Sorunlarını çöze/(ül)meyen avukatlar ve baroların tutumu

Nasıl ki geçmişte barolar hukukun üstünlüğünü Anayasa’da temel ilke haline getirmişse bugün daha fazlasını yapacak yetenektedir. Yeter ki mevcut yönetim anlayışlarını aşan bir yapı oluşturulabilsin...

Abone ol

Mehmet Kaya*

Avukatlık mesleği tarihin en eski (kadim) ve itibarlı mesleklerinden biridir. Bakmayın günümüz Türkiye’sinde yönetenlerin ‘‘Avukatlar ve barolar kendi işlerine baksın, her şeye karışmasın’’ dediklerine. Bundan 200 yıl önce Fransa Kralı 18. Loisin’in ‘‘Kral olmasaydım avukat olmak isterdim’’ dediği bilinmektedir. Kaynaklarda tam tarihi belirlenmese de mitolojilere bile konu olmuş meslektir. Mitolojide, savunma görevini ilk üstlenenler, Zeus’un kızlarıdır. Litailer ‘‘suç işleyenlerin kandırıldıkları’’ savıyla Zeus’tan müvekkillerinin bağışlamasını talep etmişler. Bu kadar onurlu ve kadim bir mesleğin mensupları ‘‘Avukatlar tarih boyu köle kullanmadılar ama hiçbir zaman efendileri de olmadı’’ sözünü şiar edindiler. Peki, bugün avukatlık mesleği bu itibar ve koşullara haiz mi?

Savunma hakkı-avukatlık mesleği; çoğunlukla iktidarlar eliyle bilinçli olarak ve başka çevrelerce de (kimi hallerde avukatlar tarafından) bilerek ya da bilmeyerek yapılan yanlış algılama veya yanlış anlamalar neticesinde bugün ciddi bir itibar erozyonuna uğramıştır. Bu itibarla ‘‘Kral olmasaydım avukat olmak isterdim’’ sözü artık güzel bir söylenceye dönüşmüştür. Öte yandan avukatların, kendi meslektaşları olan stajyer avukatlara ve işçi avukatlara yönelik yaklaşım ve çalıştırma şekilleri ile zorunlu müdafilik ücretlerindeki düşüklük ve hükümetin tek belirleyici oluşu düşünüldüğünde ‘Avukatlar tarih boyu köle kullanmadılar ama hiçbir zaman efendileri de olmadı’’ sözü artık anlamsız kalmaktadır. Bu iki söz çerçevesinde günümüzde avukatlık ve avukatlığın sorunlarını yeniden ele alma zorunlu bir hal almıştır.

Gerçekte de avukatlık mesleğinin sorunları ve itibarı gittikçe artan olumsuz bir seyir izlemektedir. Bu sorunların çözümü baroların ilgisi ve siyasal iktidarın tutumuna bağlıdır. Siyasal iktidarın çözüm bir yana tabloyu daha da ağırlaştırmak istediği yönünde yaygın bir kanaat ortada iken baroların da çözüm geliştirme de yetersiz ve isteksiz oluşu mesleği yapıl(a)maz hale getirmiştir. Şapkayı artık önümüze koyup avukatlık mesleğinin içinde bulunduğu koşulları ve baroların durumu ele almak, eleştiri ve özeleştiri yapma zamanı gelmedi mi?

MESLEK İTİBARSIZLAŞTIRILMAKTA VE SALDIRI ALTINDA

Yazılı kaynaklara göre eski Yunan’a, oradan da Roma’ya kadar başlangıcı götürülebilen, Yunancada ‘üstün, ayrıcalıklı ve güzel konuşan’ anlamlarına gelen ‘Advo Catus’ sözcüğünden türetilen avukatlık mesleği; ülkemizde genç sayılabilecek bir meslek olmasına rağmen gün gittikçe sorunları ağırlaşmaktadır. Avukatlığın Türkiye’deki tarihçesi tanzimat fermanına kadar götürülse de çağdaş anlamda 1924'te çıkarılan 460 sayılı Muhamat Kanunu’yla başlar. Cumhuriyetle yaşıt olan bu meslek her dönem siyasal iktidarların hedefi olmuştur. Siyasal rejimin sistemli müdahaleleriyle ciddi erozyona uğrayan avukatlık, 2022 Türkiye’sinde sistemli ve bilinçli geliştirilen bir itibarsızlaştırma ve saldırının tehdidiyle karşı karşıyadır.

