Sorun çözücü adamın sorunları!

Lynne Ramsay’in ‘Kevin Hakkında Konuşmalıyız’ sonrasındaki bu yeni eseri, gerçekten özel, özgün bir dili olan, önemli bir film. Kuşkusuz aklımızda yer alacak bir yapım ancak yönetmenden sadece naçizane bir ricamız olabilir: 'Biraz daha açıklık lütfen!'

Abone ol

DUVAR - Altı yıl önce çekmiş olduğu ‘Kevin Hakkında Konuşmalıyız’ filmiyle önemli bir iz bırakmış olan yönetmen Lynne Ramsay’in yeni filmi You Were Never Really Here, yönetmenin zaten belirginleşmiş olan sinema dilinin yeni bir kanıtı niteliğinde. Yine soğuk ve sert bir anlatım diliyle travmalarla boğuşan karakterlerini ve bütün olayların patlama noktasını sunan yönetmen çarpıcı bir filme daha imza atıyor. Ramsay bu sefer kendi sinema dilinin sınırlarını zorluyor ve filminde yarattığı biçimcilik ve hız, bazen hem ana karakterin psikolojisinin hem de olayların örgüsünün önüne geçiyor. Üstelik bu tuzaklara düşmemek için mükemmel bir araca -yani büyük bir oyuncuya- sahipken…

Geçmişinde oldukça şiddetli olaylara karışmış olan Joe ( Joaquin Phoenix), para karşılığı sorunları olan yüksek mevkili kişilere yardım eden bir ‘sorun çözücü’ adamdır. En son bir senatör, Joe’dan kadın ticareti için kullanmak amacıyla kaçırılan kızını bulmasını ve kurtarmasını ister. Kızı başarıyla kurtaran Joe, olayı çözdüğünü sanırken aslında kaçırılma olayının çok daha karmaşık ve derin olduğunu anlar.

KARANLIK BİR KARAKTER: JOE! 

Yönetmen en başında bize ana karakterini tanıtırken çok problemli ve karmaşık bir kişinin psikolojisinde dolandığımızı anlıyoruz. Sıradan bir kiralık adam ve tetikçi gibi görünen Joe, aslında garip nitelikte mazoşist takıntıları olan, olayları çözerken karşısına çıkan adamları çok şiddetli bir şekilde ezip geçen ancak bu darbeleri zevk için değil adeta bir otomat gibi uygulayan bir karakter. Bunun yanında iş hayatından tamamen ayrı tuttuğu bir özel hayatı, bir evi ve beraber yaşadığı bir annesi var.

Yönetmen olayları anlatırken Joe’yu asla gözden kaybetmiyor ve biz, etrafımızda yaşanan her şeye onun bakış açısıyla bakıyoruz. Ancak ana karakterde yine söylenilmeyen, derine gömülmüş bir şeylerin olduğunu, bir şeylerin ters gittiğini hissediyoruz. Genelde aldığı davalara profesyonel gibi bakan ve aynen sıradan bir işçinin işine giderken yaptığı gibi aletlerini alan (kullandığı asıl silah bir çekiç!) Joe, bu son olayda pek göstermese de sınırlarını biraz kaybediyor ve kurtardığı kızı basit bir iş gibi görmediğini anlıyoruz. Oldukça hızlı ve sorunsuz geçen bir kurtarma operasyonundan sonra film esas havasını buluyor. Joe art arda daha çok kişiyle çatışmaya giriyor, değişik kişilerin gerçek yüzleri ortaya çıkıyor, ana olay dallanıp budaklandıkça film daha da sert, kanlı ve acımasız bir yola giriyor. Film bu beklenmedik akışa girince yönetmen kendi dokunuşlarını yerleştirmeye başlıyor. Zaten problemli olan ana karakter daha da keskin ve sert müdahalelere girişiyor.

