olan
Soros finansal operasyonlarının küresel nitelik taşıması, belli bir
coğrafyayla bağlantılı olmaması, ulus-devleti aşan, sınırları
önemsizleştirmeyi hedefleyen, sivil toplumu güçlendirmeye çalışan
ve azınlık, insan hakları gibi konulara ağırlık veren yaklaşımıyla
dünya ölçeğinde küreselleşmenin simgesi haline gelmişti. Günümüzde
ise küreselleşmenin geri çekildiği bir süreçte Soros’un dünyanın
her yerinde hedef haline geldiğini görüyoruz.
'HAYIRSEVER KAPİTALİSTLER'
Hayırseverlik kapitalizm bir sistem olarak yarattığı sömürü,
eşitsizlik, toplumsal ve siyasal gerginliklerle baş etmenin bir
yolu olarak sık başvurulan bir yöntem. Bunun en erken örneği
1910’larda binlerce kütüphane, bir üniversite (Carnegie Mellon),
bir düşünce kuruluşu (Carnegie Endowment for Peace) konser salonu
(Carnegie Hall) gibi alanlara büyük miktarda kaynak ayıran Andrew
Carnegie idi. 2. Dünya Savaşı'ndan sonra ise bu türden
faaliyetlerin belli bir kurumsallık kazandığını görüyoruz. Başta
Rockefeller ve Ford vakıfları, günümüzde ise 43 milyar dolarlık
fonu ile Bill Gates’in kurduğu vakıf dikkat çekmektedir. Bütün
bunlar içinde Soros’un faaliyetleri merkezinde deklere edilmiş
siyasal hedefler bulunduğu için “siyasal hayırseverlik” tarzıyla
farklılaşıyordu. Kendisi bir Macaristan Yahudisi olan ve 1940’larda
kaçarak Londra’ya giden ve burada London School of Economics’te
okurken dönemin önde gelen liberal ve anti-komünist filozofu Karl
Popper’dan etkilenen ve bu yüzden kurduğu vakfın adını Açık Toplum
koyan Soros, yazdığı (belki yazdırdığı) 14 kitap ve çok sayıda
makale, köşe yazısıyla belli bir dünya görüşünü açık bir şekilde
savunan biriydi. Soros kapitalizmin dünyası içinde serbest pazarın
özgür bireyler ve demokratik bir toplumla birlikte var olması
gerektiğini savunan kanadını temsil ediyordu. Bunu mutlaka onun
geçmişte Nazi dönemini deneyimlemiş olmasına bağlamak da doğru
olmayabilir. Sonuçta benzeri bir deneyime sahip Kissinger katıksız
bir realist olup çıktı. Soros ise 1979’da, tam da neoliberalizme
geçiş sırasında Açık Toplum Fonunu kurarak faaliyetlerine
başladı.
Aslında hem merkez hem de çevre ülkelerinde finansal
operasyonlar yapan, yani sahip olduğu finansal imkanlarla paradan
para kazanan bir kapitalist olduğunu unutabilsek, siyasal duruş
açısından Soros son dönemde sol, demokrat, özgürlükçü çizginin
savunduğu her şeyi savunur pozisyonda. Örneğin Açık Toplum’un ilk
faaliyeti 1980’lerde Güney Afrika’daki siyahlara eğitim desteği
amaçlı burs sağlamaktı. 1990’larda bir yandan İngiliz Merkez
Bankası'nı zorda bırakacak finansal manipülasyon yaparken, öte
yandan Bosna savaşında Boşnaklara 50 milyon dolar yardım
sağlıyordu. (O dönemde Türkiye bir ülke olarak ve o da kredi
şeklinde bu ölçüde bir yardım sağlayabilmişti). İsrail’e mesafeli
durup Filistinli yardım kuruluşlarına destek olması Yahudi ve
muhafazakar çevrelerden tepki çekerken, Bush ve Irak işgaline karşı
çıktı ve 2004 seçimlerinde Kerry, 2008 seçimlerinde Obama ve 2016
seçimlerinde Hillary Clinton’u destekledi. Soros ve vakıfları başta