Son yıllarda siyasal iktidarın hedef tahtasına oturtulan bu kadim meslek, günümüzde ekonomik nedenlere dayalı intiharlar, ekonomik sorunlar, avukatlara yönelik cinayet, saldırı vs konular nedeniyle yeniden gündemde. Siyasal iktidar eliyle oluşturulan iklimin neticesinde adliyede, kollukta ve mesleğin icra edildiği her yerde saldırı ve baskılara maruz kalan avukatlar artık bürolarında bile güvence altında değiller. Daha birkaç gün önce Diyarbakır Barosu üyesi bir avukat Kızıltepe’de kollukta şiddete maruz kaldı. Öncesinde Mersin’de ÖHD’li avukatlar basın açıklaması sırasında kolluğun sert müdahalesine maruz kaldılar. İstanbul’da avukatlar emniyete alınmadı ve şüphelilerin ifadesinde hazır bulunmaları engellendi. Mesleği faaliyetleri nedeniyle yüzlerce avukat soruşturma ve ceza tehdidi altında. Son olarak ‘‘İstanbul’un Bakırköy ilçesinde Avukat Servet Bakırtaş bürosunda vurularak öldürüldü’’ haberi avukatların gündemine can yakıcı şekilde düştü. Eş zamanlı olarak Konya’da bir doktor görevi başında öldürüldü.

Her iki menfur saldırı da sosyal medyada geniş kesimlerce lanetlendi. Gün sonunda her iki olayda da yaşamını yitiren kişilerin meslektaşların yaklaşımı, resmi yetkililerin tutumu ve üyesi oldukları kurumların reflekslerine bakıldığında oldukça düşündürücü bir tabloyla karşı karşıya kaldığımız görülmektedir. Menfur saldırı da yaşamını yitiren doktorun meslektaşları hızlı bir refleksle tepkilerini eylemsel olarak sergilediler. Katledilen hekimle aynı hastanede çalışan sağlıkçı meslektaşları anında iş bıraktılar. Devamında meslek örgütünden ülke genelinde 2 günlük iş bırakma kararı geldi. Sağlık bakanlığı ve bakan olayı kınadı. Doktorlar da tıpkı avukatlar gibi sürekli şiddete maruz kalmakta ancak menfur saldırılara güçlü bir tepki göstermenin neticesinde ‘‘Sağlık çalışanlarına şiddetin önlenmesi hakkında yasa’’nın çıkmasını sağladılar. Özlük haklarıyla ilgili etkin bir mücadeleleri sürmektedir. Mamafih avukatlara yönelik saldırı olunca aynı derece reaksiyon gösterilmediği görülmektedir. Avukatların sosyal medya eliyle bireysel tepkileri bir yana resmi düzeyde bir açıklamanın dahi olmaması ve baroların yazılı açıklamalarla yada kimi baroların boykot çağrılarıyla yetinmesi ciddi eleştiri konusu yapılmalıdır. Çünkü avukatlar yargının üç ayağından biri ve barolar yargılamayı durduracak güce sahip güç ve olanakta oldukları halde bu gücün çok altında bir reflekse günü kurtarmaya çalışıyorsa durup düşünmek gerekmez mi?

Ülkedeki demokratik, özgürlükçü yaşamın gelişimine en etkili katkıyı sunan bir mesleğin bunca saldırı ve baskıya maruz kalırken bakanlığın derin sessizliği ve baroların işlevsel olmayan açıklamaları önümüzdeki sürecin temel tartışmalarından biri haline getirilmelidir.

ESKİ BİR SÖYLENCE OLARAK 'KÖLE MESELESİ'

Avukatlık mesleğini yapıl(a)lamaz hale getirmek isteyen siyasal iradenin kontrolsüz bir şekilde hukuk fakültesi açması ve avukat sayısının hızla artması mesleğin en büyük handikabına dönüşmektedir. Yeterli akademik kadronun bulunmadığı hukuk fakültelerinden kaynaklı nicelik artarken nitelik hızla düşmektedir. Kütüphanesi, amfisi olmayan hukuk fakültelerine veteriner, maliyeci, işletmeci, siyaset bilimci, ekonomist, ziraatçı, ilahiyatçı, kimyacı, tıp uzmanı olanların dekan olarak atanması yapılmak istenen hakkında yeterince fikir vermektedir. Amaç yeterli ve kaliteli eğitim almadan yetiştirilen hukuk mezunları eliyle yargıyı siyasal iktidarın emrine vermektir.