Filmin tonu ve kişileri daha da karamsar havaya büründükçe, yönetmen bu atmosferi destekleyen ani plan-sekanslarla, hızlı bir olay akışı kullanılıyor. Örneğin düşmanların Joe ve evi hakkında bilgi alması, bunun için zorladıkları insanlar ve tekrar kaçırılan kızın evindeki kurtarma sahneleri gibi normalde filmlerde uzun uzun göreceğimiz sekanslar, göreceli olarak kısa, pratik ve lafı dolandırmayan bir şekilde önümüze geliyor. Ramsay Amerikan polisiye filmlerinde olduğu gibi olayları ballandırmıyor, süslemiyor ve Joe’yu bir kahraman gibi sunmuyor. Kirli ve karanlık kişilerin nasıl cezalandırıldığını, pis olayların nasıl son bulduğunu bütün çıplaklığıyla gösteriyor.

FİLMDEKİ HIZIN ZARARLARI... 

Bütün bu incelikli ve ilginç sinema dilinin yanında ne yazık ki kendini gösteren zayıf noktalar da var. Yönetmen sanki bu hızlı ve sert dili kullanırken, seyircinin de başkarakterin her yönünü net bir şekilde anlamasını ve her sahnedeki davranışlarına bir sembol yüklemesini bekliyor. Ramsay’den her gizemli olayı gözümüze sokarak açıklamasını bekleyemeyiz tabii ancak Joe hakkındaki bazı soru işaretleri, belki fazla hızlı geçildiğinden, belki de yeterince ipucu verilmediğinden film bitince de aklımızda kalıyor. Örneğin Joe’nun çok sorunlu ve travmatik bir kişi olduğu aşikar ancak filmde belli aralıklarla kafasına torba geçirip, nefesiz kalıp rahatlamasının ve mazoşist eyleminin nedeni asla tam olarak açıklanmıyor. Seyirci olarak en fazla fikir yürütebiliyoruz. Aynı şekilde Joe’nun annesini sevdiği ve ona değer verdiği belli ama burada da ters giden ve eksik olan bir şey hissediyoruz ( filmin sonundaki bir sahne bu durumun altını çiziyor!). Sanki filmdeki hız ve bu hızın yarattığı yapı karakterin can damarlarının önüne geçmiş gibi.

YÖNETMEN ŞİDDETE KARŞI MESAFELİ... 

Son olarak yönetmenin filmdeki şiddeti sunma konusunda da bir noktaya dikkat çekmemiz gerekebilir. Bahsettiğimiz gibi filmde sert ve kanlı sahneler var ancak genelde görsel açıdan en rahatsız edici ve gore (kanlı) olabilecek sahneler hafifletilmiş değil ama mesafeli bir şekilde önümüze geliyor. Özellikle Joe’nun düşmanlarına vurduğu çekiç sahnelerini ya geniş açıdan (güvenlik kamerası açılarından) izliyoruz ya da olayın hemen sonrasını, yerde yatan kurbanları görüyoruz.

Filmin çarpıcı olmasında kuşkusuz oyuncuların da büyük payı var. Özellikle kaçırılan kızı oynayan Ekaterina Samsonov gerçekten başarılı. Tabii bir de filmin ana karakteri Joe’yu canlandıran büyük oyuncu Joaquin Phoenix var. Phoenix yönetmen James Gray’le işbirliğinde başlattığı travmatik karakterler galerisine bir halka da bu filmle ekliyor. Oyuncu, dışında olduğu kadar içinde de derin yaralar taşıyan, bu bezmiş ve sert karakteri gerçekten ete kemiğe büründürüp, bir kez daha büyük bir performans gösteriyor.

Ramsay’in ‘Kevin Hakkında Konuşmalıyız’ sonrasındaki bu yeni eseri, gerçekten özel, özgün bir dili olan, önemli bir film. Kuşkusuz aklımızda yer alacak bir yapım ancak yönetmenden sadece naçizane bir ricamız olabilir: 'Biraz daha açıklık lütfen!'

Yönetmen: Lynne Ramsay

Oyuncular: Joaquin Phoenix, Judith Roberts, Vinicius Damasceno, John Damon, Alessandro Nivola, Ekaterina Samsonov…

Ülke: İngiltere, Fransa, ABD