Ukrayna ve Gürcistan olmak üzere “renkli devrimler”in uygulayıcısı
olarak görüldüyse de, bir işadamının bu tür siyasal ve stratejik
kararlar alabilmesi mümkün değildir. Soros vakıfları bu süreçlerde
olsa olsa dışarıdan destek sağlamıştır. 2000’lerde ise Soros ve
Açık Toplum Vakfı'na bağlı kuruluşlar 37 ülkede şubesi olan ve her
yıl yaklaşık bir milyar dolar bütçe kullanan küresel ağa
dönüşmüştü. Bu çerçevede bütün dünyada ifade özgürlüğü, çevrecilik,
Romanların haklarının savunulması (Soros vakıfları Avrupa’da bu
konuda en çok katkı sağlayan örgüt) göçmenlerin desteklenmesi,
Yunanistan’ın borçlarının silinmesi (büyük ihtimalle bu ülkenin
kendisine borcu yoktu!) ABD’de ise silahların kontrolü, eşcinsel
evliliği, ölüm cezasının kaldırılması, kadın hakları, siyah ve
diğer ezilen grupların aleyhine işleyen ceza yasasının reforme
edilmesi, Wall Street”i İşgal ve Siyahların Hayatı Önemlidir (Black
Lives Matter) hareketlerine kaynak sağlanması Soros’a bağlı
kuruluşların etkinlik konuları arasında.
Soros yardım faaliyetlerinin yanında neredeyse son 20 yıldır
kapitalizmin gidişatına dair ciddi uyarılarda da bulunuyordu.
The Atlantic dergisine 1997’de yazdığı “Kapitalizm
Tehdidi” başlıklı makalesi dikkat çekicidir. Burada açıkça “her ne
kadar finansal piyasalar sayesinde bir servet yaptıysam da, serbest
piyasa kapitalizminin kontrolsüz yayılarak hayatın her alanını
kapsamaya başlaması açık ve demokratik topluma bir tehlike
yaratmaya başladı ve açık toplumun düşmanı artık komünizm değil
kapitalizmdir” der. Bu yazıdan sonra da Soros para kazanmaya devam
etmiştir elbette ama kapitalizmin geleceği noktayı, 1940’ları
deneyimlemiş biri olarak çabuk fark ettiği söylenebilir. Onun bu
sorunun çözümü için önerisi, kapitalizmi kendisine karşı da
korunması ve demokratikleşme yanında yeniden dağıtım
mekanizmalarının devreye sokularak eşitsizliklerin
giderilmesiydi.
SAĞ POPÜLİZMİN NEFRET NESNESİ OLARAK SOROS
Soros belki de Illimunati ve Bilderberg grubuyla birlikte
dünyada komplocu düşüncenin hedefindeki en önde gelen üç aktörden
biri oldu. Başta Rusya olmak üzere, Hindistan, Macaristan, Polonya,
Sırbistan, Romanya hatta Makedonya’da Soros, birbirine benzer ama
ülkeye göre değişen gerekçelerle şeytanileştirildi. Bunlardan
kuşkusuz Soros için en hazin olanı, komünist yönetim devam ederken
1984’te ilk vakıf ofisini açtığı, doğduğu ülke olan Macaristan’daki
bu ofisini, Macaristan’ın AB üyesi olduğu bir dönemde kapatmak
zorunda kalması olmalı. Hem de daha önce Soros bursunu almış lideri
Orban’ın baskılarına dayanamayarak. Orban, Soros’u Avrupa’yı
Müslüman göçmenleri kullanarak İslamcılaştırmaya çalışmakla
suçlarken “Soros’u Durdurma” yasasını referanduma götürmeye
hazırlanıyor. Soros’un en çok yardım yaptığı ülkelerden
Makedonya’da ise “Soros Operasyonunu Durdurun” hareketi başlatıldı.
Bu noktada sağın Soros’a yönelik eleştiri ve suçlamalarının onun
finansal manipülasyonlarına değil insan ve azınlık hakları, çevre,
toplumsal cinsiyet, göçmenlere destek gibi çalışmalarına
yöneldiğini belirtmek gerek.
