Mesele, tamam mı, devam mı meselesi. Nerede tırak, orada bırak noktası. Bu bakımdan, mübalağa sanatına sığınırsak, ABD’nin (Türkiye vatandaşlarına vize vermeyi değil) Türkiye’deki misyonlarında vize işlemlerini durdurması “bütün krizlerin anası”. Aynı bağlamda şimdilik 2019’da yapılacağı varsayılan 2019 Başkanlık Seçimi bütün diplomatik krizlerin ve yurtdışı askeri maceraların ortak arka planı.
Bağdat’taki görevime 14 Eylül 2003 tarihinde başladığımda ABD ile buzul çağı en soğuk günlerindeydi. Önce Irak’a yapılacak askeri müdahale için ABD kuvvetlerinin ülkemizden geçmesini sağlayacak tezkere 1 Mart 2003’te TBMM’de reddedilmişti. Ardından 4 Temmuz 2003’te Süleymaniye’de görevli Özel Kuvvetler timimizin mensupları, Kerkük Valisi’ne suikast hazırlığında oldukları gerekçesiyle, ABD askerlerince başlarına çuval geçirilerek gözaltına alınmıştı. Bugünkü durumla, o günleri karşılaştırmanın zihin açıcı olabileceğini düşündüm.
O dönemde, komşuda Irak’ta Saddam Hüseyin’in dikta rejimi haftalar içinde yıkılırken, içerideki kurulu düzen-AKP iktidar mücadelesi, dışarıda ABD düşmanlığı ve Kürt fobisine dönüşmüştü. Biz Irak’ta biraz yahut basbayağı etkisiz eleman konumunda kalmıştık. Tezkere sonradan geçse de Irak’ta koalisyon ortağı mıyız, değil miyiz belli değildi. Hani yüksek sesle “koalisyon ortağıyız” desek, bu defa içeride bazı kafası kırıklarca çürük yumurta yağmuruna tutulmak işten değildi.
Bağdat’ta Yeşil Bölge’ye girmek bir dert, havaalanına gitmek ayrı dertti. Yeşil Bölge’ye girseniz ABD Büyükelçiliği’ne alınmak başka dert. Tabii ABD Büyükelçiliği’nde geçtim büyükelçinin kendini, herhangi bir siyasi işler yetkilisinden randevu alabilirseniz. Bir keresinde 50 derece sıcakta araç kuyruğunda beklemekten sıkılıp, Savunma Bakanlığı (“DoD”) sözleşmeliler ve koalisyon ortakları şeridine geçmiştik. Oradaki ABD’li askere “biz de müttefik devletiz, NATO üyesiyiz” demiştim. Askerin cevabı “NATO ne?” olmuştu.
Bir başka sefer Büyükelçi Ünal Çeviköz için ABD’li muhatabı Zalmay Halilzad’dan binbir iletişim güçlüğü ve bürokratik barajı aşarak randevu almıştık. O kontrol noktası, bu arama derken nihayet ucu ucuna ABD Büyükelçiliği’ne geldik. Kapıdaki Guatemala yerlisi güvenlikçiye herhangi bir dille niye, neden geldiğimizi anlatma olanağı yoktu. Ben babadan kalma usülle kulağına bağırırsam anlar yaklaşımını denerken, Büyükelçi Çeviköz’ün her zamanki serinkanlı tavrıyla “sakin ol azizim” diye yatıştırıcı tavrını anımsadıkça hâlâ gülümserim.
O arada Vaşington Büyükelçimiz Faruk Loğoğlu da ABD’de girişimler yaparak bizi koalisyon ülkeleri listesine aldırmaya çalışıyordu. En önemli destek de Paul Wolfowitz’di. Fakat koalisyon ülkesi olmak yahut olmanın duyurulması ne milliyetçi-mukaddesatçı AKP’nin ne ulusolcu-Avrasyacı kurulu düzenin işine gelecek şey değildi. Nihayet Türkiye’ye Sünni Arapları yeniden siyasi düzene çekmeye katkı gibi bir işlev düştü de buzlar erimeye başladı. On seneye kalmadan Kürtlerle de ara düzeldi.
Geometriden anladığım okulda öğrendiğim kadar. Fakat bizdeki siyasi yelpaze iki boyutlu da, bir ucunda laikçi-ulusalcı-Avrasyacılar öbür ucunda milliyetçi-mukaddesatçı-ümmetçiler yok. Zaten hem ümmeti hem milleti bir arada savunmak için Osmanlı Milletler Sistemi’ne ters perende atmak gerekir – yoksa “o ters takla atıldı” mı dediniz? Bolyai-Lobachevsky’nin hiperbolik ortamını andırır biçimde bu iki uç gibi görünen akım eğik, bükük bir uzayda buluşmuş durumda. Belki ABD’nin bir türlü anlayamadığı da bu.
Başbakan Yıldırım “Türkiye’de neden kamuoyu yoklamalarında toplumun yüzde sekseni Amerikan aleyhtarı çıkıyor ABD bunu kendine sorsun” derken haksız değil. Bu şunu da işaret ediyor Sayın Başbakan ve iktidar açısından: “bizim bu durumu değiştirmeye ne niyetimiz ne motifimiz var.” Öyleyse kısaca resmetmeye çalıştığım tezkere ve çuval devri şimdikinden çok daha sert görünmesine rağmen, içinde olduğumuz güncel kriz düşünsel/tarihsel bakımdan çok daha derin. “Mesele vize değil, sen daha anlamadın mı?” hesabı.
Mesele, tamam mı, devam mı meselesi. Nerede tırak, orada bırak noktası. Bu bakımdan, mübalağa sanatına sığınırsak, ABD’nin (Türkiye vatandaşlarına vize vermeyi değil) Türkiye’deki misyonlarında vize işlemlerini durdurması “bütün krizlerin anası”. Aynı bağlamda şimdilik 2019’da yapılacağı varsayılan 2019 Başkanlık Seçimi bütün diplomatik krizlerin ve yurtdışı askeri maceraların ortak arka planı. Soru, Türkiye 2019 sonrasında iki yüz yıldır ait olduğu “Batı” değerler ve devletler ailesinden kopuyor mu?
Bu temel soruya tek başına bir lider ne denli popüler olursa olsun keyfi biçimde karar veremez ve komşudaki IKB Başkanı Mesut Barzani’ye (bence haksızca) yakıştırılan “çocukluk/ergenlik hayallerini gerçekleştirme” hülyası peşinde bu ülkeyi uçurumdan yuvarlayamaz. Burada en önemli işlev de kendine “milliyetçilikte iktidarla yarışınız” ödevi verildiğini vehmeden mümtaz ana muhalefete düşüyor. Artık ana muhalefetin ısrarla barışçıl diplomasinin ulusal itibar getirisinin altını çizmesi, dış siyasette akılcılığı, uzgörüyü, sağduyuyu, öngörülebilirliği öncelemesi gerekiyor.