Hukuk fakültelerinde nitelikli bir hukuk eğitimi al(a)madan mezun olanların kahır ekseriyeti avukatlık stajına başlamaktadır. Stajyer avukatların en büyük sorunu ise ücretsiz olarak çalışıyor olmalarıdır. Sigortasız olarak ve angarya koşullarında çalıştırılan stajyer avukatlara ücret ödenmeyeceği Avukatlık Kanunu’nun hiçbir maddesinde yazılı olmadığı halde aynı yasanın 11. maddesi aleyhe olacak şekilde geniş yorumlanmaktadır. Stajyer avukatların sorunları sadece ücret ve sigortayla sınırlı değildir. ilk 6 aylık adliye stajı sürecinde mahkemelerin hiçbir şekilde stajyer avukatın eğitimine önem vermemesi, yanlarında staj yaptıkları “deneyimli” avukatlarla yaşadıkları sorunlar, staj yapacak avukat bürosu bulma ve adliyede maruz kaldıkları muameleler de cabası. Mobbing ve tacize varan uygulamalarla mücadele eden stajyerlere karşı barolar, tedbir alma yerine oy hesaplarıyla sorunları hasır altı etmektedir.

Staj sürecinde bu kötü koşullarda mücadele eden stajyer avukatların finalde muratlarına erdikleri söylenebilir mi? Yüzyıllardır ve özellikle burjuva toplumunda önemli bir toplumsal fonksiyon olan kamu hizmetini yerine getirildiği bu mesleğe büyük heyecanla başlayan genç avukatlar günün sonunda işçi avukat olarak mesleğini icra etmekte. 1970’lerin ortalarından itibaren daha net bir şekilde görülen neoliberal dönüşümün etkisi bugün daha ağır şekilde avukatlık mesleğine yansımıştır. Geleneksel çalışma biçimi olan, kendi namına serbest olarak mesleğini icra eden avukatların sayısı her geçen gün azalmaktadır. Şu an bağımsız olarak çalışan avukatlar bile işçileşme sürecinde. Şimdilerde avukatların en az yüzde 60’ının işçi avukat olarak çalıştığı tahmin ediliyor. Netice itibarıyla İşsizlik, düşük ücretle işçi avukatlık veya avukatlığa özgü işçileşme biçimleri giderek esas çalışma biçimi haline dönüşmüş durumda. En temel haklardan mahrum, güvencesiz ve ağır çalışma şartlarda çalıştırılan işçi avukatların ücret ve sosyal haklar mücadelesine çoğunluğu patron avukatlardan oluşan barolar oldukça ilgisiz...Hal böyleyken ‘‘Avukatlar tarih boyu köle kullanmadılar ama hiçbir zaman efendileri de olmadı’’ sözü avukatların bugün yaşadıkları karşısında ne kadar doğru olabilir bir kez daha düşünmekte fayda var.

HÜKÜMETLER AVUKATLIĞI UCUZ İŞGÜCÜ HALİNE GETİRMİŞTİR

Uluslararası sözleşmeler göre bir suçla suçlanan herkes, parasal olanakları elvermiyorsa, ücretsiz olarak müdafi(avukat) yardımından yararlandırılır. Bu hak, temel hak ve özgürlükler duyulan saygının ve adil yargılanmanın doğal gereğidir. İnsan hakları anlayışındaki çağdaş gelişimin getirdiği zorunluluk ve işkence iddialarının önüne geçmek amacıyla ülkemizde 18.11.1992 tarihinde yurttaşın avukatın yardımından yararlandırılması amacıyla bir takım yasal değişiklikler yapılmıştır. "Adil yargılanma hakkı"nın sağlanması ve "adaletin selameti" selameti için getirildiği belirtilen bu sistemin günümüzde avukatları asıl mağdur eden bir yapıya dönüştürmüş olması tesadüf değildir.

Sözleşmelerin ve hukuk devletinin gereği olarak koşulların oluşması halinde zorunlu olarak avukat yardımı sağlamak zorunda olan hükümetler, konu kaynak ayırma ve aktarıma gelince keyfiliğe kaçmaktalar. Günümüzde hükümetin bu sistem için ayırdığı kaynak, hizmetin doğasında uzak ve meslek bağımsızlığını tehlikeye düşürecek niteliktedir. Hükümetin keyfiliğine dayalı bu sistemde avukatlar hem yaptıkları işin karşılığını zamanında alamamakta hem de avukatlık asgari ücret tarifesinin çok altında bir ücretle çalıştırılmaktadır. Ücret belirleme ve ödeme konusunda baroların yetkisiz kılınması, ‘‘Avukatlık Asgari ücret Tarifesi’’nin çok altında belirlenmesi, tüm yetkinin hükümette olması vs nedenlerle avukatlar; şekli adil yargılanma hakkının ucuz iş gücü ordusu haline getirilmiştir.