Bütün bunları mümkün kılan ise Soros’un temsil ettiği çok
kültürcülük, ifade özgürlüğü, insan hakları gibi konuların ABD’de
giderek önem kaybetmeye başlaması ve Trump ile birlikte bu ivmenin
büyük bir hız kazanmasıdır. Öyle ki, bu durum ABD’yi Soros
karşıtlığının en güçlü olduğu ülke haline getirdi. Dünyada Soros
vakıfları ABD emperyalizminin kolu olarak görülürken, ABD bu
vakıfların en çok kaynak ayırdığı ülkedir. Burada Soros vakıfları
ulusal egemenliği aşındıran, ülkenin değerlerini bozan ve göçmenler
aracılığıyla toplumsal dokuya zarar veren bir hareket olarak
görülüyor. Bu söylem doğrudan Beyaz Saray ve ona yakın kesimler
tarafından da destekleniyor. Trump destekçisi eski New York
belediye başkanı Rudy Giulliani, Trump karşıtı gösterilerden
Soros’u sorumlu tutarak onun ülkeyi terk etmesi ve varlığına el
konulması gerektiğini söylerken, yine Trump’a yakın bir isim sunucu
Bill Mitchel Soros’un hapse atılması gerektiğini yazdı. Trump da
attığı bir tweet’te şirketlere vergi indirimi yasasına karşı
yapılan gösteride tüm göstericilerin aynı pankartları taşıdığını,
dolayısıyla hepsinin Soros tarafından tutulduğunu yazabildi.
Simgesel açıdan Soros’a dair algıdaki dönüşümü gösteren bu
gelişmelerden daha önemlisi, geçtiğimiz ay içinde Clinton, Obama ve
Soros’un evlerine içinde patlayıcı bulunan kargoların
gönderilmesiydi. Genel siyasal atmosferle birlikte düşünüldüğünde
akli dengesi bozuk birine atfedilemeyecek kadar önemli olan bu
gelişme, Amerikan sistemi içinde hakim sınıf fraksiyonları arasında
bir karşıtlık yaşandığı ve ABD ölçülerinde sol olarak görülen
küreselleşmeci liberal çizginin geri çekilmeye zorlandığını
gösteriyor. Sonuçta Soros’un dönemi geçti ve bu durum genelde
yaşanan gidişatın bir parçası olarak önem taşıyor. Soros’un
önerdiği ve savunduğu açık toplum ise kapitalizmin, neoliberalizmin
ve onun sınırları aşan hali olan küreselleşmenin ihtiyaçlarından
doğan ve bu ihtiyaçlar dönüştüğünde kolayca vazgeçilebilecek bir
fikirdi. Özgür bir toplum için Soros’un ötesine geçmek
gerekiyor.
TÜRKİYE GERİ KALIR MI?
Erdoğan ve kendisine yakın medya artık açıkça Soros karşıtlığı
yapabiliyor, Kavala’dan söz ederken “Türkiye’nin Soros’u”
diyebiliyor. Erdoğan rejimi bu döneme özgü küresel ölçekte
yükselişe geçen otoriterliğin bütün öğelerini hiç atlamadan takip
ediyor. Soros karşıtlığı tıpkı sosyal medyada bir trol ordusu
besleme, medyayı kontrol etme, üniversite üzerinde baskı kurma,
düşünen insanları gözaltı endişesi altında yaşatma, muhalefeti
kriminalize etme gibi yöntemlerin bir parçası. Aslına bakılırsa
Erdoğan’ın Soros ile bir derdi yok, öyle olsa 2000’lerin başında
görüşüp poz vermezdi. Mesele, Soros bağlantısını vurgulayarak bir
yandan küresel sistemdeki dönüşümde nerede durduğunu Trump başta
olmak üzere dünyadaki diğer merkezlere gösterirken, öte yandan da
toplumsal muhalefeti susturmanın, korkutmanın bedelinin ne
olabileceğini hatırlatıyor. Küresel dönüşümü kendisini iktidarda
tutacak bir yerel gündemle birleştirebilmek zaten Erdoğan
iktidarlarının en iyi öğrendiği şey oldu.