Yıllarını kitlelerin davranış biçimlerini düşünerek geçiren Elias Canetti, dünyanın gelişiminin daha fazla hayvanı hayatta tutmamıza bağlı olduğuna inanır. İnsanın hayvan karşısında kendini konumlandırışına öfke duyar, dahası karşı çıkar. İnsan, kendine ayırdığı bu “özel” yerde iktidar küstahlığı içindedir, Canetti bunu metinlerinde her zaman tiksintiyle karşılar. Özellikle hayvanlar üzerine yazdıkları, belli başlı tahakküm ilişkilerini (insan-hayvan, av-avcı, yetişkin-çocuk, efendi-köle) önce açığa çıkarır sonra tersyüz eder. İnsanların hayvanlarla kurduğu ilişkiye dair tuttuğu notları arasında şöyle bir cümle var: “Hayvan sözcüğü: İnsanın tüm yetersizlikleri, bu tek sözcükte bir arada.”(1) Canetti’nin 1978’de yazdığı bu cümlenin gitgide derinleştiğini ve yeni anlamlar kazandığını söyleyebiliriz. Aldığı politik tutumla birlikte biricikliğine dair inancı bugün iyice artmış insanın hayvanla ilişkisi çağa koşar adım ayak uyduran dışlamalar, kötülükler ve zulümlerle çoğalarak devam ediyor. Bir hiyerarşi kalıbındadır bu ilişki: İnsanlar hayvanlardan daha iyidir/üstündür. Bu hiyerarşi kalıbıyla pek çok yerde karşılaşırız. Hayvanlar bitkilerden, yetişkinler çocuklardan, erkekler kadınlardan daha iyidir/üstündür!
Canetti’nin yukarıdaki cümleyi yazdığı yıllarda John Berger da "Hayvanlara Niçin Bakarız?"(2) başlıklı denemesinde son iki yüzyılda hayvanların yavaş yavaş sahneden çekildiğini söylüyor. “Günümüzde onlar olmadan yaşıyoruz,” dedikten sonra bu yalnızlaşma esnasında hayvanlarda insan nitelikleri görme eğilimi içinde olduğumuz saptamasını yapıyor. Berger’a göre halka açık hayvanat bahçelerinin ortaya çıkışı hayvanların ortadan çekilmesiyle eşzamanlı bir süreç. “Modern hayvanat bahçeleri, insanlığın kendisi kadar eski bir ilişkinin mezar taşıdır.” Bu sürece asıllarına benzeyen oyuncakları ve ticari amaçla kullanılan hayvan imgesini de ekliyor. Gündelik hayattaki hayvanın yerini alıp onu bertaraf eden acımasız bir hareketin parçası olarak değerlendiriyor sürecin enstrümanlarını.
John Berger’ın yaklaşımını kerteriz alırsak mezar taşı bile dikilmiş bir ilişkinin hep “insanca” talep, istek ve ihtiyaçlarla tüketim üzerinden sürdürülmesi hayvansız dünyanın yerini gitgide sağlamlaştırması demek. Hayvanların önemsizleştirilmesi sürecini kapitalizmden ayrı tutmak mümkün değil. 1977’de “anıtı hayvanat bahçeleri olan bu tarihsel kayıp kapitalizm kültürünün düzeltilemez bir kusurudur” diyen Berger’in saptamasından bu yana hayvanlarla tek taraflı (sadece insana yarayan) ilişkimizin bu anıtları çoğalttığını söylemek ya da çoğaltmaya devam edeceğini tahmin etmek zor değil. Evcil hayvan dükkânlarını, endüstriyel hayvancılığı, küresel safarileri, kozmetik ve sağlık sektöründe hayvanların kobay olarak kullanımını da bu anıtlara ekleyebiliriz kuşkusuz.
Bugünün akademisyenlerinden Oxana Timofeeva(3) hayvanların tarihinin onların gitgide özgürleştiğinden, en nihayetinde haklarının güvence altına alınacağından bahseden hümanist söylemin iyimserliğiyle uyum içinde olmadığının altını çizer.
İnsanlık uzun zamandır doğayla, hayvanlarla onlar insanileştiği noktada duygudaşlık kuruyor. Oysa Timofeeva’nın dediği gibi ne doğanın ne hayvanların ne bitkilerin bizden gelecek tanınmaya ihtiyacı var. Canetti ne kadar haklı, şu insanlar “hayvanlarda insani dalaverelere rastladıklarında ne kadar da mutlu, ne kadar da gururlu oluyorlar!” dediğinde. Sorun hâlâ pek insanca olan dünya düzeninde.
Not: Ana sayfada yer alan fotoğraf Finlandiyalı fotoğrafçı Pentti Sammallahti’ye aittir.
NOTLAR:
(1) Hayvanlar Üzerine, Elias Canetti, çeviren: Levent Konca, Sel Yayıncılık
(2) Hayvanlara Niçin Bakarız?, John Berger, çeviren: Cevat Çapan, Deli Dolu
(3) Hayvanların Tarihi, Oxana Timofeeva, çeviren: Barış Engin Aksoy, Kolektif Kitap