Avukatın devletten de ve iş sahibinden de bağımsız olmadığı, işi red etme özgürlüğünün olmadığı, ücretini avukatlık yasasına uygun olarak belirleyemediği bir sistemde bağımsız savunamadan ve adil bir yargılamadan söz edilemez. Görünen o dur ki oluşturulan bu sistem temel ilkelere aykırı olduğu gibi baroları da bürokratik işlemleri takip eden olarak görmektedir. Bırakınız avukatın avukatlık ücretini özgürce belirleyebilmesini; baroların bile söz sahibi olmadığı bu sistemde avukatların gideceği yer ucuz iş gücü olmanın ötesi değildir. Gerçekte hükümet, sözleşmeler ve hukuk devleti ilkesi gereği yapmak zorunda olduğu bir iş için kocaman bir ucuz iş gücü bulmuştur.

Avukatların yaptığı bu işin nasıl ucuz bir iş gücü haline getirdiğini bir örnekle vermek gerekirse; avukatlık asgari ücret tarifesine göre bir ağır ceza dosyası için avukatlar en az 10.250 (0nbinikiyüzelli ) TL talep edebilecekler. CMK ücret tarifesi göre alacağı net ücret 1658 (binaltıyüzellisekiz) TL’dir. Ayrıca paranın hızla ekonomik değer kaybettiği bir sistemde bu ücretin en erken bir yıl sonra ödendiği ve yargılamalarında uzun sürdüğü birlikte değerlendirildiğinde avukatın emeğinin ne kadar ucuz olduğu kendiliğinden anlaşılacaktır. Bu koşullarda avukatın aldığı ücret, güvencesiz ve kaçak çalıştırılan yabancı uyruklu bir işçinin bile aldığından daha düşük bir ücrete tekabül ettiği görülmektedir. Özcesi hak ve hukuk mücadelesi veren avukatlar, hükümetlerin keyfiliğine bırakılmış bu ücret belirleme ve ödeme sistemi nedeniyle bağımsızlığını kaybetme riskiyle karşı karşıyadır.

Oysa avukatın vekalet ücreti herhangi bir malın değeri gibi düşünülmemelidir. Vekalet ücreti Avukatlık Yasası ile Meslek Kuralları’nda önemle ve öncelikle düzenlenmesinin ve ayrı bir tarifeye bağlanmasının nedeni meselenin bağımsızlıkla yakında ilintili olmasıyla ilgilidir. Avukatlık Yasası kuralları kapsamında serbestçe belirlenmesi gereken avukat ücretinin günümüzde hükümetin keyfiliğinde olması avukatları yoksulluk ve açlık sınırında yaşamayla karşı karşıya getirmiştir. Son yıllarda avukat intiharlarının görünür olması ve sosyal medyada avukatların geçinemiyoruz demesinin nedeni hükümetin avukatları bu ucuz iş gücü olarak çalıştırmasının eseridir. Bakmayın bazı dizilerde avukatları lüks hayatlar yaşayan kişi olarak resmedilmesine hükümetlerin günümüzde hükümetlerin ucuz işi gücü haline getirdiği ve örgütlerinin de buna sessiz kaldığı bir meslektir avukatlık artık.

BAROLAR SİSTEMİN EMNİYET SUPABINA MI DÖNÜŞÜYOR

Yargının değişik yapılara bağlandığı bu süreçte, her geçen gün avukatlık mesleğinin icrasını zorlaştırmaktadır. Çünkü yasal ve fiili düzenlemelerle avukatlara adeta nefes dahi aldırılmak istenmemektedir. Avukatlara yönelik hak ihlallerinin gün geçtikçe arttığı ve mesleğin yok edilmeye çalışıldığı bu koşullarda barolar ne yapmaktadır? 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun ‘’Baroların kuruluş ve niteliklerini’’ kenar başlıklı 76 . Maddesinde baroların görevinin mesleğin ‘’saygınlığını, hukukun üstünlüğünü, insan haklarını savunmak ve korumak’’ olduğu ifade edilmektedir. Baroların görevi herkesin anlayabileceği bil dille belirlenmiş belirlenmesine de barolar bu durumun farkında ya da gereğini yerine getiriyor mu? Avukatlık mesleğinin içinde bulunduğu koşullar ve bu koşullara baroların refleksi meselenin özünü ortaya koymaktadır.

1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun 1'inci maddesinin ikinci fıkrasında, "Avukat, yargının kurucu unsurlarından olan bağımsız savunmayı serbestçe temsil eder" denilmek suretiyle avukatlık mesleğinin "yargının kurucu unsuru" olduğu ve "savunmanın" da "bağımsız" olması gerektiği açıkça ifade edilmiştir. Yasal düzenlemenin avukatın yargısal faaliyet içindeki özgü konumuna açık işaretine karşın avukatların görev yaptığı her yerde yargının dışına itildiği, savunmasız bir yargı oluşturulmaya çalışıldığı bilinmektedir. Mahkeme salonlarında, kalemlerde, kolluklarda, mesleğin icra edildiği her yerde avukatların hak ihlaline uğraması rutin bir uygulama haline gelmiştir.

"Yargının kurucu unsuru" ve "bağımsız" olduğu iddia edilen savunmanın örgütü olan barolar üzerindeki vesayet rejimi 5 numaralı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile daha da ağırlaştırılmış, barolar tamamen DDK’nin denetimine ve yürütmenin insafına bırakılmıştır. Türkiye Barolar Birliği’nin ve baroların işlevine yönelik müdahaleci yaklaşımlar, avukatlara yönelik rutin hukuk dışı uygulamanın kurumsal ifadesidir.

Hal böyleyken baroların ellerindeki enstrümanları doğru kullanmadığı, reflekslerinin bürokratik basın açıklamalarını aşamadığı görülmektedir. Avukatların ekonomik ve özlük haklarının iyileştirilmesi, CMK ücret tarifesindeki adaletsizliğin giderilmesi ve avukatlık mesleğinin başlıca sorunları çözümündeki yetersizlikler sorunlarının çığ gibi büyümesine neden olmaktadır. Savunma mesleğinin özgürce, saygın bir şekilde ve her anlamda emeğinin karşılığını alınarak yapılması için öncelikle baroculukla mücadele edilmesinin gerekliliği ortadadır. Çok sayıda sorun barolarca saptanıp çözülebilecek nitelikte olduğu halde hala ortada duruyorsa bunun nedeni baro da başkan ve yöneticilik sıfatı elde etmenin ve bu sıfatı sürdürmenin avukatlık kimliğinin önüne konulmasıdır. Bu sıfatı asıl kimlik haline getirenler, sistemin parçası haline geldikleri gibi ellerindeki güç ve olanaklarla avukatların sisteme karşı mücadelesinde sistem adına emniyet supabına dönüşmüşler.
İnsan hakları mücadelesi ve hukukun korunması konularında da mevcut duruşları nedeniyle eleştiriyle karşı karşıya kalan barolar önümüzde ekim ayında seçimlere gitmektedir. Hem insan hakları ve hukuk mücadelesi hem de mesleğin sorunları adına baro genel kurullarında dünden bugüne baroların eleştiri ve öz eleştirisi yapılarak yeni yol haritası belirlenebilir. Aksi bilinçli olarak gittikçe itibarsızlaştırılan ve ucuz iş gücü haline getirilen avukatlık mesleğinin sistemsel olarak çöküşü herkes için ciddi bir sorundur. Zira mesleğin sorunları çözülmezse vatandaşın insan hakkını koruyacak olan avukat sahipsiz bırakılmış olacak ve her bir yurttaş bu durumdan ayrı ayrı zarar görmüş olacak. Avukatların öldürüldüğü, intihar ettiği, ‘‘geçinemiyoruz’’ dediği bu koşulların değişmesi için her bir avukat ayrı ayrı genel kurulu değerlendirmelidir. Avukatlığı ve baroları işlevsiz kılmaya yönelik tüm girişimlere karşı, hukuksal yöntemlerle ve baroları daha etkin ve işlevsel bir örgütlü güce dönüştürerek mücadele etmek mümkündür.

Nasıl ki geçmişte barolar işlevsel ve örgütlü güçleriyle hukukun üstünlüğünü Anayasa’da temel ilke haline getirmişse bugün daha fazlasını yapacak güç ve yetenektedir. Yeter ki mevcut yönetim anlayışlarını aşan bir yapı ve refleks oluşturulabilsin...

*Avukat